Kerem Gürel

Hissedilen Zaman Alman bilim adamı Marc Wittmann’ın ilk kitabı. Münih, İsviçre ve California üniversitelerinde çalışmalarda bulunan Wittmann aynı zamanda doktorasını Ernst Pöppel ile tamamlamış başarılı bir bilim insanı. Wittmann’ın kitabı ilk kez Almanca olarak 2014 yılında yayımlandı. Geçtiğimiz Mayıs ayında ise Türk okuyucusuyla buluştu.

Modern insanın yetirememekten muzdarip olduğu “zaman” kavramını bilimsel ve felsefi yönleriyle ele alan Wittman, yedi ayrı bölümden oluşan kitabına Walter Mischel’in ünlü “Şekerleme –Marshmallow– Testi” ile başlıyor.

Mischel testini 4-5 yaş aralığındaki çocuklar arasında yapmıştı. Özel hazırlanmış bir odada 15 dakika boyunca yanlarında kimse olmadan tabaktaki marshmallow ile baş başa bırakılan çocuklara bu süre içinde şekerlemeyi yemezlerse daha büyük ödül alacakları söylenmişti. Genel amaç, çocukların bekleme süreleriyle başa çıkma biçimlerinin hayattaki başarıları üzerine etkisini ölçmekti. “Hazzın ertelenmesi” ile hayat başarısı arasındaki ilgi on yıl sonra teste katılan çocuklardan yüz tanesine ulaşılmasıyla daha net ortaya koyulabildi. Zira şekerlemeyi yemeyip daha büyük ödüle karşı bekleme sabrını gösterebilen çocukların daha başarılı bir yaşam sürdüğü görüldü.

Testte sabırsız davranan ve daha büyük ödüle kavuşmayı beklemeden bir an evvel tatmin yolunu seçen çocukların dar bir zaman ufkuna sahip olduğunu belirten Wittmann, bu tür insanlar için “zaman miyobu” ifadesini kullanıyor. Yazar, zaman miyobu insanların hareketlerini sadece mevcut anın ufkunun sınırları içindeki seçeneklerin etkilediğini savunuyor. Zira onlar, belli bir zaman ufkunun ötesinde olan şeyleri dikkate almazlar. İtkilerinin etkisi altındadırlar ve bekleme süresi ne olursa olsun beklemek zorunda kalmamak için daha azıyla yetinirler. Bu tür “aceleci” veya “sabırsız” olarak nitelendirdiğimiz insanların zaman deneyiminin öznel açıdan daha uzun olduğu, yani zamanı daha uzun hayal ettikleri söylenebilir. Haliyle bu insanlar, daha çok “şimdiki zamanı” yaşarlar.

Wittmann’a göre şimdiki zamanı yaşayan insanlar nispeten tehlikeli yaşamlarıyla ön plana çıkıyorlar. Hızlı araba kullanma ya da fazla kimsenin deneyimlemek istemeyeceği bungee jumping gibi sporları yapma. Ancak Wittmann şimdiki zamanı yaşamak ile gelecek perspektifi arasında kalmamak için duygusal zekamızı kullanmanın ve seçenekleri buna göre değerlendirmemizin önemine vurgu yapıyor ve bu hususu şu şekilde ifade ediyor; “Özgür ve hayat dolu biri, tatmini her zaman ertelemez; daha ziyade ne zaman eğleneceği ve ne zaman bekleyeceği konusunda akıllıca davranır.”

İlerleyen bölümlerde yazarın “mevcut anı hissetmek-farkındalık” kavramları üzerinde durduğunu görüyoruz. Wittmann’a göre farkındalık, mevcut ana odaklanmak anlamına gelir. Ancak geçmişten gelen izlenimler ve yakın geleceğe dair planlar bizi şimdiki zamandan uzaklaştırır. Kişi farkındalık eğitimi alırsa algısı, düşünme biçimi ve konsantrasyonu gelişir, korku ve depresyon azalır. Farkındalık becerisi gelişmemiş, anı yaşamaktan uzak kalan insanların en büyük şikâyeti hayatın yanı başlarından geçip gitmesi ve “gerçekten” yaşamadıkları duygusunun ortaya çıkmasıdır. Yazar, bu durumun ortaya çıkmasındaki temel sebebi kişinin olan biteni umduğu kadar bilinçli bir şekilde yaşamaması olarak ifade ediyor. Zira yaşanan deneyim yeterince yoğun değildir. İşte tam bu noktada Wittmann edebiyat dünyasının bir klasiğinden, Dostoyevski’nin Budala’sından şu alıntıyı yapıyor:

