Sabri Akgönül

Her hücrenin rüyası, iki hücre olmaktır.

François Jacob

Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık, diyordu Dostoyevski. Ne yapmıştı Gogol? Büyük şehrin sıradan ve düşük rütbeli memurlarını anlatıyordu; yarattığı kahramanların çoğu psişik birer vaka idi; esas kahramanları kendi sınıflarından hoşnutsuzlardı, bu küçük insanların sınıfsal farklardan ötürü inceden inceye kanayan yaralarına ve yükselme hırslarına birçok komiklik öğesi karıp, sevimli mi sevimli, fantastik bir anlatı tekniği kurmuştu Gogol. Gogolyen gelenek içerisinde kendisini konumlandıran Dostoyevski, 1846’da, Öteki isimli romanında, komiklik öğeleri karılmış fantastik anlatıyı bir adım öteye taşıyor: Bu küçük insanların yaşadığı trajediyi göstermek. Ayrıca Öteki Gogol’un Burun isimli öyküsünün genişletilmiş bir tragedyası sayılabilir; hem anlatım tekniği hem de işlenilen konu ciddi benzerlikler taşıyor. Öteki’de dokuzuncu dereceden bir devlet memuru bir adamın mensubu olduğu alt sınıftan kaçma ve yüksek sınıfa dâhil olup kabul görme arzusunun başarısızlıkla ve hatta büyük kepazeliklerle sonuçlanan trajik hikâyesi anlatılmakta. Kitabın alt başlığı ise tam tragedya türüne yakışır cinsten: Bir Petersburg Destanı.

Roman isminin Türkçedeki tercüme serüveni çeşitli tercihlerle dolu. Birden fazla tercümesi olan kitabın ismi bir yayınevince Öteki, diğerince Öteki Ben, başka yayınevince İkiz olarak sunuluyor. Mezkûr kitaptan bahsedilen bazı yazılarda ise Benzer olarak Türkçeleştiriliyor. Dört karşılığın da doğru ve makbul olduğunu düşünüyorum.

Öteki’nin önemli vasıflarından biri, kanımca, Dostoyevski’nin en önemli düşünce eseri sayılan Yeraltından Notlar’a bir mukaddime olmasıdır. Sıkıştırılmış bir düşünceler ansiklopedisi olarak addedilebilecek Öteki’de öne çıkan temalar arasında kıskançlık, dürüstlük, şizofreni, aşağılık kompleksi, paranoya, açık veya örtülü Hıristiyanlık imgeleri [kahramanın kendisini “Çaylak İsa” olarak görmesi] ve sınıfsal farklıların gündelik hayata tasallutu var. Her tema başlı başlına bir inceleme konusu olduğundan ben sadece sınıfsal farklılıklar ve üst sınıfa dâhil olma çabaları temasına değineceğim.

Soylular Arasında Bir Baldırıçıplak

Roman, sınıfsal ayrımların net çizgilerle belirginleştiği Çarlık Rusya’sının başkentinde geçmektedir. Üst sınıfların gözüne girmeye, onlardan biri olmaya çalışan Bay Golyadkin’in [ki isminin etimolojik kökeninde “baldırıçıplak”, “cıbıl” anlamları muhtevidir] dışlanmışlıklarını, sıkıntılarını ve nihayetinde delirmesini konu edinmektedir. Bay Golyadkin’in davet edilmediği ama kabul edileceğine dair endişeli bir eminliğe sahip olduğu soylu sınıf mensubu bir genç kızın doğum günü balosuna hazırlık yapmasıyla başlıyor hikâyemiz. Yapılan hazırlık oldukça şatafatlıdır; özel bir kupa arabası kiralar Bay Golyadkin, soylu bir insanın giyebileceği elbiseler satın alır, sabah erkenden kalkıp alışverişe çıkar. Birçok şık ve pahalı mobilya, yemek ve kahvaltı takımı, usta işi güzel bir sigara tabakası, sakal kesme takımı almak için dükkân sahipleriyle sıkı pazarlıklar yapar ve yarın uşağını gönderip eşyaları satın alacağını söyler. Bir değiş tokuş dükkânına girer ve cüzdanının iyice kabarık görünmesi için büyük banknotların hepsini –zarar etme pahasına– bozdurur. Alışveriş bitince bir lokantaya geçer “zengin bir yemeğe davetli birinin atıştıracağı gibi”(s. 29) yani açlığını bastırmak için bir şeyler yer ve bir kadeh votka içer.

