Meriç Şenyüz

Bazı yazarların ölümü bizi daha derinden yaralar. Ölüm, zamansızdır. Ortada henüz bütünüyle gerçekleştirilmemiş gizil güçler, yarına bırakılacak daha çok eser, yarım bırakılmış işler vardır. Oğuz Atay’ın ölümü böyledir mesela, sadece kaybına değil “Henüz başlamıştı, kanser onu bu dünyadan almasa, ah o tamamlamayı çok istediği ‘Türkiye’nin Ruhu’nu bitirebilseydi” diye de üzülürüz. Bazı yazarların ölümü ise bizi ani ve yıkıcı olmasıyla, en çok da yaşamlarının trajikliğiyle üzer. Canına kıyan yazarlar böyle bir duygu bırakır mesela. Tezer Özlü’nün, Nilgün Marmara’nın ölümünün ardından, eserleriyle kısmen bizi de ortak ettikleri bir yaşamın ıstırabını içimizde hissederiz. Hayatını yazıyla doldurmak isteyenler için biraz düş kırıcıdır bu ölümler. Kendi ölümlülüğümüzü anımsatır bize, en çok da yazmanın yalnızlığını ve kederini.

Ursula K. Le Guin’in ölümü, okuru için bu iki türden de değil. En azından onun personası, ondan okura yansıyanlar açısından. Le Guin’in çok başarılı, üretken ve tatmin edici olduğunu tahmin ettiğimiz bir hayatı oldu. 88 yaşına dek yaşadı. Bazı yazılarında bize sezdirdiği gibi, her şeyin hızla tüketildiği çağımıza meydan okuyan huzurlu ve mutlu bir evliliği sürdürdü. Üç çocuk yetiştirdi. Yazılarında bundan bir anne olarak büyük bir hoşnutluk duyduğundan bahsetti. Ardında onlarca roman, öykü, şiir ve deneme bıraktı. Evet, Cemal Süreya’nın ölümsüz dizesi gerçekten de bir hakikatin altını çizer; “Her ölüm erken ölümdür.” Ne var ki, bazı ölümler, bize bir sonu değil yaşam denen yolculuğun anlamını çağrıştırır. Anlamlı, dolu dolu bir hayatın aynı zamanda mutlu ve huzurlu olabileceğini gösterir, bizi ölüme değil yaşama çağırır.

Le Guin’in ömrünü yazıya hasretmek isteyenlere verdiği tek hediye yaşamıyla gösterdiği örnek değildi üstelik. O, fantastik ve bilim-kurgu janrlarında çığır açıcı bir etkisi olan yapıtlarının yanı sıra sık sık yazmak eylemi üzerine de yazdı. Denemelerinde döne döne yazının kerametinin altını çizdi. “Yazar, okur ve hayal gücü” üzerine deneme ve konuşmalarını Zihinde Bir Dalga’da bir araya getirmesinin yanı sıra yazma egzersizlerinden oluşan Dümeni Yaratıcılığa Kırmak adlı bir çalışma kitabı da kaleme aldı. İkincisini bir yazar atölyesinde kullanılması için öneriyor ve atölyenin katılımcılarına da “Asi Tayfa” diyordu. Ama bu çalışma kitabının tek başına kullanabileceğini de not düşüyordu, o zaman da adınız “Yalnız Denizci” olacaktı. Bu yazı süresince Yalnız Denizci olmaya hazırsanız Le Guin’in bu iki kitabının yol göstericiliğinde yazının denizine açılalım.


Zihinde Bir Dalga
Yazar, Okur ve Hayal Gücü Üzerine
Ursula K. Le Guin
Çevirmen: Tuncay Birkan
Metis Yayınları

Birinci Pusula: Oku

Yazmak isteyen herkese verilecek ilk tavsiyenin “oku”’ olması yeni bir şey değil elbette. Tüm kadim anlatılarda da bu böyledir. Dördüncü ayet “O Rab ki kalemle yazmayı öğretti” diyorsa ilk ayette “Oku” emri yer alacak, “kalemle yazmayı öğreten” önce “Oku” diyecektir. Le Guin de okurlarının yönelttiği “Bu fikirler aklınıza nereden geliyor?” sorusuna, “Kitaplardan elbette, başkalarının kitaplarından, kitaplar neye yarar? Okumasam nasıl yazabilirdim?” diye yanıt verecek, başka bir yerde de, “Kapsamlı okumalar yapmıyorsanız veya sadece dönemin moda yazarlarını okuyorsanız, dilinizle neler yapabileceğiniz konusunda oldukça sınırlı bir fikriniz olur.” diyecektir.

Ama pusulamız bu değil. Le Guin, “Yazdığınız her şeyi yüksek sesle okuyun.” der. Ondan öğrenebileceğimiz ilk şey yazdıklarımızı yüksek sesle okurken, yazının müziğini hissetmektir. Yazının ritmini yakalamaktan ve ahengi bozan sözcüğü bulup değiştirmekten söz eder. “Tempoyu, doğru tempoyu tutturduğumuzda fikirlerimiz ve sözcüklerimiz onunla dans etmeye başlar, herkesin katılabileceği bir halaya dururlar.” derken de metinle eğitilmiş bir iç kulak aracılığıyla ilişki kurmanın önemine dikkat çeker. Bu ancak yüksek sesle okuma pratiğiyle geliştirilebilir.

