Hasan Öztürk

“Muharrir neden yetişmiyor?” sorusunun karşılığı, Deleuze’ün, “Yazmak, aynı zamanda yazardan başka bir şey olmaktır.” (Kritik ve Klinik) cümlesinde saklı gibi. Söz yerindeyse “aşırı yorum” gerektiren cümledeki “yazardan başka bir şey olmak” deyişini, edebiyat evreninin sınırsızlık ve belirsizliklerine imgesel bir vurgu sayıyorum. Tolstoy’un aktardığıyla “kitapların yazgıları, okurların anlayışlarına göre” (Sanat Nedir?) belirlendiğinde ne çok “başka şey” çıkıyor yazarın karşısına. Bir devrimin kuramcı öncüsü Lenin, yoldaşı Lunaçarski’ye yazdığı mektupta, dönemine damgasını vurmuş Mayakovski için “Bana kalırsa onun yazdığı on şeyden biri basılmayı hak ediyor, o da ancak 1.500 adet, kütüphaneler ve kaçıklar için.” (Sanat ve Edebiyat Üzerine) buyruğuyla tarihsel süreçte yazar olmanın, olabilmenin edebiyat dışı güçlüklerini belgeliyor adeta. Tevfik Fikret’in, “Kolay mı? San’atı siz öyle kendi kendisine / Olur biter mi kıyas edersiniz?.. Heyhât! / Vücuda gelmek için bir sahife-i nağamât” / Neler çeker o beyinler, neler çeker de yine / O nağmelerdeki te’siri bulamayıp kâfi / Arar bu aczini tasvire bir lisan-ı hafî” dizelerindeki estetik kaygıyı öteleyerek soruyu, “Muharrir neden yetişmiyor?” biçimiyle ya da önüne “bizde” sözcüğünü ekleyerek sormak, cevabı pek fazla değiştirmez. Yazının/yazarın “olmak” sorunu, zamana ve mekâna göre pek değişmiyor çünkü.

Muharrir Neden Yetişmiyor? (Cümle Yay., 2015), 1949’da Akşam gazetesi için yapılmış anket cevaplarının toplamı bir kitap. Nurcan Ankay ile Deniz Depe’nin yayıma hazırladığı kitap, vaktiyle “anket ve röportajlarla dikkat çekmiş” Saadettin Gökçepınar’ın konuştuğu yirmi bir ismin görüşlerini içeriyor. Bugün adları arşivlerde saklı İskender Fikret Akdora ve Ali Rauf Akan’ı kenara ayırırsak Halide Edip, Falih Rıfkı, Refik Halit, Nadir Nadi, Abdülhak Şinasi, Yakup Kadri, Ercüment Ekrem, Tanpınar, Yaşar Nabi, Vâlâ Nurettin, Rıza Tevfik, Vedat Nedim, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Şevket Rado, Sait Faik, Ziya Osman ve Oktay Akbal, bir biçimde bilindiklerden. On dokuz adı özellikle saymamın nedeni, onların edebiyat anlayışlarının ayrılığı ve duruş yerlerinin uzaklığına karşılık cevaplarındaki benzerliklerdir. Peyami Safa adının eksikliğini gördüğüm listedekilerin, sorulara verdiği karşılıkların bir kısmını atlayabiliriz elbette, ancak handiyse yetmiş yıl sonra bile üzerinde durulması gerekenleri var onların.


Muharrir Neden Yetişmiyor?
Saadettin Gökçepınar
Cümle Yayınları

Edebiyat konuşulduğunda yazar, eser ve okur, bugün de başat konular; söylemek bile fazla “varlığı bir dert yokluğu yara” onların. Adı geçen gazetenin anketinden önce de konuyla ilgili çokça yazılıp söylenmiş. Osman Cemal Kaygılı’nın “Günün Meseleleri” başlığındaki (1938) yazısı (K24, 10 Şubat 2015), söz konusu anketin esin kaynağı bence. “Muharrir neden yetişmiyor?” kaygısına, “Yetişeceği kadar yetişmiş işte, daha fazlası yetişip de ne olacak sanki? Yetişenleri zaten kaç kişi okuyor ki yetişecekleri kimler okuyacak!” polemiğiyle karşı duran Osman Cemal ekliyor: “Bazı Hint Fakirleri yahut pek yemek içmek sevmezler gibi, insanları yıl on iki ay oruç ve perhizle vakit geçiren bir memlekette hiç aklı başında bir adam lokantacılığa kalkışır mı?”

Kitaba adını veren anket soruları, “muharrir” sorusuyla sınırlı değil; yeni dil, çeviri, telif ücreti, şiir, gazete vb. konularla ilgili sorular da sorulmuş yazarlara. Anketin yazar/edebiyat eksenindeki sorularına verilen cevapları üç grupta toplamak mümkün. Eleştirilerin birincisi, eskiler dili ve söylemi yeni olan kuşağı anla(ya)mıyor; ikincisi, okur azlığı ve ekonomik getirisi olmadığından yazarlık ilgi görmüyor; üçüncüsü de siyasal iktidar, yazarın yazma özgürlüğünü yok ediyor. Ortak eleştirilerin, edebiyatın genel sorunları olmak yanında onları yeni bir rejime tanık olmuş edebiyatçıların, sanatı “ideolojik aygıt” bilmiş rejimin partisinin henüz iktidarda olduğu bir zamanda yöneltmiş olmaları da atlanmaması gereken bir ayrıntı bence.

“Kendisinden sonraki oluşlara gözlerini kapayan insan yerinde sayan insandır.” cümlesiyle Orhan Veli, eskilerce anlaşılmak istenmeyen yeni kuşak adına konuşur. Oktay Rifat, boynuzun kulağı geçtiğini anımsatarak öncekilerin, “yazı alanında gördüğü çoraklık, ölçülerdeki aykırılıklardan doğuyor” yargısıyla zamandaşını onaylıyor. Ziya Osman da öncekilerin yenileri okumadıklarından, okusalar da anlamadıklarından, bu nedenle yenileri görmezden geldiklerinden yakınıyor. Kuşağını “öksüz bir nesil” sayan Oktay Akbal da yeni kuşağı okumayan eskilerin, “gençler cahil, gençler kabiliyetsiz” türündeki önyargılarından yakınıyor.

Yazarlığın, geçim sağlayan bir “meslek” olup olmadığı sor(g)usu, Edebiyat Sosyolojisi yazarı Robert Escarpit’in, “Dünya kadar eskidir bu mesele: Edebiyatın insanı doyurmadığı fikri bir atasözü değerindedir.” cümlesiyle tarihsel yerini bulur. Vedat Nedim Tör, “Bizim sanatkârlar, iki karılı kocalara benzerler. Geçinmek için sanat dışı en aşağı bir işleri vardır. Bunlardan vakit kalırsa kendi sanat eserleri için çalışırlar.” sözleriyle sorunun bizdeki gerçekliğini anlatır. Kalemiyle geçinen Refik Halit’in, gençlerin “edebiyatın yaşatıcı bir meslek olmaması ve hayatı kolayca, çarçabuk, birkaç hamlede kazanmak imkânlarını başka mesleklerde daha ziyade görmeleri” tespitine başkaları da katılıyor. Orhan Veli’nin değerlendirmesini sorunun ekonomik boyutuna ortak bildiri sayıyorum: “Yazar yetişmesi, yazının para eder, yazarını geçindirir bir meta olmasına bağlı. Yazının para etmesi, müşteri bulmasına bağlı… Müşteri bulması, halkın okuyup yazma bilmesine, ayrıca da kitaba verecek parası olmasına bağlı. Halkın okuyup yazma bilmesi, ailelerin hâllerinin -çocuklarını çifte, oduna, çarşıya, fabrikaya göndermek zorunda kalmamaları için sıkıntı çekmeden geçinebilecek kadar düzgün olmasına bağlı. Yazarın para imkânlarına bağlı…”

“Muharrir neden yetişmiyor?” anketinin yılı 1949’dur ve bu yıl, CHP iktidarının son demleridir. Ankete katılanların hemen hepsi Vâlâ Nurettin’in, “Her sivrilen edebî baş, şu veya bu şekilde birer matrak (tokmak) yemiştir.” cümlesindeki baskıcı ortamdan yakınmaktadır. Rejimin önemli isimlerinden Nadir Nadi, iktidarın siyasi ve ekonomik baskısından rahatsızdır: “Kalıp halinde insan yetiştirmeğe çalışan, fikir hürriyetlerini kısan, bazı formüller dışında yazı yazmayı yasak eden, sonra yazıyı meslek edinen insanların geçimini güçleştiren şartlar altında bundan daha fazlasını beklemek zaten imkânsızdır.” Yaşar Nabi de zamanındaki “siyasî ve içtimaî umumî şartların” olumsuzluğundan huzursuzdur. Rıza Tevfik, sanatın ve düşüncenin yereceği “hakiki demokrasi” ortamı için “inhisarı [tekeli] hükümetin elinden kurtarmalı” görüşünde. Söz yerindeyse “acılı kuşak” sanatçıları Orhan Veli, Sait Faik ve Melih Cevdet, siyasal iktidarın baskılarına hayli sert tepki veren isimlerdir. Melih Cevdet’in, “Bizde sanatçının yurt sevgisinden de samimiyetinden de namusundan da şüphe edilmektedir. Sanki sanatçı bu yurdun çocuğu değilmiş gibi.” serzenişi durumu özetler aslında.

Muharrir Neden Yetişmiyor?, devrimleri, ideolojisi ve politik tercihleriyle konuşulan bir dönemin sanat/edebiyat ortamına tanıklık etmesi bakımından önemli bir kitap. Yalnızca bilgi edinecekler için değil, edebiyat yoluna çıkacak ilgililer için de bu böyle elbette. Kitabın, başka yazıları besleyecek cevaplarından Refik Halit’in, “Komünizme kaçanlardan başkasında bir fikir yaymak arzusunun bulunması… Bu komünizanlar da satıhta [yüzeyde] kalıyorlar, propagandada.” gerekçesi, bugünler için ayrıca not edilmeli bence.

Arka Kapak dergisi 22. sayı