Nihal Yormaz

Birçoğumuz sessizlikten korkuyoruz ve sessizliğin yarattığı boşluğu, sürekli paylaşarak, bağlantı kurarak ve bu bağlantının devamlılığını korumaya çalışarak doldurmayı deniyoruz. Zihnimiz ömrümüz boyunca o kadar çok gürültüye maruz kalıyor ki çoğu zaman kalbimizin sesini duyamıyor ve zihnimizin maruz kaldığı o daimi gürültünün bizi savurmasına müsaade ediyoruz. Vietnamlı Zen ustası Thich Nhat Hanh Sessizlik adını verdiği kitabında bizi güzelliğin çağrısını duymaya ve gürültüyle dolu zihinlerimizi, bedenlerimizi huzura kavuşturmaya davet ediyor.

Günümüzde hepimiz iş ve hayat dengesinden, ikisini birbirinden ayırma gerekliliğinden bahsedip duruyoruz. Oysaki iş ve hayat birbirinden ayrı, bambaşka şeyler değil aslında. Günümüzün hatta hesaba vurduğumuzda ömrümüzün çok büyük bir kısmını işte geçirdiğimizi düşünecek olursak; hayatla işi birbirinden ayırmaya odaklanarak aslında hayatımızın büyük bir kısmını yaşamadan geçirmiş olduğumuzu fark etmek mümkün. İşte Thich Nhat Hanh bu noktada bize büyük bir bölümünü mutluluğu arayarak geçirdiğimiz hayatlarımızın farkına varmak için rehberlik ediyor. Her ne yaparsanız yapın farkındalıkla yapın diyen usta, etkinliklerimize, hareketlerimize, düşüncelerimize ve dahası duygularımıza açıklık ve neşe getirmenin yollarını göstermeye çalışıyor.

Kitabı okumaya başladığınızda öncelikle ihtiyacınız olan en önemli şeyin sessizlik özellikle de içsel sessizlik olduğunu fark edecek ve yavaş yavaş hayatınızı sessizleştirmenin ve dolayısıyla da huzura ermenin yollarını aramaya başlayacaksınız. Belki ilk adımı sosyal medya diyeti yaparak atacak, sonrasında yavaş yavaş televizyonu açmamaya, telefonunuzun sesini kısmaya ve hatta kapamaya, sevdikleriniz de dâhil olmak üzere herkesle daha az iletişim kurmaya başlayacaksınız. Bu bana ne kazandıracak diyorsunuz değil mi? Gelin birlikte düşünelim; her gün belli bir süreyi sessizlik içinde geçirsek sizce de kuşlar kadar özgür hissetmez miyiz kendimizi? Biliyorum; sessizliği düşünürken bile aklınızda binlerce ses var ve siz bir yandan o seslerden kurtulmanın imkânsız olduğunu düşünürken bir yandan da denemeye değer buluyorsunuz bunu. Ben de yola böyle çıktım, bu yüzden de sizi çok iyi anlıyorum. Bir süredir asla ve hiçbir şart altında bozmadığım bir sosyal medya diyetindeyim çünkü ben işe iletişimi azaltarak başlamanın en doğrusu olduğunu düşünerek başladım. Her ne kadar paylaşmak ve paylaşılanları almak istesem de kendimi bütün gün bağlantı kurma çabasıyla meşgul etmemin zihnimi, bedenimi ve ruhumu yormaktan başka neye yaradığını çok sordum kendime. Dişe dokunur tek bir cevap dâhi alamayınca bu çabanın içsel boşluğumu doldurma çabasından başka bir şey olmadığını fark ettim. En büyük eksiğim kendimi sessizliğe alıştıramıyor olmamdı. Sessizlik bana kendimi ezelden beri terk edilmiş, yalnız ve çaresiz hissettirirdi fakat Hanh sayesinde tüm düşüncelerimin aslında benim temel besin kaynağım olduğunu fark ettim. Değişim de işte tam burada başladı. Tıpkı yediğimiz, içtiğimiz, çiğneyip yuttuğumuz her besin gibi zihnimiz de okuduklarımızdan, seyrettiklerimizden, dinlediklerimizden besleniyor ve bazen çok sayıda uyarana maruz kalan zihnimiz derin bir sessizliğe ihtiyaç duyduğundan bize baş ağrısı gibi bir uyarıcıyla sinyal verebiliyor.

Sessizliğe nasıl ulaşacağınıza dair alıştırmalar ve yönergeler bulacağınız bu kitapta, çevrenizdeki iyileştirici unsurlarla temas kurarak kendinizi nasıl yenileyebileceğinizi de öğreneceksiniz. Kendinize e-postaların, videoların, sohbetlerin ve kavgaların olmadığı bir an yaratmayı deneyecek ve bir süre sonra bu anı yaratabilmeyi başardığınızı gördüğünüzde kendinizi hayatınızda hiç olmadığınız kadar mutlu ve huzurlu hissedeceksiniz. Haydi şimdi hemen yanı başınızda duran telefonunuzu sessize alın, etrafınızda gürültü yapan her türlü cihazdan uzaklaşın, gerekirse kendinizi lavaboya kapatarak sadece sessizliği dinlemeye, kendinizi, özünüzü, ruhunuzun en temiz noktasını bulmaya çalışın. Bırakın zaman dilediği gibi aksın, siz kendinizi bulma yolunda kimsenin size hediye edemeyeceği zamanı kendi kendinize hediye edin.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 21.sayısında yayınlanmıştır.