Hasan Öztürk

Edebiyatımızda “roman” türünün görülmeye başladığı 19. yüzyılın ikinci yarısında dünya edebiyatı zirveyi görmüştü romanda. Çevirilerin ardından “Biz de yazalım artık” çıkışıyla başlayıp handiyse yüz elli yılına ulaşan romanımız, nitelik ve nicelikçe burun kıvrılamayacak yerde bugün. Vaktiyle gıyabındaki tartışmalarımızla neredeyse edebiyat cemaatini cenazesine çağıracağımız roman için Nobel Ödülü aldık yıllar sonra. Edebiyat geleneğimizin efendisi şiiri tahtından eden roman, bugünlerde bir “sektör” edebiyat ortamında.

Romanımızla ilgili bilgiler, 1917’de roman yayımlanmadığını gösteriyor. (Müfide Ferit’in 1918’de basılan Aydemir’ini 1917’de gösterenler var. Celal Nuri İleri’nin 1917’de basılan ancak kapağında “masal” alt başlığı olan Ölmeyen kitabının olduğunu belirtmeliyim) Sait Faik’in, 1936’daki “Romanın yazılmadığı yerde insanlar daha çok yaşıyorlar demektir ve hayat orada başlı başına bir roman demektir.” cümlesiyle -”yazılmadığı” yerine “yayımlanmadığı” ekleyerek- Mütareke öncesindeki bir yıla gittim; demek ki o günlerde hayatımız “başlı başına bir roman” imiş. 2017’nin henüz ortalarındayken “Hürriyet” gazetesinin 18 Haziran 2017 tarihli Pazar ekinde yayımlanan yüz kişilik jürinin belirlediği “gelmiş geçmiş 100 Türk romanı” listesi, roman türünün ölmediğini aksine capcanlı yaşadığına kanıt sayılmalı.

Bugün için, “güzerân etmemişse bile güzerânı imkân dâhilinde olan bir vak’ayı ahlâk ve âdât ve hissiyât ve ihtimâlâta müteallik her türlü tafsilâtıyla beraber tasvîr etmek” türündeki roman tanımından da “roman ahlak-ı beşeriyyenin aynı olmalıdır” beklentisinden de uzağız artık. Romanımızın öncüsü “hâce-i evvel” haklı kendince: “Ben, edebi sayılabilecek hiçbir eser yazmadım. Çünkü ben eserlerimden çoğunu yazdığım sıralarda memlekette edebiyattan anlamıyanlar, nüfusumuzun yüzde doksan dokuzunu teşkil ediyordu. Benim emelim de ekseriyete hitap etmek, onları tenvire, onların dertlerine tercüman olmağa çalışmaktı.” Ian Watt, roman türünün Batı edebiyatındaki gelişimi için yol gösterici kitabında (Romanın Yükselişi) okuryazarlığın ve özellikle de kadın okurların katkısından söz eder. Bu yazıda kaygım roman ya da romancılığımızla ilgili ayrıntılar değil, istesem de bunu yapamam burada. Kuşkusuz adından söz edilmesi gereken çok yazı/kitap var ancak Babalar ve Oğullar (Jale Parla) kitabını romanın bizdeki başlangıcı için başlangıç sayarım. Her ne zaman gündemimde roman olsa “Romana Yazılan Tarih” (Ömer Türkeş), dört başı mamur bir yazıdır benim için.

Tanpınar’ın deyişiyle edebiyatımızda “asıl romancılık” işini başlatan Halit Ziya, önceki kuşağın aksine “romancı” bilinmeden önce “roman” türünü bilme çabasıyla önemlidir. Halit Ziya, adıyla zenginleştirdiği topluluğa katılmadan önce henüz yirmili yaşlarındayken “hikâye” ve “roman” terimlerinin “tam olarak yerleşmemiş” ve her iki terimin de “zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılabilmekte” olduğu dönemde yazdığı Hikâye’de romanın tarihsel gelişimiyle ilgili bilgiler verir. Kendisinin de dâhil olduğu realist roman ile dönemini kapatmış saydığı romantik romanı karşılaştıran Halit Ziya’nın, romanın bizdeki emekleme yıllarında popüler roman eleştirisi önemlidir. Gelecekteki tehlikeyi o yıllarda sezmiş Halit Ziya, Hikâye adlı kitabının sonuna eklediği “Masalcılar” bölümünde, “bir sahib-i fikrin gururuna hizmet edebilecek derecenin pek dûnunda[aşağısında]” ve “ne hakikati tasvir ederler ne de eserleri edebiyat noktai nazarından bir ehemmiyete malik” olanların romanlarının çevrilmesine şiddetle karşı çıkar. Herhangi bir estetik kaygıları olmayan, nitelikli okura yönelmeyen “masalcı” romancılara yalnızca “avamın[halkın] paracıkları lazımdır.” Bizim edebiyatımızda “asıl romancılık” işini başlatan Halit Ziya’nın uyarısının üzerinden bir yüzyıl bir de çeyrek yüzyıl geçti; edebiyat ortamı “halkın paracıkları” için yazan masalcı romancıların kuşatması altında bugün. Unutmayalım, Halit Ziya’nın bu yazıları Hikâye adıyla kitaplaşmadan önce “Hizmet” gazetesinde tefrika edilmiştir.