Baloyu şöyle tasvir eder Dostoyevski: “Bay Golyadkin’in velinimeti olan yüksek derecede devlet görevlisi Berendeyev’in biricik kızı Klara Olsufyevna için göz kamaştırıcı, harika bir öğleden sonrası yemeğiyle kutlanan görkemli doğum günü ziyafeti veriliyordu. İzmaylovski Köprüsü ve çevresindeki devlet görevlilerinin evlerinde şimdiye dek görülmemiş derecede gösterişli bir yemekti bu. Bir yemekten çok, zenginlik, görkem ve kalite yönünden Babil’deki Valtazar ziyafetlerinden geri kalmayan bir ziyafet. Şampanyalar patlatılıyor, Yeliseyev ve Milyutin dükkânlarından getirtilmiş istiridyeler ve meyveler masaları süslüyordu. Sağlıklı bedenler, rütbesine göre kimin nerede oturacağını gösteren kartlar… Her şey ışıl ışıl, pırıl pırıldı. Böylesine görkemli olan bu önemli yemeğin sonunda ailenin, tanıdıkların, akrabaların katılacağı küçük çapta bir de balo düzenlenmişti. Balo da yemek kadar parlak ve kaliteliydi. … Her yüksek dereceden devlet görevlisinin evinde de böyle baloların verilebileceğinden kuşkuluyum.” (s. 38-9)

Doğum gününe ve baloya katılmak niçin bu kadar önemli peki? Çok önemli, çünkü oraya katılırsa onlardan biri olacak, bir nevi üst tabakaya kabul beratı alacak Bay Golyadkin.

“Ben” ve “Öteki-Ben” Kavgası

Tabii, olan oluyor ve balonun düzenlendiği eve gelen kahramanımız içeri alınmıyor. Evin uşaklarını katakulliye getirip gizlice içeri giriyor Bay Golyadkin ama evde rezillik çıkarıyor ve yaka paça dışarı atılıyor. Emekleri ziyan olan, hazırlıkları boşa çıkan ve umutları yıkılan kahramanımız Petersburg’un karanlık, soğuk sokaklarında düşe kalka koşmaya başlıyor. Derken karşısına kendisine benzeyen bir gece arkadaşı çıkar: Öteki, Bay Golyadkin’in Ötekisi. “Gece arkadaşı kendisinden başkası değildi. Yani Bay Golyadkin’in kendisi, bir başka Bay Golyadkin… Her şeyiyle kendisinin bir eşi, kısacası, her bakımdan “öteki” dedikleri çeşidinden.” (s. 63)

Kimdir bu Öteki Golyadkin? Bay Golyadkin’in içsesi mi? Bir düş yahut sanrısal bir imge mi? Simgesel bir toplumsal kimlik mi yoksa maddi, gerçek bir kimlik mi? Bu konuda Dostoyevski okuyucuyu çok zorlar; çünkü Öteki Golyadkin’i sadece Bay Golyadkin değil çevresindeki herkes görebiliyor. Mahsus bir belirsizlik bırakır yazar. Ama önemli olan Öteki-ben’in psişik yahut maddi olması değildir; asıl önemli olan Öteki Golyadkin’in yani Öteki-ben’in işlevidir. Bay Golyadkin’in toplumsal varoluşu hedeftedir ve Öteki Golyadkin’in işlevi bu varoluşu daha bir tehlikeye atmaktır.