İkinci Pusula: Duy

Le Guin, “Edebiyat müştekerik bir iştir.” der. Etkilenme endişesini “konuşan testesteron” olarak adlandırır. Elbette taklitten değil okuduklarımızın tıpkı kendi deneyimimiz gibi içimize yerleşmesinden söz eder. Ama yaratıcılığın kaynağı burası değildir. Yalnız Denizci, rüzgarın sesini, dalgaların ona söylediğini duymalıdır. O, başka bir kaynaktan gelen bir sezişi duymaya izin vermeyi vurgular. Karakterleri için, “İrademi kullanarak oraya birilerini yerleştirmeye çalışmamın bir faydası yok. Bu insanlar ancak kendileri hazır olduklarında geliyorlar, çağrıları yanıtlamıyorlar. Sessizliği yanıtlıyorlar.” diyecektir. Bu beklemeye “sesi duymak için kulak kabartmak” adını verir.

Düşünen, analiz eden benliğe güvenmez, başka bir kaynaktan (bu kaynağa meşrebinize göre bilinçaltı, kolektif bilinçdışı ya da ilham diyebilirsiniz) gelene izin vermeyi öne çıkarır; “Yazarken güç, iktidar bendedir, kontrol benim elimdedir, sözcükleri ben seçip öyküyü ben biçimlendiririm. Öyle değil mi? Öyle mi? Ben dediğiniz kimdir? Yazarken nerededir bu ben? Tempoyu izlemekte. Sözcükleri. Kontrol onların elinde. İktidar sahibi olan öykü. Ben öyküyü izleyen, kaydedenim. İşim bu, görevim de işimi doğru dürüst yapmak.”

Üçüncü Pusula: Öğren

“İşimi doğru dürüst yapmak” diyor ya bunun için öğrenmek gerekir; bir zanaatı öğrenmek. Bir şeyi iyi yapabilmek, kendinizi ona adamaktır. “Bir şeyi iyi yapmayı öğrenmek ömür boyu sürebilir. Buna değer.” der. Türkçe’de Dümeni Yaratıcılığa Kırmak adıyla yayımlanan Steering the Craft, “Dümeni Zanaata Kırmak” diye de çevrilebilir pekala. Yazarlığı diğer zanaatlara benzetir sık sık: “Peki, birinin elinde hiçbir alet edavat olmadan gelip mutfaktaki musluğu tamir etmesini mi bekliyorsunuz?” diye sorar.


Dümeni Yaratıcılığa Kırmak
Ursula K. Le Guin
Çevirmen: Damla Göl
Hep Kitap

Yola çıkacak denizcinin yelkenlisinin özelliklerini tam anlamıyla bilmesini, seyrüsefer becerileri kazanmasını ister. Sözdizimleri, anlatıdaki ses, yalın ya da süslü yazmak, dolaylı ya da doğrudan anlatmak üzere pek çok alıştırma sunar. Hiçbir anlatım biçimine diğerine göre üstünlük tanımaz. Ne de olsa “sanatın disiplini özgürlüktür.” Ama kendi sesini bulabilmesi için hepsini denemesi, yapa yapa öğrenmesi için yazar adayını yüreklendirir.

Dördüncü Pusula: Bedeninle Çalış

Kendi yazdığındaki müziği okumayı öğrenen, bilincinin ötesindeki öyküye kulağını vermeyi beceren, zanaatında artık onu bilinçli olarak düşünmeyecek kadar ustalaşan yazarın pusulası bedenidir artık. Kurmacayla kendini vererek uğraşan herkesin yaşadığı bir deneyimdir bu. Vecde gelmek, esrimek değildir bu her zaman ama daima bedeniyle duymaktır. “Metin kurmak, yazmak zor iştir; bedeni doyurucu ve gevşetici bir faaliyetle değil, sabitlik ve gerginlikle katar işin içine.” der mesela. Bu gerginlik hissinin içinde kalabilmenin altını çizdiğini anlarız. Ya da “Gövdemin ortasında, tai chi yaparken merkez aldığımız yerde, chi’nin, enerjinin olduğu yerde. İşte kadınlarım benim oramda yaşıyor.” der, kadın karakterleri için. Bunu en güzel, Zihinde Bir Dalga’nın sonunda yer alan “Yazar İş(inin) Başında” adlı şiirinde ete kemiğe büründürür;

“Bedeniyle çalışır,

Gündelikçidir.

Emek verir, doğum sancısı çeker,

Terler, sızlanır.

Kendisidir enstrümanı,

ağırşağı, mekiği, çıkrığı.

(…) Bedeni içinde işler

Bir gece canlısını.”

Kimse kimseye yazmayı öğretemez. Yazıyla uğraşanın bireysel yolculuğudur bu. Ama bu yolculuğa pusulasız atılmamak ya da sadece yazı denen büyü üzerine düşünmek isteyenler için Ursula K. Le Guin’in iki hediyesi var. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı