Barış Saydam

Kemal Seden ve Şakir Seden, 1914 yılında bir sinema salonu açmak için dayıları Lokantacı Ali Efendi’yi ikna ettiklerinde, muhtemelen kendileri de Türk sinemasının en önemli yapım şirketlerinden biri olacak Kemal Film’in temellerini attıklarının farkında değildiler. Sinemanın geleceğini gören sinema tutkunu iki kardeşin hikâyesi 1914’te, Sirkeci’deki Ali Efendi Lokantası’nda başlar. Girişimci kardeşler sermaye bulmak için dayılarının yanına varırlar. Fikirleri vardır, ancak sermayeye ihtiyaç duyarlar.

Osman Fahir Seden babasının dayısıyla karşılaşmasını ve yaşananları şu şekilde anlatır:“Yıl 1913’ün başları. Babam Maliye’de çalışıyor. Aynı günlerde Franko’nun Fransa’dan sinemacı bir arkadaşı gelmiş. Bakmış Beyoğlu’ndaki sinemalar tıklım tıklım dolu, ama Müslüman İstanbul’unda hiçbir sinema binası yok. Nedenini sormuş. Franko o tarafta müteşebbis olmamasından söz etmiş. Birlikte isim aramışlar. Babamın dayısı Ali Efendi akla gelmiş. İstanbul tarafının en muteber adamı ve çok zengin bir kişi. Aynı zamanda çok açık fikirli bir adam.(…) Fransa’dan gelen adam, seyyar makinesini getirmiş. Ve orada el ile çevirerek filmi göstermişler. Ali Efendi’nin aklı yatmış. Tamam, ben burada bu işi yaparım demiş.”

Kemal Film’in serüveni de böylece başlamış olur. Seden’lerin sinema işletmeciliği kâr getirmeye devam ettikçe, macera büyüyerek devam eder. Sinema İşleri Şirketi kurulur ve aile yeni sinema salonları işletmeye başlar. Sirkeci Demirkapı’da Kemal Bey Sineması’nı açarlar. Bunun yanı sıra Şehzadebaşı’nda Millet Tiyatrosu ile Üsküdar’daki Doğancılar Park sinemasının da işletmeciliğini üstlenirler. İşler iyi gitse de, Seden Kardeşler’in gönlünde yerli filmler üretmek, kendi çektikleri filmleri göstermek vardır. Bu amaçla Muhsin Ertuğrul’a mektup yazarak, ondan İstanbul’a dönmesini, kendileriyle birlikte film çekme işini üstlenmesini isterler. Bu mektup üzerine Ertuğrul, Almanya’da yarım kalan denemelerini kendi vatanında sürdürmek ve çalışmalarını ilerletmek için Seden’lerle birlikte çalışmaya karar verir. Ancak ortada ne bir stüdyo ne ekipman ne de filme alınacak bir senaryo vardır.

Bütün teknik yetersizliklere karşın, ekip yılmaz ve ilk iş olarak Eminönü’ndeki Selanik Bonmarşesi’nden kamera ve ekipman alır. Daha sonra Ali Efendi Lokantası’nın abdesthanesi filmlerin yıkanacağı laboratuvara dönüştürülür. Çatı katı ise baskı ve montaj odası olarak kullanılır. Film çekmek için teknik hazırlıklar sürerken, Muhsin Ertuğrul bir yandan da konu aramaktadır. İşgal yıllarında İstanbul’da çok konuşulan bir cinayet vakasını, Şişlili Mediha Hanım’ın cinayetini filme çekmeye karar verirler. İstanbul’da Bir Facia-i Aşk ismiyle uyarlanan film, sadece Seden’lerin salonlarında değil, birinci vizyon olarak görülen Beyoğlu’ndaki salonlarda da gösterime girer ve büyük ilgi görür.

