Ülkü Özel Akagündüz

“…Kimsenin böylesi bir insan yalnızlığını tahayyül edemeyeceğini düşündüm. En yalnız gün, bütün günlerin en ıssızı… Yol o kadar sonsuz ki içimi bir korku kapladı.”

Buzda Yürüyüş – Werner Herzog

‘Buzda Yürüyüş’ü evde okumalısınız, mümkünse güneş gören bir odada, yemeğinizi henüz yemişken ve ocakta çay demlenirken. Birazdan, Alman sinema yönetmeni Werner Herzog’a, Münih’ten Paris’e yaptığı ‘perişan’ yürüyüşte eşlik edeceksiniz çünkü ve Herzog yağmurlarda kedi gibi ıslanır, samanlıklarda uyurken ve artık insana benzemediği düşüncesiyle gördüğü herkesten kaçarken siz, güneşli oda ve kuru giysiler için minnet duyacaksınız. Onun su toplayan ayakları sızlarken, dert görmemiş bacaklarınızı kaygısızca esnetecek ve çayınızdan sıcak bir yudum alacaksınız. Seyyah ruhunuz nereye uçtu şimdi? Dolu fırtınasından kurtulmak için bir evin duvarına tutunan Werner mi olmak isterdiniz yoksa onun pencereden gördüğü, masa lambasının ışığı altında kitap okuyan adam mı?


Buzda Yürüyüş / Münih-Paris
23 Kasım – 14 Aralık 1974
Werner Herzog
Çevirmenler: Ali Bolcakan, Hakan Toker
Jaguar Kitap

İyi ama derdi neydi yönetmenin? 1974’ün 23 Kasım’ında Münih’ten Paris’e yürümeyi neden istemişti? Kendince anlamlı bir sebebi vardı elbet; Alman sinemasının önemli ismi senarist Lotte Eisner’in Paris’te çok hasta olduğu ve muhtemelen öleceği haberini almış ve yolu ağır aheste kat ederek zamanı çekip sündürürse Eisner’i ölmeden görebileceğini düşünmüştü. Herzog’un amacına ulaşıp ulaşmadığını tabii ki öğrenemeyeceksiniz buradan, hem zaten asıl olan yolculuktur bilirsiniz menzil değil.

Yürüyüşten dört yıl sonra yol günlüğünü kitaplaştırmaya karar veren Herzog, önsözde ‘Zaten kendimle baş başa kalma ihtiyacı da duyuyordum’ diyor. Yirmi bir gün boyunca, tarla kıyılarından, sisli ormanlardan, yağmurla, karla, fırtınayla sınanarak yürürken, derelere ‘bir hayvan gibi eğilip’ su içerken, köylülerin şüpheli bakışlarından kaçıp, tutuklanma korkusu yaşarken öyle yalnızdır ki, günlüğünde sözünü etmese bile, kendisiyle bir daha hiç bu kadar baş başa kalmamaya yemin ettiği düşünülebilir;
“…Kimsenin böylesi bir insan yalnızlığını tahayyül edemeyeceğini düşündüm. En yalnız gün, bütün günlerin en ıssızı… Yol o kadar sonsuz ki içimi bir korku kapladı.” Ama bu ıssızlıkta, tabiatı iliklerine kadar duyar yönetmen ve hayvanlar tek yoldaşıdır neredeyse. Kimi gün kuzgunlarla uçar, kimi gün bir ağacı gagalayan sıvacı kuşunun sesiyle sakinleşip oturur, kimi de karda birbirine sokulmuş koyunların gözündeki güveni hayretle izler. “İnsan arabadayken” diyor Herzog, “Pek fark etmiyor, ne kadar çok köpek olduğunu, ateşlerin kokusunu ve de inleyen ağaçları…” Kitap bittiğinde siz de ihtimal ki, ‘İnsan arabadayken zaten neyi fark ediyor ki?’ diyeceksiniz. Günlüğünü, soğuktan moraran parmaklarıyla yollarda yazan Herzog, kısa cümleler kurmuş çoğunluk; ama satır aralarında edebiyatın lezzetli buğusu tütmüyor değil. Kaldı ki, bizi öyle zahmetli bir yolculuğa çıkarıyor ki, yürüyüşün kendisi başlı başına saygı değer ve öğretici bir eyleme dönüşüyor. Sonunda, güneşli odadan çıkıp bir bardak sıcak çay için kilometrelerce yol yürüyesi geliyor insanın. 

Arka Kapak dergisi 7. sayı