İsa Karaaslan

“Hayatım boyunca günlük tutmadım. Not tutmadım. Eş- dost toplantılarında oradan buradan anılar anlatılır ya, benimkiler de öyle zamanlarda su yüzüne çıktı.” diyerek ifade etmişti Ülkü Tamer, Yaşamak Hatırlamaktır isimli kitabının serüvenini. İyi ki yaşadı, iyi ki hatırladı, iyi ki yazdı.

Şiirle okul öncesinde buluştuğunu ifade eder Ülkü Tamer, 5-6 yaşlarındadır. Annesinin “tahsilli” bir kadın olmasa da Muazzez Tahsin’den Kerime Nadir’e, Cronin’den Margaret Windsor’a uzanan bir yelpaze içinde okuduğunu belirtir. Ülkü Tamer’e okuduğu ilk kitap ise Grimm Kardeşler’in Gençlik Hikâyeleri’dir annesinin. Bir de şiirler okur annesi, çocuk Ülkü Tamer’e. Çocuk şiirleri. Cemal Süreya belki de bu yüzden “her şeyin amatörü” demişti Ülkü Tamer’e. O çocukluk imgeleminden bu yüzden kurtulamamıştı Ülkü Tamer. “Yağmurun açtığı yaralar” hiç kapanmamıştı. Annesinin Ülkü Tamer’e ezbere okuduğu çocuk şiirlerine özenip ilkokulda şiir yazmaya başlar böylelikle, mevsimler üstüne, 23 Nisan üstüne, kardan adam üstüne. Annesinin anlattığı masallarla örülü bir imgelem gibidir onun şiiri. “Seni Sevdim, Olur Mu?” diye soran bir çocuktur bu, çocukluğun masalsı bahçelerinde, on kuruş alıp yolculuğa çıkar:

Büyüsem asarlar beni, çınar olur ağacım,
Elmaların gümüşten çekirdekleri olur;
İstersen ellerini
 bağlarım, on kuruş alırım,
On kuruş alırım, yolculuğa çıkarım;
Oradan bir elma ağacına çıkarım;
Bütün komşular üzülür buna.

Robert Koleji’nde edebiyata olan ilgisi ve istidadı bir hayli artar Ülkü Tamer’in, orta üçte Odisseia’yı İngilizce tam metinden okuyacak kadar iyi bir eğitim alır. Okulda edebiyat matineleri, sohbetler düzenlerler. Sait Faik’le, Oktay Akbal’la, Haldun Taner’le yüz yüze konuşacak kadar verimli geçmiştir lise yılları. Shakespeare’i ders olarak Prof. MacNeal’dan almışlardır.

Şiir yazarken, o şiiri yazmaktan başka bir şey düşünmedim hiç, der Ülkü Tamer. Ne kuramlar ne birtakım endişeler ne başka bir şey onu hiç ilgilendirmemiştir. “Şiirimin geldiği yolu da, gitmesi gereken yolu da düşünmedim. Sadece yazdım. Ben değişirken şiirim de değişti.” Turgut Uyar, “Belki de asıl ustalık budur, her zaman acemi olmayı bilmek.” diyordu. Ülkü Tamer’in şiirdeki tavrı ve duruşu da tam olarak Uyar’ın ifadeleriyle örtüşür. Şiir ve hayat karşısında her zaman acemi olmayı bilmiştir Ülkü Tamer. Şehzadebaşı’nda, Saraçhane’de kahvelerde A Dergisi’ni de amatör bir ruhla çıkarmışlardır. Sadece sanatta değil, her alanda ustalık denen şeyin kendisini ürküttüğünü söyler, çünkü ona göre bir konuda ustalaşırsanız, o ustalıkla yaratmayı sürdürdüğünüz şey sizi yinelemeye götürür. Yeni yollardan, yeni alanlardan alıkoyar sanatçıyı bu durum ve onu tıkar. Yeni yollar aramıştır hep Ülkü Tamer, bu yüzden çok yönlü hayatına dâhil olan, sinema, tiyatro, resim ve seyahatleri onun şiirinin önemli kaynaklarını oluşturur. Soğuk Otların Altında isimli ilk şiir kitabının arkasında yatan ustalık da şairin acemiliğin heyecanını, çilesini yaşamasıyla ilgilidir. “Varmak istediğim bütünlük” diye bir şey düşünmedim, der Ülkü Tamer: “Bir ‘bütünlük’ düşünüp ona göre tasarılar, planlar, programlar yapmadım. Sadece yazdım. Onlar birleşip bir bütünlük oluşturuyorsa, sorun yok. Oluşturmuyorsa, yine sorun yok. Ne yapayım, ben buyum.”

Beni besleyen yaşamımdı, diyor Ülkü Tamer. Sinema, edebiyat, resim, insanlar, tanıklıkları ve yolculukları… Başlangıçta edebiyattan beslendiğini söylese de, okuduğu Türk, İngiliz ve Amerikan şairlere özenmiştir. Onların sesleri yansımıştır yazdıklarına, bunun kaçınılmaz olduğuna inanır fakat önemli olan özgün olmayı başarabilmektir. Yalnızca Soğuk Otların Altında isimli ilk şiir kitabı ile dahi Türk şiirinin belki de en özgün şairidir Ülkü Tamer.

Her şairin şiirde kendini anlattığına inanır Tamer. “Çevresini anlatmaya, dünyayı değiştirmeye kalksa da, önce kendini anlatır. Anlatırken de anlamaya çalışır.” der ve ekler: “Ben şiirlerimde kendimi anlamaya çalıştım.” Gerçekten de Ülkü Tamer’in şiirlerinde neredeyse hiç kaybolmayan ve kendi benini keşfetmeye çalışan bir çocuk imgesi, kendine yolculuk eden bir şair görürüz.

Değişime inanan bir şairdir Ülkü Tamer. Şair değiştikçe şiir de değişir. Şiir serüveni ve şairin yapıtları incelendiğinde şiirlerindeki değişimlere de şahit oluruz. Sonraki kitaplarında biçimde yeni arayışlara girse de ilk çocukluk imgeleri, doğa, sinema ve masalsı ögeler bir çocuk duyarlığıyla şiirinde yer etmeye devam edecektir. Kovboy filmlerinin yıldızı Gary Cooper için şiirler yazacaktır Ezra ile Gary isimli üçüncü şiir kitabında:

Atlar, atlar, atlar, atlar.
Irmağın yanındaki
 haritadan geçen,
onun kalbine azgın bir çiçek koyan,
kanatlı çizmelerinin
 ucuna,
tabancasının ordaki ıssızlığa. Atlar,
atlar.

Ezra Pound, Ülkü Tamer’in ilk gençlik yıllarında en çok etkilendiği şairdir. Pound öncesi daha yalın, kolay anlaşılır şiirler okumuştur. Kolej yıllarında Pound ile tanıştığında, onun şiirinden son derece etkilenir. Pound şiirlerinin hayal gücünü harekete geçirdiğinden söz eder. Pound onun için yeni bir sestir. Her ne kadar Pound şiirleri kapalı bir kapı olsa da, bu şiirleri okurken kafasında yeni şiirler yarattığından söz eder. Ezra Pound, kendi şiirini “benim dünya tarihim” olarak tanımlamıştı ve “hayatın aşağı yukarı oransal bir sunumu” olarak görüyordu şiiri. Ülkü Tamer şiiri için de “hayatın oransal bir sunumu” ve şairin kişisel “dünya tarihi” dersek yanılmış olmayız. Şairin, Yaşamak Hatırlamaktır kitabı, şiiriyle birlikte okunduğunda, bu ifadelerin yerinde tespitler olduğu görülür. Şairin Ezra ile Gary kitabının yarısı Pound’a adanmıştır. Ezra Pound için on şiir yazar bu kitabında Ülkü Tamer:

Çünkü onun şiiri 
güz kıyılarına benzer,
kayıklardan bir kilisenin
çanlarına benzer.

İkinci Yeni şiirinin tıkanmaya başlamış, kendini yineleyen bir şiire başlangıçta tepki olarak ortaya çıktığını belirtir Ülkü Tamer. Ona göre İkinci Yeni’nin olanaklarını sadece biçim olarak benimseyenler silinip gitmişler, yalnızca şair olanlar kalmışlardır. Tamer’e göre her kuşak edebiyatı biraz daha çağdaşlaştırmıştır. “Bugünün şartlarını dünün edebiyatıyla yaşayamazsınız.” diyerek modern şiirin önemine vurgu yapar. Dünya değişirken edebiyat ve edebiyatçı da değişir. Tamer bu duruma Behçet Necatigil örneğini verir: “Temelde aynı kişiydi Necatigil. Son şiirlerini yazarken yine evleri anlatıyordu belki, ama Evler kitabındaki gibi anlatmıyordu.”

Ülkü Tamer’in şiir serüveninde en özgün duraklarından biri de Virgülün Başından Geçenler kitabıdır. Türk şiir çizgisinde en özgün kitaplardan biridir. Yeni bir biçim denemesidir bu kitap aynı zamanda şair için. Bir yazısında kitabın macerasını şöyle anlatır: “Virgül, noktalama işaretlerinin en alçakgönüllüsüdür. Böbürlenmelerden, caka satmalardan hoşlanmayanların simgesi. Şiirler kendiliğinden çıktı. Uzun boylu tasarlanarak yazılmadı hiçbiri.” Hece ölçüsünün ve kafiyenin izinden de gider şair burada:

Aferin virgül sana, sansara dikkat,
Bekçi gibi düdüğünü uzaktan çalıyor,
Uzaktan 
çiftliğe bir ölüm çiziyor,
Çiziyor bir mezar, kazıcısı ibikten,
Taşları 
tavuk tüyü, orduları ibikten,
Bir manga sansar almış, kümesi kaçır,
Çünkü aydede sansarı sevmiyor.

1980’lerin ortalarına kadar Ülkü Tamer’in şiirlerinde çocukluğundan kalan izlekler, okuduğu kitaplardan ve şairlerden imgeler, izlediği film kahramanları, okul hatıraları, doğaya karşı merak ve farkındalık kendine has bir anlatımla yer bulur. O, İkinci Yeni şiirinin imkânlarından da oldukça yararlanmış fakat özgünlüğünü hiçbir zaman yitirmeden. Hayatta ve şiirde acemi kalarak…

Bak, sana şapkamı veriyorum. Atına atla.
Uzasın saçların mermilerle soğuğa,
Çünkü karanlıktan geçeceksin, çünkü şehirler var;
Gitmek istiyorsun bu gece, seni bırakacağım

ama unutma 

Çünkü öldüğümü anlamayacaklar neden, büyüse bile mezarımdan ormanlar; Ama Kuran okuyacaklar, şerbet dağıtacaklar ve terleyecekler ara sıra, Çünkü beni bilmemişlerdi zaten…”

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 32.sayısında yayınlanmıştır.