Gizem Yiğit

Baudelaire’in hakkında “Tanrı mı?” diye sorduğu  Mark Twain’in “Kedilerle çiftleşebilseydi / Kazançlı çıkardı türümüz” dediği  Rembrandt ve Leonardo da Vinci’nin ise İsa’yı onunla birlikte tasvir ettiği canlıdan öte, güçlü bir imgedir ‘kedi’. Şüphesiz ki dünyaya getiriliş nedeni de insana hizmet etmek değil, ona haddini bildirmek içindi. Bazen bizden çok insanken bazen de hiç anlaşılamaz olandı. Fakat her iki halde de hem sıradan olmayı hem de bizleri hayrete düşürmeyi adeta şiar edinmiş gibi davranandı. Belki de bundandır aklımızı bin yıllardır kurcalaması, ayaklarımıza dolanması. Gündüz Vassaf da bu noktaları uzun vakitlerce düşünmüş olsa gerek ki ortaya İstanbul’un yedi kulesine bir gözcü misali yerleştirdiği kedilerin şiirsel bir roman tadındaki geçmişi ‘İstanbul’da Kedi’ eserinde kendine yer buldu. Kitabın girişindeki Vassaf’ın çevirisini yaptığı İrlandalı papaza ait şu şiir ise belki de Vassaf’ın bu kitabı yazdığı süreçte peşinden ayrılmayan kedilerine ve aklında uçuşan kelimelere bir nazire niteliğindedir.

Kedim Pangur ve ben
Ayrı dünyalarda, aynı düzen.
Fare kovalamak onun keyfi,
Benimki, gece boyunca kelimeleri

Kitabın sayfaları arasında gezindikçe düzene ve otoriteye aykırı söylemler geliştiren Vassaf ‘biz’ diyerek tanımladığı insanın Antik çağlardan bu yana gelen bencilliğini ve yükünü kediye bırakır gibi itham ettiği nankörlüğünü öne çıkartıyor. Bu yaklaşımını kitabındaki her dizesinde görüyoruz fakat şu alıntılar bunu belki de en net ortaya koyanlardan birkaçıdır.
Yeryüzünde yedi milyar insan
Tek anladıkları kendi dilleri
Hayvanları dinlemek yerine
Onlara Latin alfabesini
Öğretme gayretleri!
“Ben!” “Ben!” “Ben!”
Aynalarından
Kediler bencil diyen insanlar
Her sürtündüğünde kediler kendilerine
Sevildiklerini sanmaktalar.
“Astsız, üstsüz

Rütbesiz, apoletsiz

Canlılar aleminde

Kendini taçlandıran

Hayvanlığının inkarında hayvan

Tahtına yapışmış şımarık insan”

Yazar, insanın ‘logos’unu inşa edemeyen ya da mütemadiyen yanlış kuran bir canlı oluşunu ve buna dair eleştirisini aslında Cennetin Dibi, Cehenneme Övgü adlı eserlerinde de sıkça dile getirir. Fakat ‘İstanbul’da Kedi’de bunu mitolojik ögeler ve alegorik bir üsluba dayandırarak yazmış olmasıyla kendi ‘kedi destanını’ yazmıştır diyebiliriz. Ki Vassaf kitabında da bu destanın muhteviyatını “Destansa köpeklerin kahramanlıkları, kediler şiir yazar.” cümlesiyle belirtir. Destanın içinde seyre çıkarken kitabın da büyük bölümünü kaplayan kedi tarihinin mitolojik ve tarihsel boyutlarıyla karşılaşıyoruz. Kuzey Avrupa mitolojisinde güzellik ve aşk tanrıçası olan Freya, aynı zamanda kedilerin anası olarak da kabul edilir. Vassaf dünyanın ataerkil bir tahakküme teslim olmasıyla bunun cezasının da kedilere ve kadınlara kesildiğini söylüyor satırlarında.

İslam geleneğinde Ebu Hureyre’ye dayanan  kediye duyulan ilgiye dair de Hz. Muhammed’e ait olan rivayeti seçerek yer yer insanın politik fakat riyakar yönüne de vurgu yapmakta,  Vassaf.

Kedi beslemek sünnettir

Her kedi öldürenin

Yedi cami yaptırması gerekir.

Ve her Müslüman bilir

Müezza adlı kedisini

Rahatsız etmemek için

Peygamber’in eteğini kestiğini.

Lakin modern mahrem

Protestan taklitçisi

Türkiyeli çağdaş Müslümanlar

Kedileri camilerden kovmaktalar.

Özetle, bir kedi yürüyüşü gibi hafif ve kararlı adımlarla ilerleyen Karakarga Yayınları’ndan bu yıl çıkmış olan İstanbul’da Kedi, kedi tarihine iliştirilen dipnotlardan biri olarak nitelendirilmesi gereken bir kitap. Üslupları bakımından birbirinden çok farklı olsalar da Charles Bukowski’nin Kediler kitabı ile birlikte okunursa daha keyifli bir okuma deneyimi yaşayacağınızı söyleyebilirim.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 22.sayısında yayınlanmıştır.