Cemil Üzen

Mustafa Öztürk’ün Kur’an-ı Kerim Meali (Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri) Türkiye ilahiyat çevrelerinde ertelenmiş bir tartışmayı tekrar gündeme getiriyor. Kur’an’ı tarihsel bağlamını merkeze alarak tercüme eden Öztürk’ün çalışması, Kur’an’ın evrenselliği meselesini tartışmayı şart kılıyor.


Kur’an-ı Kerim Meali
Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri
Mustafa Öztürk
Ankara Okulu Yayınları

Müslüman geleneği diğer İbrani kökenli dinlerin geleneklerinden ayıran temel faktör, hiç şüphesiz “kutsal” metinlerin lafzıyla kurulan ilişkidir. İbrahimî geleneğin diğer dinleri bu metinleri bir zarf-mazruf ilişkisi ile anlayıp, metnin kendisiyle değil, göstergelerin bir sonucu olan anlamla epistemolojik ve ontolojik bir bağ kurarlar. İslam geleneğinde ise lafzın kendisinin tanrısallığı kabul edilmiştir, bu nedenle sadece zarf ile değil, mazrufla da epistemolojik ve ontolojik bir bağ kurulmuştur. “Kur’an mahlûk mudur?” gibi felsefî bir problem, güncel siyasetin de etkisiyle Müslüman toplum içinde tarihsel kamplaşmalara neden olmuştur. Lafzın kudsiyetinin dolaylı sonucu ise kaçınılmaz bir evrensellik-tarihsellik tartışmasının ortaya çıkmasıdır. Bu problem İslam geleneğine mahsus değildir, fakat İslam geleneğinde diğer İbrahimî dinlere göre çok daha bıçak sırtı bir meseledir.

İslam peygamberi zamanında Kur’an ezberleniyor ve yazılıyordu fakat iki kapak arasında bir cilt haline getirilmemişti. Birçok devrimci ütopyanın aksine, Yedinci yüzyıl Arap yarımadasında insanların motivasyonu geleceği değil, kendilerini kurtarmaktı. Bu nedenle peygamber döneminde Kur’an hükümlerinin evrenselliği gündemin ana maddelerinden birisi değildi. İlk Müslümanlar Kur’an’la aktüel, teoriden ziyade pratiğe dayalı bir ilişki kurmayı tercih ettiler. Neshedilen ayetler problem teşkil etmiyordu. Kur’an bir anayasadan çok, metot kitabı işlevi görüyordu. Peygamberin ölümünden hemen sonra, daha Halife Ömer döneminde Kur’an’da bulunmayan kimi hükümler uygulanmıştı. Zaman ilerledikçe toplumsal yapı dönüşüyor, İslâm farklı coğrafyalara yayılıyor, farklı kültürlerle tanışıyordu. Bu, yedinci yüzyılda Arap yarımadasındaki toplumsal dokunun geri dönülmez biçimde kaybolması demekti. Kur’an’ın gündelik yaşamı düzenleyen hükümlerinden tutun, evren ve varlık ve tasavvuruna kadar birçok şey sonraki nesillerin anlayış ve yaşayışlarıyla uyumsuzluk arz ediyordu. Kur’an’ın ilahi kökenine dair inanış, bu durumda bir problemi beraberinde getirdi: “Allah hükmünde yanılmayacağına göre, çağın getirdiklerini nasıl yorumlayacağız?”

Kur’an metnini zaman ve mekân üstü bir bağlamda yorumlayan inanış, özellikle Fahreddin er-Râzi’den sonra yaygınlık kazandı. Ticari anlaşma hükümlerinden kozmolojiye kadar birçok mesele bu zaman ve mekân üstü kitabın sabitelerine göre değerlendirildi. Zamanın getirdiği problemlerle başa çıkmanın iki yolu vardı. Ya zamanı ve mekânı yok saymak gerekecekti, ki selefi çizgi bu hattı benimsemişti. Ya da bunu metnin iç imkânlarına yaslanarak yapmak gerekecekti. Bu durumun kaçınılmaz sonucu ise tevil ve aşırı-yorumdu. İşin pratik yaşama dönük kısmını ise fıkıh, kelâm gibi disiplinler istediği ayeti istediği gibi anlayarak çözüyordu. Kıraatta şaz olduğu için kabul edilmeyen bir okuyuş, fıkıhta meseleyi kolaylaştırdığı için dayanak noktası olabiliyordu. Zamanla Müslüman toplumların Batı toplumları karşısında uğradıkları yenilgi, Kur’an dışındaki döneme ait kaynakların reddini ve bağlamından kopuk tevillerin artışını beraberinde getirdi. Modern çağın Müslümanları Kur’an’a bitimsiz bir anlam izafe etti. “Kadınları dövmek, gılmanlar, göğsü tomurcuklanmış genç kızlar, Muhammed’in Zeynep’e olan ilgisi” gibi meselelerin ise “aslında öyle olmadığını” savundu. Kur’an’ın örfle ve içine doğduğu kültürle ilişkisi büsbütün inkâr edildi. Sebeb-i nüzul İslamî disiplinlerin her zaman bir parçasıydı, fakat talî bir unsur olarak görüldü. Kur’an ayetlerinin ancak onda birinin neden indirildiğine dair rivayetler bulunduğu hesaba katılırsa, ilahiyat çalışmalarını bu eksende kurmanın yaratacağı sorunların hesap edilmiş olması da yüksek bir ihtimal olarak kabul edilmeli.

Teolojik kaygılar bir kenara bırakıldığında, sosyal bilimler çerçevesinde böyle bir çalışmaya ihtiyaç duyulduğu açıktı. Öztürk’ün meali ilahiyat çevrelerinde hak ettiği tartışmayı yaratacak mı bilinmez, fakat Türkiye’deki Müslümanların savunmacı reflekslerinden bunalan ve Kur’an’la entelektüel bir bağ kurmak isteyen insanların bu meale göz atmasında yarar var.

Arka Kapak dergisi 8. sayı