Toplumsal ilişkilerde beceriksiz olan ve cemiyetin “saygın” isimleri tarafından aşağılanan Bay Golyadkin’in aksine Öteki Golyadkin insanları kısa sürede kafalayıp cemiyette kendine yer edinmekte zorlanmayan biri idi. Öteki Golyadkin, başlarda, Bay Golyadkin’in olmak isteyip de olmayı beceremediği bir adamdı. Ancak zamanla Öteki Golyadkin de Bay Golyadkin’le uğraşmaya ve onu küçük düşürmeye başlar. “Küçük Bay Golyadkin [öteki] söndürüyordu onun [büyük Bay Golyadkin’in]ışığını, çamura yatırıp üzerine basıyordu sanki. Daha sonra gerçek büyük Bay Golyadkin’in hiç de gerçek büyük Bay Golyadkin olmadığını, kendini öyle tanıttığı halde, sahte büyük Bay Golyadkin olduğunu, bu nedenle böyle saygın bir toplulukta işinin olmayacağını, burada bulunmaması gerektiğini açıkça kanıtlıyordu. Bütün bunlar öylesine kısa sürede olup bitiyordu ki, ağzını açıp bir şey söyleyemiyordu büyük Bay Golyadkin. Herkes ruhuyla da bedeniyle de öylesine çabuk etkisinde kalmış oluyordu ki sahte Bay Golyadkin’in, hiçbir suçu olmayan gerçek büyük Bay Golyadkin’den derin bir aşağılamayla yüz çeviriyorlardı” (s. 133)

Ya Hiçlik Ya Delilik, Ya da…

Bay Golyadkin ait olduğu sınıfın kendisine sunduğu koşullardan hoşnut değildir; bu sınıftan kaçmayı başaramazsa eğer, hayat dersinden sınıfta kalacağından (eskiler buna ikmale kalmak derlerdi) endişe eder. Hiç bir şeye sahip olmayan, bir hiç olarak yaşayıp öleceğinden emin olmanın getirdiği bir endişedir bu. Üst sınıfa geçiş yapmak ister, ancak bu noktada fark duvarlarına çarpar Bay Golyadkin. Araba kiralaması yetmez, lüks alışveriş yapması da; üst sınıflar gibi giyinip kuşanması, hatta uşak sahibi olması da iktifa etmez. Aksanı düzgün değildir mesela. İyi espriler yapamaz ve karşısındakilere yaltaklıkta da çok mahir sayılmaz. Yahut ince zevkleri yoktur, en fazla varmış gibi yapabilir ama çok geçmeden yalpalamaya başlar. Nasıl davranacağını bilmez, bu yüzden hep kararsızdır. Her söylediğini ya izah etmek zorunda kalır ya da yanlış anlaşılma kaygısıyla hareket ettiğinden hiçbir şeyi doğru yapamaz.

Bu iki sınıf arasındaki uçurum tüm ürkütücülüğüyle yüzüne çarpar Bay Golyadkin’in. Onu afallatır, sosyal ilişkilerde beceriksizleştirir; bütün alt sınıf çocuklarının üst sınıflara ait mekânlarda afalladıkları gibi, taşradan büyük şehre gelen insanlara musallat olan tedirginlik gibi.

Kişi alt sınıf mensubu olduğunu fark ettiği an, dehşetini bu sınıftan kaçma çabalarıyla gizlemeye başlar. Bay Golyadkin alt sınıftan kaçıp üst sınıfa kabul edilmek için benliğini ikiye böldü, tıpkısının aynısına. Neticede, döndü bu sefer öteki-ben’i ile çatıştı.

Kişi alt sınıf mensubu olduğunu fark ettiği an, ya hiçleşip yok olur ya da ikiye bölünüp delirir. İki yolun ikisi de kahredici ve çıldırtıcı. Peki, nasıl kapatmalı bu sınıfsal uçurumu, bu fark yarasını; nasıl paklamalı bunca rezaleti! Nasıl Yapmalı? 

Arka Kapak dergisi 27. sayı