Ali Efendi’nin lokantasının müdavimlerinden biri de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. Ali Efendi, Yakup Kadri’ye Seden’lerin sinemacılık faaliyetlerinden söz açtığında, Yakup Kadri isterlerse, o vakitlerde Akşam gazetesinde tefrika olarak yayımlanan Nur Baba isimli eserini de sinemaya uyarlayabileceklerini söyler. Bunun üzerine Muhsin Ertuğrul eser üzerinde çalışmaya başlar. Senaryo bitirilir, oyuncu kadrosu seçilir, dekor ve kostümler hazırlanır. Ancak Eyüp Camii’nin içerisinde yapılacak çekimler sırasında Bektaşiler seti basarak çekimleri engeller. Çekimlerde yaşananlardan sonra Vahram Papazyan yurtdışına kaçar. Ertuğrul onun rolünü üstlenerek filmin bitmesini sağlar. Yaşanan olaylardan dolayı filmin gösterime girmesine izin verilmez. Tepkilerden dolayı filmin gösterime girerken ismi Boğaziçi Esrarı olarak değiştirilir.

Kemal Film’in sıradaki işi, Kurtuluş Savaşı’nın dumanı henüz kalkmadan Halide Edip Adıvar uyarlaması bir eser olan Ateşten Gömlek’tir. O tarihe kadar sinemada Müslüman kadınların oynaması yasaktır. Ancak Kurtuluş Savaşı ruhunu yansıtması için filmde Müslüman ve Türk kadın oyuncu olması konusunda ısrarcı olunur. Gazeteye ilân verilir. İlâna yapılan geri dönüşlerden sonra filmde oynayacak Bedia Muvahhit (Emine Bedia Şekip) ve Neyyire Neyir (Münire Eyüp) isimli iki genç kadında karar kılınır. Bu sayede Ateşten Gömlek Türk sinemasında ilk defa Müslüman kadınların yer aldığı film olarak da sinema tarihimizdeki yerini alır.

Kemal Film’le Muhsin Ertuğrul’un birlikteliği Kız Kulesinde Bir Facia ve Leblebici Horhor filmleriyle devam eder. Kemal Seden bir yandan Kemal Film’in işleri büyütmesi ve Muhsin Ertuğrul’la yeni filmlerin ortaya çıkarılması için umut beslemekte ve bir arayış içerisine girmektedir; fakat öte yandan da Ertuğrul’la aralarındaki fikir ayrılıkları her geçen gün daha da ilerlemektedir. Şakir Seden, Erman Şener’le yaptığı söyleşide ağabeyi ile Ertuğrul’un durumunu ve sonrasında Ertuğrul’un şirketten ayrılmasını şu şekilde ifade eder:“Ağabeyimle Muhsin Bey’in arası iyice açılmıştı. İki taraf da bahane arıyordu. Olay işte o günlerde oldu. Bize intikal ettiğine göre yeni genel müdür (Dikimhanenin müdürü) kadın artistlerden birine sarkıntılık etmiş. Hem yüz bulamamış, hem de bizim arkadaşlardan sert muamele görmüş. Bunun üzerine kızıp, ‘24 saate kadar burayı terk edin’ demiş. İki günde hiç olmazsa bir depo bulur, eşyaları oraya taşırdık ama dedim ya, iki taraf da bahane arıyordu. Bu hadise uygun düştü. Eşyaları paylaştık. Aksesuarları Behzat (Butak) aldı; dekor, pano gibi şeyleri Muhsin Bey, Ferah Tiyatrosu’na götürdü. Biz de makineleri satıp bu defteri kapadık.”

Böylece Seden Kardeşler’in salon işletmeciliği ile başlayarak film yapımıyla devam eden sinemacılık serüvenleri sekteye uğrar. Film yapımını tamamen durdurarak salon işletmeciliğini sürdürürler ve yabancı filmlerin dışalımlarını yaparak sinemacılık faaliyetlerine devam ederler. Ta ki 1951 yılında, üçüncü kuşak Seden olan, Osman Fahir Seden sinemacılık mikrobuna bulaşana dek… O da bir başka yazının konusu olsun.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 15.sayısında yayınlanmıştır.