Özkan Ali Bozdemir

Yasin Çetin, Şule Yayınları’nda kapak tasarımı yapan genç bir yazar. Yaklaşık üç ay önce yine aynı yayınevinden bir öykü kitabı çıktı: Olur Belki. Kısa sürede ikinci baskısı yapılan bu ilk kitapla Yasin Çetin’in kendi dilini ve hikâyesini daha şimdiden oluşturmuş bir üsluba sahip olduğu görülüyor.


Olur Belki
Yasin Çetin
Şule Yayınları

Olur Belki, dokuz kısa öyküden oluşan tematik bir kitap. Aynı karakterin farklı yer ve zamanlardaki yaşantısını anlatan bu eser için uzun bir öykü tanımını yapmak sanırım yanlış olmaz. Öykü başlıkları bile numaralarla isimlendirildiği için bu kitabı tek bir öykü şeklinde de okumamız mümkün. Öykülerin belki de tek karakteri olan isimsiz anlatıcı, konakladığı otellerdeki izlenimlerini ve yaşantısını anlatıyor bize.

Henüz ilk öyküyle birlikte “sıradan” bir karakterle karşı karşıya olmadığımızı anlıyoruz elbette. Çoğunlukla ucuz ve kirli otelleri tercih eden ya da tercih etmek zorunda kalan anlatıcının kaç yaşlarında olduğuna, ne iş yaptığına ve nerede yaşadığına dair bir ipucu verilmiyor öykülerde. Aynı şekilde karakter tahlili için de pek çaba harcamamış yazar; yalnızca şehri, insanları ve eşyaları büyük bir dikkatle izleyen tuhaf bir adam var karşımızda. Anlatıcı, hemen girişteki öyküde pencereden dışarıyı izlerken camı aralıyor ve içeri bir kar tanesi süzülüyor böylece. Soğuk odaya giren bu kar tanesi bir süre yolculuğuna devam ediyor ve daha sonra anlatıcıyla beraber koyu bir sohbete dalıyor. Bu öykünün girişinden itibaren ve daha sonraki bölümlerde, anlatıcının zihninden geçen düşünceleri okura iletebilmek için türlü numaralara başvurduğunu zaten anlıyoruz. İlk bölümde kişileştirilen bir kar tanesinin sorduğu sorulara bütün içtenliğiyle cevap vermesi ve kendi hakkında uzun uzadıya konuşması da bu görüşü destekliyor. Ancak anlatıcının yaşantısı tüm bu olup bitenlerin rüya mı yoksa gerçek mi olduğu konusunda bizi ikilemde bırakıyor. Aynı şekilde anlatıcının akıl sağlığından da şüphe etmeye başlıyoruz. Pencerenin önüne konan bir kuşa İspanyolca küfür etmek isteyen, ama İspanyolca bilmediğini “fark edince” ellerini çırparak onu uzaklaştıran bir adamdan söz ediyoruz sonuçta.

Olur Belki, en çok da öykü boyunca tasvir edilen nesnelerin gücüyle öne çıkıyor diyebiliriz. Anlatıcı, gerek olayları anlattığı sırada gerekse otel odasından dışarıyı izlerken yaptığı tasvirlerde yaşamın içindeki ayrıntılara takılıyor her defasında ve bu küçük ayrıntılara saplanıp kaldığı için de esas konuyu kaçırmış oluyor. Yasin Çetin, katıldığı bir söyleşide “Hayatımızda yaşanmış ya da yaşanabileceğini hayal ettiğimiz bazı olaylar yazmak için bize malzeme sunuyor.” diyor. Düşününce anlatıcının sıradan bir nesneyi bu denli yoğunlaşarak ele alması ve oradan bambaşka bir gerçeklik çıkarmaya çalışması, aslında anlatıcının –ya da yazarın- hayal dünyasıyla ilgili yeterince bilgi veriyor. Bazen kendi kendine sayıkladığını düşündüğümüzde, olayların bu şekilde de gerçekleşebileceğini fısıldıyor bize. Yani hayal sandığımız ya da rüyamızda gördüğümüz her görüntü, ses, belirti; pekalâ içinde olduğumuz anın bir parçası olabilir. Olur Belki’nin ayrıntıları öne çıkaran mütevazı kurgusu dışında bir de zamanın gelip geçiciliğine ilişkin söyledikleri var. Anlatıcı, kitabın bir bölümünde odasındaki duvar saatini bozduğundan söz ediyor örneğin. Bozuyor ve saati dokuza ayarlıyor. Tek bir anın içinde yaşayan ya da her anını farklı bir biçimde yaşayan birisi için zamanın önemi ne kadar varsa anlatıcı için de o kadar var: “Artık unutmuyorum. Saatin dokuzunu söktüm. Kırarak söktüm. Saat şu an vidayı gösteriyor. Belki vidayı da sökmeliyim boşluğu göstersin diye. Evet! Saatlerimiz şu an boşluğu gösteriyor.”

Olur Belki, basit ve sade bir hayatın içinden de büyük suların aktığını düşündürüyor her öyküde. Yasin Çetin bu ilk kitabıyla meraklı ve gözlemci bir karakter ortaya çıkarırken, kendi öykü serüveni içerisinde de hangi yollardan geçip gideceğini hissettiriyor aslında. Tıpkı kitabın girişinde odaya süzülen kar tanesinin yolculuğu gibi o da kendine aralanan bu pencereden usulca içeri giriyor ve okuruyla koyu bir sohbete dalıyor. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı