Sidar Bayram

“Türkiye üzerine gelişmekte olan yeni araştırmacılığa ağırlık veren” Kültür Fragmanları derlemesi, Türkiye hakkındaki yaygın, kabul görmüş sosyal bilimsel araştırmaların, “toplumsal dönüşümlerin derisinin altına inmekte” yetersiz kaldığı fikri kadar postkolonyallik, postmodernite ve küreselleşme tartışmalarına katkı sunma arzusu ile de ortaya çıkmış. Çoğu 90’larda yapılmış araştırmalara dayalı makalelerden oluşan 2002 basımlı kitap, iki açıdan hâlâ güncel.

Birincisi, kitapta konu edilen mekânsal ayrışma, orta sınıfların yeni yaşam pratikleri, toplumsal cinsiyet pratiklerinin ve konumlarının dönüşümü, İslamcılığın kamusal pratikleri ve görünümleri, kültürel üretimin farklılaşması, kamusal alanın parçalanması gibi konular bugün hâlâ gündemimizi işgal ediyor. Kitap da söz konusu meselelerin 70’lerden itibaren, başat olarak 80 sonrası ve 90’lar süresince, nasıl tartışılır ve hissedilir hale geldiğine ve tecrübe edildiğine dair kesitler sunuyor. İkincisi, kitabın gündelik yaşama, karmaşıklığa ve bütünlükten çok parçalara odaklanan bir yöntemin ilk ürünlerinden olması. Sosyal bilimsel çalışmalarda ve siyasal düşünüşte, kültürel alan ile siyasal alan, ekonomik sınıf ile sosyal sınıf, kamusal temsil ile gündelik pratik arasındaki ilişkileri görmeye çalışan bir perspektifin tarihsel bir örneği.

Kitap üç ana tema etrafında kurgulanmış üç bölümden oluşuyor. “Toplumsal farklılaşmanın ve tabakalaşmanın değişen kalıpları” ve farklı tezahürleri üzerinde duran I. Kısım, Sencer Ayata’nın Ankara’daki uydu kentlerdeki gündelik kalıpları ve kültürü inceleyen makalesiyle başlıyor. Ayata’nın temel iddiası korunaklı, düzenli, uygar ve denetimli bir yaşam alanı arzulayan orta sınıfların, uydu kentlerde tüketim alanı olarak alışveriş merkezi, eşya sergisi olarak ev, sağlığın göstergesi olan sportif beden odaklı bir yaşam sürmeye başladığıdır. Bu yaşamda kadınlar, tüketimin özneleri olarak statü ayrımlarının idarecisi haline gelir. Özyeğin’in makalesinde, kapıcılar ve gündelikçilerin toplumsal ve sınıfsal konumları, apartman sakinleri ile girdikleri etkileşim tarzları açısından tartışılırken, ev hanımı kadınların idareci rolü yine vurgulanıyor. Özyeğin, hizmetçi ve hanım figürleri üzerinden modernlik ve kentliliğe dair eleştirel bir tartışma açıyor.

Mekânlar, tüketim ve kimlik
Durakbaşa ve Cindoğlu da orta sınıf yaşamının evden sonraki diğer önemli mekanı alışveriş merkezlerine odaklanıyor. 90’larla birlikte, yeni beğenilere uygun olarak çarşı pazarın yerine geçen küresel tüketimin mabetleri olan modern alışveriş merkezleri ve bu mekanlara has kültürel pratiklerin hayatımıza girişi anlatılıyor. Tacizden muaf ve rahat bir alışveriş imkanı sunan, kadınların çoğunlukta olduğu alandaki tezgahtarların ve müşterilerin, tezgah üstü yüzleşmelerinin sınıfsal ve kültürel boyutları örneklendiriliyor.

Bu kısmın son yazısında ise, Güneş-Ayata ve Acar, Ankara’daki üç farklı ortaöğretim kurumundaki eğitim kültürünü -devlet lisesi, özel lise ve İmam Hatip Lisesi- “sınıf bileşimi, kültürel yönelim ve sosyalleşme tarzı” açısından tartışıyor. Bu okullardaki başat sosyo-kültürel kodları, normlar evrenini ve toplumsal cinsiyet yapısını tartışıp, Türkiye’deki eğitim kültürlerinin çatışmacı ve bütünleştirici yanlarına işaret ediyorlar. İlgi çekici bir bulgu ise, özel liselerin ve İmam Hatip Liseleri’nin güçlü bir “biz” duygusu oluşturabilmelerine karşın devlet okullarının umut ve imkansızlık arasında sıkışıp kalması.

İslamcılık, kültür ve toplumsal dönüşüm
II. Kısım’da “dil, folklor, sinema, mizah ve siyasal İslam’ın kullandığı simgeler” aracılığıyla “kültürel üretim ve kültür politikası” ele alınıyor. Mardin, gerçek kültürün (halk kültürünün) canlandırılması bağlamında, Türkçeyi halkın diline yakınlaştırma yönündeki dil reformlarının eleştirel bir tarihini sunuyor. Dil tartışmalarında, Osmanlıca ile Türkçeyi karşı karşıya konumlandıran eğilimlere karşın, halkın diline geçişi mümkün kılanın Osmanlıca ile Türkçe arasındaki farktan ziyade devamlılığın olduğu belirtiliyor.

Büker, sinema izleyicisinin değişen zevkini tartıştığı makalesinde, Türkan Şoray’ın star olarak ortaya çıkışının sosyo-kültürel ve ekonomik koşullarını ve starlık serüvenini ele alıyor. Cahide Sonku’nun temsil ettiği seçkinciliğe karşı 60’lar sinemasının popülist nostaljisiyle birlikte yeni kentleşmişler, özdeşleşebilecekleri kentin taşralı yüzü Türkan Şoray’ı ikonlaştırıp, kültürel alanda kendilerine benzeyen karakterleri canlandıran bir yüze yer açıyordu. Kente yeni gelenler ile kentli sakinler arasındaki gerilimin 90’ların kültürel iklimi içerisinde aldığı biçimi araştıran Öncü, “maganda karikatürü” olarak bilinen mizah türünü yorumluyor. Lümpen ve sosyalleşmemiş kaba bir erkek türü olan maganda figürünün, kentin mizah ortamından ana akımın diline ilerlemesi takip edilerek, İstanbul’un taşralılar tarafından istilası şeklindeki kent anlatısı ile ilişkisi inceleniyor.

Kentsoylular endişeyle kendilerini sakınadursun, kentin çeperleri 2000’lerde gerçekleşecek siyasal dönüşümün oy depoları haline geliyor. Bu bağlamda, White, kendisini kentin çeperlerindeki yoksulların ve ezilenlerin partisi olarak konumlandıran Fazilet Partisi’nin simgesel repertuarını ve miting, kına gecesi gibi gündelik ve siyasi performanslardaki gerilimi anlatıyor. Partinin adil, eşit, ayrıcalıksız bir toplum söylemi ile İslami simgelerin (başörtüsünü gelenek olarak değil bilinçli takmak gibi) yeni bir seçkinlik kültürünün işareti haline getirilip sınıflandırılması arasındaki gerginliği analiz ediyor.

Göç, kimlik ve simgeler
Türkiye’deki toplulukların ve Avrupa’daki Türk göçmenlerin geçirdiği kimlik dönüşümlerini ve kültürel değişimleri ele alan III. Kısım, Navaro-Yaşın’ın tesettür giyim piyasası ile laik semboller piyasasının ortaya çıkışına dair incelemesiyle başlıyor. Tekbir giyim firması ve bu firmanın düzenlediği defile üzerinden, İslamcı kimliğin kendi kültürel ihtiyaçlarına cevap verecek bir piyasa kurmasını, laik kimliğin ise buna paralel olarak, (Atatürk rozeti, kot pantolon, tayyör gibi) farklı metaları öne çıkararak sembolleştirdiğini anlatıyor.

Kandiyoti’nin makalesi ise 90’larla birlikte kentlerde ve medyada görünürlüğü artan ve eğlence piyasasının unsuru haline gelen transseksüellerin zorlu gündelik yaşamlarının etnografyasına dayanıyor. Pembe kimlik alma çabalarından ameliyat hikayelerine, kadınlık hallerinden kullandıkları dilin inceliklerine, kendilerini savunmak için geliştirdikleri stratejilerden özellikle Habitat II zamanı uğradıkları toplu şiddete uzanan ayrıntılı çalışma, toplumsal arızalarımız hakkında da çok şey anlatıyor.

Çağlar ve Yalçın-Heckmann’ın makaleleri ise Almanya’daki Türk göçmenler üzerine. Çağlar, Türk göçmenlerin, Almanya’daki ve Türkiye’deki evlerinin oturma odası dekorasyonlarını karşılaştırarak, kimlik stratejilerine ve toplumsal konum oluşturma mücadelelerine eğiliyor. Almanya’daki içe dönük biyografik öğelerle donatılmış odalar, Türkiye’de yerlerini serveti sergilemeye yönelik dışa dönük odalara bırakıyor. Yalçın-Heckmann ise Türklerin Almanya’daki temsillerine bakarak, konuk işçi, yabancı, Almanyalı Türk gibi terimlerin hem medya hem de göçmenler tarafından nasıl kullanıldığına bakıyor.

Sonsöz’de Stokes’un belirttiği gibi, Türkiye’deki hakim modernleşme yaklaşımları, modernlik ve gelenekçilik şeklinde ikili bir yapı arz ederken, kitaptaki makaleler gündelik yaşamı, bu ikiliğin ötesindeki müzakere alanlarını, sembolik belirsizlikleri, endişeli çabaları öne çıkararak eleştirel bir alternatif sunuyor. Bu açıdan, gündelik kavramı, tüketim kapitalizminin eleştirisi, toplumsal cinsiyete dayalı modernlik eleştirisi ve dezavantajlıların idare etme imkanları şeklinde kavranıp kullanılıyor. Sonuçta, insanların modernlik, gelenek, kültür, ayrışma, yoksulluk, kentlilik gibi kavramları nasıl kullandıklarına ve tecrübe ettiklerine yer veren, bir düşünme uğraşı ortaya çıkıyor.

Kısa özetinden anlaşılabileceği üzere, derlemede, Ayata, Özyeğin, Durakbaşa Cindoğlu gibi farklı örneklerle birbirini tamamlayan makaleler olduğu gibi, White, Navaro-Yaşın ve Saktanber gibi aynı konu üzerine farklı bakış açıları ve savlar sunan makaleler de mevcut. Bu anlamıyla, derlemenin genel kurgusu oldukça başarılı görünürken, Mardin makalesi ele alınan tarihsel kesit, Çağlar ve Yalçın-Heckmann makaleleri ise konu itibariyle ayrıksı duruyor.

İçerik bakımından ise, 80’lerin sonu ve 90’lar boyunca yaşanan toplumsal dönüşümleri genel olarak, yeni orta sınıfın ve İslamcıların kültürel pratikleri, tüketim kalıpları ve kamusal görünürlükleri üzerinden anlayan, toplumsal cinsiyet ve sosyal sınıf pratiklerindeki dönüşümleri bu bağlamda okumaya çalışan bir perspektif çıkıyor. Fakat bu perspektif, 90’ların dönüşümüne eşlik eden, yasallaşan ve toplumsallaşan şiddet, devlet pratiklerinin gündelik yaşamdaki artan nüfuzu, etnik gerilim, kentsel ayrışma ve bunların kent kültüründeki oluşumu gibi aynı derecede mühim konuları görmekte yetersiz kalıyor.

Bu sebeple, derlemede tartışılan fragmanları farklı bakış açıları ve başka kesitler ile yan yana getirmek gerekiyor. Farklı perspektiflerin ve kesitlerin dâhil edilmesi, farklı gündelik deneyimlerin ve meselelerin ortaya çıkarılmasının ötesinde söz konusu parçaların konumlarını da değiştirebilir ve daha katmanlı okumalara yol açabilir.

Her halükârda, Kültür Fragmanları, hem bugünkü sorunlarımızın ve modernlik deneyimlerimizin 90’lardaki tezahürlerine dair sağladığı bilgi bakımından bu dönemi değerlendiren, hem de 90’ların kültürel ikliminin, sunduğu perspektifin, bir parçası olması bakımından bu dönem içerisinde değerlendirilebilecek, referans bir çalışma.

babilcomdanalabilirsiniz


Kültür Fragmanları: Türkiye’de Gündelik Hayat
Ayşe Saktanber & Deniz Kandiyoti

Metis Yayınları