Röportaj: Gökçe Özder

Esra İlter Demirbilek’i TRT Çocuk, Minika Go, Araştırmacı Çocuk gibi dergiler ve Tudem, Altın Kitaplar, Doğan Egmont gibi yayınevleri için yaptığı çizimlerden tanıyoruz. Ayrıca yazıp çizdiği Çılgın Deneyler Kulübü ile Yeryüzü Takımı isimli iki kitap serisi de mevcut. Esra Hanım’la çocuk kitabı resimlemenin aşamaları, mizah-çocuk ilişkisi, bilimin edebiyattaki yeri, resme ilgisi olan çocukların ne şekilde yönlendirilebileceği gibi konularda söyleşmek üzere yeni nesil toplantı mecrası Zoom’da buluştuk. 

Öyleyse başlayalım!

Bir kitabın çizim süreci nasıl ilerliyor? Yazmadığınız bir kitabı çizerken yazar veya editör tarafından yönlendiriliyor musunuz yoksa serbest olmak mı hoşunuza gidiyor? 

İllüstrasyonun kullanıldığı yer ve kitap biçimine göre değişiyor. Mesela kapak illüstrasyonları satış ve pazarlamada etkili bir unsur olduğu için editörden aldığımız kısa yönerge ile çalışıyoruz. Resimli kitaplarda metni okuyup aynı hikâyeyi illüstrasyonlarla anlatmaya özen gösteriyoruz. Yazar ve editörden bazen kısa yönergeler gelebiliyor, bunları dikkate alıyoruz ama kendimizden de pek çok şey katıyoruz. Hikâye kitaplarında ise sahneleri genelde ben belirliyorum. Karakter yaratırken hikâyenin teması ve okur yaş grubunu göz önüne alıyoruz. Ben metnin de o çizimin içine girebileceği daha hareketli çizimleri seviyorum. Öncesinde bir taslak çalışma oluyor. Bu onaylandıktan sonra esas çizime geçiyorum. 

Peki size gelen her çizim teklifini kabul ediyor musunuz?

Mesleğe yeni başladığım zamanlarda tecrübe kazanmak adına her tür işi kabul edebiliyordum. Ama zamanla anladım ki benim daha yatkın olduğum bazı tarzlar var. Ben kendime artık cartoon comics dediğimiz tarza yakın bir mizah ve bilimkurgu çizeri olarak tanımlıyorum. Neyi çizmekten hoşlandığınızı biliyorsanız eğer tam konsantre olabiliyorsunuz. Yazarın kafasındaki fikri de alıp kendiniz de bir şeyler eklediğinizde geri dönüşü de çok olumlu oluyor. 

Çizim tarzınız “mizahi” olduğu gibi yazdığınız metinler de öyle. Peki sizce mizah bir çocuğa ne katar? Çocuk edebiyatında nasıl bir yeri var?

Mizah hep hayatımda vardı. Mizah bir hayata bakış tarzı aslında. Mizahçıların hayatı ciddiye almadıkları sanılır. Oysa ben bunun tam tersi olduğu kanaatindeyim. Hatta hayatı fazlasıyla ciddiye aldıkları için mizahçıların genelde kaygılı insanlar olduğunu düşünüyorum. Yetişkin olduktan sonra geriye dönüp çocukluğuma baktığımda mizahın bu kaygılarımı kontrol etme amaçlı kullandığım bir unsur olduğunu fark ettim. Çocuklarla yaptığım mizah yazma atölyelerinde de gördüğüm kadarıyla çocuklar kendi eksik yanlarını, korkularını, kaygılarını mizahla birleştirip ortaya döküyor ve bunlarla yüzleşiyorlar. Sonra anladım ki ben de çocukluğumdan beri bunu yapıyormuşum. Mizahı  edebiyatın bir türü olmaktan ziyade hayata bakış açısı olarak düşünmek lazım. Mizah çocukları gülümsetiyor, onları eksik yanlarıyla yüzleştiriyor. 

Mizahı ben de çok önemserim ama doğrusu hiç bu açıdan düşünmemiştim. Bir yandan da mizah özellikle yetişkinler tarafından gereksiz görülen, önemsenmeyen bir alan aslında. Tıpkı bilimkurgu veya fantastik gibi. Siz de özellikle bilimkurguya ilgilisiniz. Sizce bilim edebiyatın neresinde?

Ben çocukken sıkı bir Jules Verne okuyucusuydum. Kendisi hem iyi bir edebiyatçı hem de döneminin bilim insanlarıyla sürekli iletişim, sohbet halinde olan biri. Bu yüzden örneğin Ay’a seyahati 107 yıl önce hayal edebilmiş. Jules Verne kahin değil. Ama sezgilerini bilimsel verilerle harmanlayarak bunu öngörebilmiş. Buradan yola çıkarak edebiyatın bilime, bilimin de sanata ilham verebildiğini söyleyebiliriz.

Bizler seksenlerden itibaren çok hızlı bir teknoloji gelişim çağının içindeyiz. Günümüz çocukları da bu teknolojinin içine doğdular. Artık oturduğunuz yerden her şeyi kontrol edebilecek hâle geldik. Çocuklar kadar kendim de bu gelişmelerden çok etkileniyorum. Fakat eğer bilimsel bilgi, teknoloji insanlara, canlılara, doğaya zarar veriyorsa bu noktada bilimden ve teknolojiden bahsetmek zor. Çocuklara ben bunu aşılamaya çalışıyorum aslında. Önceliğin her zaman için insan ve diğer canlıların hayatı ve doğanın dengesi olduğunu unutmamaları gerekiyor. 

Elektrik-elektronik mühendisliğinden çizerliğe uzanan bir kariyeriniz var. Önceki mesleğiniz çizerliğinize katkı sağladı mı?

Ortaokul, lise zamanlarından beri çizime ilgim var. Ortaokuldan beri kendi yarattığım karakterlerle çizdiğim çizgi öykülerim var. Lisede de kendi kendime mizah gazetesi hazırlıyordum, arkadaşlarım ve öğretmenlerim de ilgiyle takip ediyordu..Fakat iş üniversite tercihi aşamasına gelince mühendislik ağır bastı. Aslında mühendislikle çizerlik birbirinden çok farklı şeyler değil. Leonardo da Vinci örneğin, hem bir mühendis hem de ressam. Ben de hep mühendislik okuduktan sonra ar-ge ve tasarım alanında çalışmayı hayal etmiştim. Ama öyle olmadı maalesef. Daha ziyade satış pazarlama iletişimi alanına kaydım. Ama daha sonra bundan da çok hoşlandığımı fark ettim. Çünkü burada da reklam, broşür gibi görsel iletişim tasarımı ögeleri var işin içinde. Yani görsellikle ilişkim devam etti.

Şu sıralar bir kurum bünyesinde gerçekleştirdiğim yetişkin atölyelerinde görsel anlatımın fikir üretmede ne kadar faydalı bir unsur olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Çünkü görsel anlatım insanlığın en kadim anlatım biçimi. Ayrıca bir çocuğu da düşündüğümüzde ilk önce el hareketlerini kullanarak bir çeşit görsel anlatım yoluyla kendini ifade ettiğini görürüz. Olay döngüsünü görebilmek ve bağlantıları görebilmek için verileri somutlaştırmak çok işe yarıyor. Bunun için illa çok iyi çizim yapabilmenize gerek yok. Bir sorunla karşılaştığınızda bunları çöp adamla olsa bile şemalaştırdığınızda hakikaten beyin çok farklı çalışmaya ve daha önce görmediği şeyleri görmeye başlıyor. Çizmek yazmak kadar şifa verici bir şey ve fikir üretmede çok işe yarıyor. 