Romansız yılımızdan yüz yıl sonra, “yüz roman” listesi, iki açıdan önemli: Bizde romanın başat edebiyat türü olduğu ve gazetenin edebiyat ortamını etkileme gücünü yitirmediği gerçeğidir bu.

XIX. Asır Türk Edebiyat Tarihi içinde konuya ayrı başlık açan Tanpınar, romanın bizdeki konumuna ışık tutan “Bizde Roman” (I-II), “Hayat Karşısında Romancı” ve “Roman ve Romancıya Dair Notlar” (I-II-III) başlıklı ufuk açıcı yazılarında roman sorununu öncekilerden farklı boyutlarıyla tartışmaya açar. Tanpınar’a göre “Şüphesiz ki bir Türk romanı vardır” ancak “garp dillerinden birini bilen, yabancı ülkelerde bu sanatın verdiği iyi örnekleri okuyan ve hayat üzerinde az çok fikir sahibi olan okur-yazarlarımızın büyük bir zevkle tattığı bir romanı henüz yoktur” bu toplumun. Tam da yolun yarısına gelmişkenki bu yargısının ikinci yazısında Tanpınar, “Acaba hakikaten istediğimiz gibi bir romanımız olsa bunun farkına varır mıydık?” diye sorar. Roman ve romanımız eksenli çalışmalarda göz ardı edilemeyecek adını andığım bu yazılarını kenara ayırıyorum ancak onun “farkına varır mıydık” uyarısını bir kez daha önemseyerek elbette. Tanpınar’ın, 1936’daki yazılarından seksen yıl sonraki “Türk Edebiyatının Gelmiş Geçmiş En İyi 100 Romanı” listesi çevresindeki tartışmalar, bizim de romanımız olduğunu ve romanımızın farkında olduğumuzu gösterdi.

Adı geçen liste biliniyor, “ideolojik” bulunan liste tartışmasının konusu da belli: “Türk Edebiyatının Gelmiş Geçmiş En İyi 100 Romanı” listesinde Yaşar Kemal’in İnce Memed’i birinci sırada yer almış. Liste tartışmasının odağında Yaşar Kemal’in birinci sırada yer alması var. Sonraki eleştiriler, listede yer alan ve yer alamayan bazı romanlar/romancılar üzerinden sürüp gidiyor. Yaşar Kemal’i, ideolojik yaklaşımla birinci gösterdiğinden listeyi ve dolayısıyla jüriyi eleştirenlerin Cemil Meriç’in yargılarıyla Yaşar Kemal’in iyi romancı olmadığını kanıtlamaya çalışırken Cemil Meriç’in, romancı Yaşar Kemal için “ideolojik” olmayı da geçen “aşağılayıcı” sözlerini nedense görmezden gelmeleri garip doğrusu.

100 kişilik jürinin üye listesinde, yazdıklarını okuyup yararlandığım birçok isim var. Listedeki isimlerin toplamı için şunu söylemek mümkün, özenle seçilmiş bir “çevre” listesi; bu nedenle -edebiyat ortamımızı yansıtmadığı gerekçesiyle- tartışılabilir bir liste. Neyse ki bağlayıcı bir yanı yok listenin. Kendi adıma ekleyeceklerim olurdu listeye elbette. Örneğin, iyi romanlar yazdığını düşündüğüm Güray Süngü’nün listede olmasını isterdim doğrusu.

Adı geçen listenin romanlarına ve romancılarına yönelik eleştirileri doğal karşılıyorum benim de “uygun” görmediklerim var çünkü. Açıkça söylemem gerekirse Tanpınar ilk sırada olsaydı diye geçti içimden, Mahur Beste’ye 95. sıra yakışmadı bence. Sait Faik, romancı olarak böyle bir listede yer alır mı, almış işte ne var ki kendisinin bile romandan saymadığı Medarı Maişet Motoru 59.sırada oysa çok daha “roman” olan Kayıp Aranıyor 78. sırada; jüri üyelerinin beğenisi şaşırttı beni. Yağmur Beklerken’i (Tarık Buğra) görebilseydim listede keşke.

“Hürriyet” gazetesinin “roman listesi” hazırlaması bence iyi oldu. Bu liste yüzünden yaz sıcakları, spor, siyaset, magazin ile başka gerginliklerimizin ağırlaştırıp nefes almamızı zorlaştırdığı bir Türkiye ortamında ve romansızlığımızın yüzüncü yılında medya, “edebiyat” için yer ve zaman ayırdı bizler de romanımızı konuştuk böylece; az şey mi bu?

Arka Kapak dergisi 26. sayı