İdil Pişgin

-Bana masal anlatır mısın?

Yanıt beklerken gözlerini gözlerimle buluşturmuştu. Yirmisinde bir genç, sekizinde bir çocuğa hangi masalı anlatırdı? Bir masala nasıl başlardı? Ezbere sıralanan bir varmış bir yokmuş’un ardını kotarır mıydı? Tatlı-ekşi bir sona uzanır mıydı, mutlu veya acı harici? Hangi hayalin gücü kadar olurdu sahipleneceği ufuk?

Koç Üniversitesi’nde Çocuk Şenliği günlerinde, yanıma yanaşıp kendisine masal anlatmamı isteyen küçük bir çocuğa hayal gücümü hediye edememiştim. Aslına bakarsanız, beceriksizliğin bir adım ötesiydi, karar vermek. O kararın tam da iki adım ilerisiydi, bir kez olsun denemek.

İçimde çoğalan sessiz masalı kâğıda dökmeye karar verdiğimde titrasyon deneyindeydim. Derişimi bilinmeyen bir asit çözeltisiydi gözlük camıma yansıyan. Asit-baz titrasyonunda gözlemcinin not ettiği pembe renk, dönüm noktasını işaret ederdi. Hazırladığım çocuk kitabında ana karakterin ismini laboratuvar defterime ilk kez yazdığımda, laboratuvar partnerim erlenmayer içindeki rengin tamamen pembe olduğunu müjdelemişti. Belki de o andı dönüm noktası, hayatımın. O günden sonra renkten çok, defterimde ses birikti. Sahi, her şeyin sesi yok muydu? Zinciri atan bisiklet tekerine hüküm sürmeye çalışan dişli çarkın… Kısa programda dönen çamaşır makinesinin… Duvar soğukluğuna asılı saatin… Üçün sesi vardı. Yelkovanın usanmadan arşınladığı altı, dokuz ve on ikinin…

On ikinci yıldaydık, altıncı ayın dokuzunda. Defterimde, kitabımın ana karakteri ile tanıştım. Yazdıkça, ses verdim. Yazdıkça, ses oldum. Yazdıkça, ses duydum. Kimya-Biyoloji Mühendisliğinde yaş alırken, edebiyata ilgi duydum. Dönüm noktasına varmaktan çekinen pek çok kalem tuttum. Kelimenin intiharıyken, sağ üstten sol alta sarkmak, her titrek kalemin suikastı değil miydi kelimeyi hecelere ayırarak satır sonunda bölmek? Hâlbuki kelimeler aşağılandıkça satırlar dolacak, yaprak çoğalacaktı. Utanıp sıkılacak ne vardı bunda? Yalın ayaktım, hikâyemin peşinden gittim.

Kitabımın başkahramanı, Thui, beş yaşında beceriksiz bir çocuk olarak okuru selamlıyor. Hızlı koşmak istedikçe tökezleyip düşen, binlerce kez deneyen ancak yine de başarısız olan bir çocuk… Sayfalar ilerledikçe, en yakın arkadaşı, sırdaşı olan büyükbabasının tavsiyeleriyle beceriksizliğini şakaya vurarak alt ediyor, kendisine farklı gözle bakmayı başarıyor. Kitabın sonunda yine başarısız, ancak mutlu bir çocuk olarak okura tebessüm ediyor. İkinci kitapta ise birinci sınıfa başlamanın vermiş olduğu kaygıyla kişiliğini şekillendiriyor. İstesin istemesin, eğitim sisteminin hâkimiyetinde, yassı uçlu bir fırçanın defalarca dokunup yıprattığı bir renk oluyor. Diğerleri gibi düşünmekten kendini alıkoyamıyor, çoğunluk neredeyse oraya yöneliyor. Öğretmen ne derse onu tekrar ediyor. Okula başlar başlamaz hayal gücünü kaybetmeye başlıyor. Tam da özgür bakışını yitirdiği paragrafta çıkıyor karşımıza büyükbabası. Thui’ye eski günlerini anımsatıyor, ona okula başlamadan önce ne kadar mutlu olduğunu… Sistemin sebep verdiği tekdüzelikten yine birlikte sıyrılıyorlar. Yaşarken kendi yalın seslerini asla kaybetmemek için…

Bir gün geldi; okumayı henüz söken bir çocuk kitabımdaki ilk kelimeyi heceledi: Ses oldu. Hayatımda bundan daha güzel bir şey görmedim. Tam da bundandı, Başka Renkte Büyümek ve Özgürlüğü Kırmızıya Çalan isimli kitaplarımı köy okullarında okuyan çocuklara armağan ettim. Aramızda kilometrelerce uzaklık olsa bile gözlerimizi aynı satırda kaydırdık. Aynı paragrafta gülümseyip, aynı satır başında nefes aldık. Üstelik kitaplarımın içine birer mektup bıraktım. Her birine, farklı bir şahsa bürünerek hitap ettim. Fırat’a iki çocuk annesi şefkatiyle yazarken, Berfin’e taptaze bir avukat gibi seslendim. Yazarken aynı İdil olmak zorunda mıydım? Hayır. Ne de olsa duvara asılsın-asılmasın, her yelkovanın ayrı bir telaşı vardı. Her makinenin seçilen programa göre sıkma devri… Ve her çarkın kendi hareket ekseni…  Yeter ki kendimden yola çıkayım ve kalemimi nesnelere bağışlayayım ki yeri geldiğinde her şey bir ötekinin sessizliğinde yankılansın. Bu sebeple henüz yayımlanmamış üçüncü kitabımı her şeyin ötekisine ithaf ettim. Tuzlu su yatağına geçen tatlı su gelinciğine… Bir kış vakti tomurcuklanan yaz meyvesine… dergi-nokta1

Yazı Görseli: İdil Pişgin’in “Thui Özgürlüğü Kırmızıya Çalan” adlı kitabının kapağında yer alan çizim.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 24.sayısında yayınlanmıştır.