İlyas Koç

“Derdim otuz yıldır üzerinde düşündüğüm bir konuyu felsefî roman düzeyine çıkarmaktı. [Bu konunun] Roman haline gelebilmesi için üzerinde otuz yıl düşünmem gerekti. Çıkış noktam otoriter bir yönetici, usta, usta-çırak, baba-oğul [gibi] konuları tartışmaktı.” Yeni kitabı Kırmızı Saçlı Kadın için verdiği bir röportajda bunları söylüyor Nobel ödüllü Orhan Pamuk. Kırmızı Saçlı Kadın, Batı’ya ait bir hikâye ile Doğu’nun etkileyici bir anlatısını aynı felsefî düzlemde harmanlayarak, okura “düşüncenin zihinde kelimeler mi yoksa resimlerle mi belirdiği” sorusunu soran bir kitap. 


Kırmızı Saçlı Kadın
Orhan Pamuk
Yapı Kredi Yayınları

Pamuk, önceki kitaplarına nazaran kolay hazmedilebilir ve hacimsel olarak da daha kısa bir romanla selamladı okuru.  Kırmızı Saçlı Kadın’ın fikrî evveliyatı, Pamuk’un 30 yıl önce Heybeliada’da Kara Kitap üzerine çalışırken komşu arsada çırağı ile çalışan kuyucu ustasını gözlemlemesine dayanıyor. Kuyucu ile çırağının ilişkisini uzaktan uzağa takip eden Pamuk bununla yetinmez ve kısa bir süre sonra tanışarak kuyucu ile röportaj yapar. Defterine, ileride genişçe hikâyesini yazmak düşüncesiyle tek kelimelik bir not düşer:  “Kuyu”. Bu tek kelimenin bir roman haline gelmesi için üzerinde tam otuz yıl düşünür. Kendi ifadesiyle, biçimsel olarak Nobel ödüllü Patrick Modiano’nun tarzını benimseyerek “kısa roman” yazmaya karar verir. Pamuk, kitabın nasıl yazıldığına dair kısaca özetlemeye çalıştığım bu serüvenden sonra hassas bir işçiliğe soyunur. Ancak, önceki kitabı Kafamda Bir Tuhaflık’taki gibi arkeolojik bir kazıya girişmez. Üç aşağı beş yukarı ne yazacağı bellidir ancak ince bir matematikle inşa ettiği romanın ana temasını, sınırları mâhut hassas bir şablonun üzerine oturtur. O şablon şudur: Batı’dan bir hikâye al [Babasını öldürüp annesiyle birlikte olan Oidipus’un trajedisi]. Doğu’daki karşılığını bul [Oğlunu öldüren Rüstem’in ve ölen Sührab’ın hazin dramı]. İkisini aynı kazanda mecz et [Romanın ana kahramanı Cem’in, bu iki hikâye etrafında örgülenen melodramik yaşantısı]. İçine biraz da takıntılı aşk kat [Kırmızı Saçlı Kadın].

Pamuk’un bu şablonun üzerine yerleştirdiği kurgu takdire şayan. Romanın ana kahramanı Cem, bir kuyucu ustasına çıraklık eder. Kendi babasından görmediği ilgi ve şefkati, kıvamında bir otoriterlikle kuyucu ustasında bulur. Ustası ona çeşitli menkıbe ve kıssalar anlatırken o ustasına Kral Oidupus’un trajedisini anlatır. Cem, kasabaya gelen bir tiyatro grubundaki kırmızı saçlı kadına âşık olur. Bu grubun sahnelediği kısa oyunlardan biri ise Rüstem ile oğlu Sührab’a aittir. Oidupus’un tersine Rüstem; savaş sırasında bilmeden kendi oğlu Sührab’ı öldürür. Bu iki hikâye Cem’in bütün bir hayatını etkiler. Yıllarca Oidupus ve Rüstem hikâyeleri üzerine araştırmalar yapar. Bir nevi kendini gerçekleştirecek olan bir kehanetin peşinde koşar. Ve o kehanet kitabın sonunda gerçekleşir.

Açıkçası, anlatım dili ve felsefî alt zemininin verdiği mesajlar bakımından okuru yormamasına karşın Kırmızı Saçlı Kadın, kurgusundaki aşırı rastlantısal unsurlar nedeniyle okurda bir Yeşilçam filmi havası uyandırıyor. Bu denli rastlantısallıkla gerçek hayatta karşılaşmak zor. Ancak Pamuk, kitapta Doğu-Batı farkını oldukça etkileyici bir önerme ile açıklıyor: Düşünce dediğimiz şey bazen kelimelerle bazen de resimlerle ifade edilebilir. Oidupus’un babasını öldürüp annesiyle beraber olduğu sahne Batı’da hiçbir resimde işlenmezken Rüstem’in oğlunu öldürdüğü o acılı ânın Doğu’da binlerce kez resmedilmiş olması oldukça çarpıcıdır. 

Arka Kapak dergisi 6. sayı