Yeryüzü Takımı – Doğanın Uyanışı
Esra İlter Demirbilek
Doğan Egmont Yayıncılık

Mühendislikten sonra belli bir aşamada çizerliğe kaydınız. İlerleyen zamanlarda ise hem yazar hem çizeri olduğunuz kitaplarla sürüyor. Bu süreç nasıl gelişti?

İnsanlar hep çizerlik tarafımı gördü ama arka tarafta ben hep kendi kendime çizgi romanlar yazıp çiziyordum. Yazdığım ilk kitap olan Çılgın Deneyler Kulübü de bir çizgi romandı aslında. 

Bir editör arkadaşım bu çizgi romanımın hikâyeye dönüşmesi noktasında çok ısrarcı oldu. Bir hikâyeyi çizerek anlatmak çok daha fazla zaman gerektiriyor. Bunu metin formatında dönüştürelim, diyerek beni ikna etti. Derken serinin ilk kitabı olan Işınlanma Kazası ortaya çıktı ve sahiden de çok büyük ilgi gördü. 


Zehirli Topraklar – Yeryüzü Takımı 2
Esra İlter Demirbilek
Doğan Egmont Yayıncılık

Çizime ilgisi olan çocuklara sahip ebeveynler veya öğretmenler çocuklarını ne şekilde yönlendirebilir, onlara nasıl destek olabilir? Önerileriniz varsa alabilir miyiz?

Resim yapabilmek iki unsur gerektirir. Teknik ve hayal gücü. Çocukların hayal güçleri zaten yetişkinlerden çok daha iyi. O anlamda ebeveynler çocuklarının hayal güçlerini geliştirmek için bol bol resimli kitap okuyabilirler çocuklarına. Teknik kısma gelince, iyi çizim yapıyor olmak tamamen öğrenilebilir bir şey. Ve bu da ağır bir eğitimdir. Çocuğun zihnen ve fiziken buna hazır olması, bakış açısının bir parça gelişmiş olması gerekir. Çocuğun sahiden bir ilgisi varsa ortalama 12-13 yaşlarından önce teknik eğitim almasını önermiyorum. Çünkü bu yaştan önce çocukta perspektif algısı gelişmemiş oluyor. Yetişkinlerin bundan önce yapabilecekleri en iyi şey resim yapmaları için çocuklara her türlü koşulu, desteği sağlamaları. Ayrıca yaptığı resimleri yorumlamak da çocukların hayal güçlerini sınırlandıran bir şey.  Çocuklarda resim aslında bir kendini ifade etme metodu. O gözle bakmalarını öneririm.. 

Yetenekli çocuklar aile biraz üstüne gelince korkup bırakıyorlar. İşin içine sorumluluk girdiğinde eğlence olmaktan çıkıp ödeve dönüşüyor. Çocuk talep etmedikçe ısrar etmenin gereği yok. Sanat içten gelen bir şey. Burada ona deneme fırsatı sunmak önemli. Israrcı olmaktan ziyade seçenek sunmak ve onu anlamak gerekiyor. Bizse hemen ciddiye alıyoruz ve bu yüzden nice yetenek kayboluyor.

Aslında çocuklukta eğitimi alınan şeylerin hemen profesyoneli olunacak diye de bir şey yok. Hobi düzeyinde de kalabilir bunlar. Ama dediğiniz gibi biz hemen profesyonelleşmeye yöneltebiliyoruz. 

Çocukken benzer şeylere ben de maruz kaldım. Resim yapıyordum, bana hemen “Aaa sen ressam mı olacaksın?” diyorlardı. Hayır, ben yalnızca resim çizmekten hoşlanıyordum. Bu bir terapi yöntemi, ifade biçimi. Bir şeyleri üretme ihtiyacının dışavurumu. Hemen onu kalıplara soktuğumuzda yaratıcılığı böyle böyle öldürüyoruz.

Çok teşekkür ederim Esra Hanım. Çok keyifli bir söyleşiydi. 

Ben teşekkür ederim.