İlyas Koç

“Konya’da bir Mevlânâ gösterisi seyrettim. Futbol sahasında, lazerler ve dumanlar eşliğinde 400 kişi dönüyordu. İzlediğim gösteri Arjantin tangosunu andırıyordu. Makamsal bir şey yoktu. Mevlânâ Yılı bu gösteriyle bitti. O manzara bugünün Türkiye’sinin tasavvufunu anlatıyor! Mevlânâ 1950’li yıllardan sonra bir siyasi malzeme haline geldi.”

Bu sözler, geleneksel Mevlevî sûfî müziğinin dünyaca ünlü ustası Neyzen Kudsi Erguner’e ait. Erguner, Gazeteci Fatih Vural’ın yayına hazırladığı “Bir Neyzen İki Derya” isimli nehir söyleşide popüler kültürün mezesi haline ge/tiri/len Mevlâna, Mevlevîlik, Şems, tasavvuf ve tasavvuf musikisine dair entelektüel derinliği olan önemli eleştiriler yapıyor. Aynı zamanda Hz. Mevlana ve Şems-i Tebrizi hakkında birtakım mistik çevrelerde, kitaplarda ve konferanslarda dile getirilen sayısız iftiraya karşı, ayakları yere basan, kaynağını doğrudan Mesnevîden alan argümanlarla bir reddiye sunuyor.

Molla Câmi’nin, Hz. Mevlana hakkında söylediği meşhur bir söz vardır: “Peygamber nîst veli kitap dâred.” (O Peygamber değildi ama kitabı vardı.) Hz. Mevlana’nın mana denizinde kulaç atmak her kişinin kârı değil. Molla Câmi bu sözüyle onu bir parça anlamış gibidir. Ancak günümüzün nevzuhur sûfîlerinin Hz. Mevlana ve Şems hakkında yazdıkları kitaplarda bu iki evliyanın “şarap içip homoseksüel ilişkileri” olduğunu söyleme cüretini göstermeleri o mana denizinden nasipsizliklerini de göstermesi bakımından ibretlik bir manzara teşkil ediyor. Bu iftiralara yönelik olarak kaynağını doğrudan Kur’an, sünnet ve Mesnevi’den alarak kendi inandığı doğrularla cevap veren Erguner, “Neo-Sufizm” kavramına eleştirilerini tek tek sıralıyor. Marx’ın 19. yüzyılda dinleri halkın afyonu olarak tanımladığı sözünden mülhem, bugün uydurulan çeşitli mistik hareketleri “dinlerin yerini dolduran uyuşturucular” olarak nitelendiriyor. Nefislerine köle olmuş şeyhlerin cahil ve safdil dervişlerinden oluşan Neo-Sufizm’in tasavvuf geleneğinin tersine uyanık gönülleri uyuttuğunu, Peygamber’e ve evliyaya iftiralar düzdüğünü, aşkı nefrete, nuru zulmete çevirdiğini anlatıyor. Liderlik sevdasıyla şeyh olma kervanına sonradan kadınların da katıldığını belirterek, “şeyhka” tabir edilen bu hanım şeyhlerin sadece Türkiye’de değil tüm dünyada mürit avına çıktıklarını, hiçbir geleneğin devamı olmamasına rağmen Batı’da büyük ilgi gördüklerini, ABD’den ve Avrupa’dan gelen meraklılara patent verir gibi kendilerinde olmayan hilafeti vererek temsilcilikler açtırdıklarını ve Neo-Sufizm’in bu yönüyle uluslararası boyut kazandığını ve kimi yerlerde siyasetin oyuncağı haline geldiğini aktarıyor. Bunları ifade ederken Bu söyleşide ağzımdan çıkan sözler, gönül kırmak maksadıyla değil, gönül yapmak için söylenmiştir diyor.

Bütün bu eleştirilerin yanı sıra Hz. Mevlana ve Şems arasındaki ilişkiye dair de önemli tespitlerde bulunuyor. Mevlana’yı Şems’in müridi olarak görenlerin büyük bir yanılgı içinde olduklarını aktararak bu iki büyük zatın Bezm-i Elest’ten beri tanışık olan iki dost olduklarını, birinin diğerine şeyh ya da mürid olmadığını söylüyor. Burada bir parantez açıp gazeteci Fatih Vural’ın Kudsi Erguner’e yönelttiği soruların hazretin derûnunda saklı cevherin ortaya çıkmasında önemli bir payı olduğunu da belirtmek isterim.

Bir Neyzen, İki Derya
Kudsi Erguner
Sufi Kitap

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 10.sayısında yayınlanmıştır.