“Ya ölmezsem! Ya tekrar yaşamaya başlarsam! Upuzun bir hayat olursa önümde! Her dakikasıyla benim olan bir hayat!.. Her dakikasını yüzyıl yapardım, bir anını boşa harcamazdım, her dakikasını hesaplı kullanırdım, bir dakikasının bile değerini bilirdim!”

Bilindiği üzere bu sözler, ölüme mahkûm edilen birine aittir. Ölüm anının beklendiği o son beş dakikada mahkûmun zaman algısı değişmiş ve her anın yoğun biçimde yaşanması ve zamanın genişlemesi değişen bir bilinç durumunu ortaya koymuştur. Ancak ne yazık ki genel olarak bu bilinç durumu süreklilik kazanmaz. Budala romanında yukarıdaki ifadelerin sahibi mahkûm nasıl ki idamdan kurtulunca verdiği sözleri tutmayıp eski hodbin ve dağınık yaşamına geri dönmüşse, bizler de aynı şekilde davranmaya meyilliyizdir. Örneğin uzun süren ayrılıktan sonra döndüğümüz evimiz, gözümüze bambaşka güzellikte ve değerde görünür. Ancak kısa süre sonra oluşan “alışmışlık” hissi bizi yine gündelik rutinimize geri döndürür.

Rutin yaşantının zamanın algılanışı üzerine etkisini Wittmann farklı yaş dönemlerinden örneklerle sunuyor. Yaşlandıkça zamanın daha hızlı geçtiği hissi hemen herkesçe malumdur. Yazar, hayatımızda sayısı giderek artan rutinlerin zaman algımızı etkilediğine ve geçen zamanı daha “hızlı” olarak algıladığımıza dikkat çekiyor. Çocukluk ve gençlik döneminin pek çok yeni deneyimi barındırması, bellekte daha kalıcı izlerin kalmasına ve böylece öznel zamanın süresinin uzamasına neden olur. Ancak yaş ilerledikçe aynı deneyimlere bellekte daha az yer ayrılır ve bu durumun sonucunda nitelik açısından daha zayıf bellek içerikleri ortaya çıkar. Bu durumu yazar şu şöyle özetliyor:

Yaşları ilerledikçe insanların hayatlarındaki rutinler arttığından –deneyimleri giderek daha fazla tekrara dayandığından– karşılaştıkları ve dikkat ettikleri yenilik miktarı da giderek azalır: Bunun sonucunda da hayatın dönemlerinin öznel süresi kısalır.”

Wittmann’ın kitabı zaman kavramına bilimsel ve felsefi bir bakış açısı getirmekle kalmayıp zamanın kullanımına dair satır arasına gizlenmiş önemli tavsiyeleri de barındırıyor.

Sanayi inkılabı ile hayatımıza giren seri üretim, makineleşme, Taylorizm gibi kavramlar zaman üzerinde hiç olmadığı kadar büyük bir baskının oluşmasına neden oldu. Bize zaman kazandırması için hayatımıza dahil ettiğimiz makineler, antropolog Marvin Harris’in de dikkat çektiği üzere “işi azaltmayan emekten tasarruf aletleridir.”

Günümüz dünyasında “sabır” kelimesi unutulurken “hız” kelimesi her geçen gün daha da yüceltiliyor. İş yaşamında, trafikte, teknolojide, internette hep daha hızlı olanın peşindeyiz. Amerikalı sosyal psikolog Robert Levin’e göre zaman tasarrufu sağlayan tüm yaratımlara karşın insanların kendilerine ayıracak vaktinin öncekinden de az olması, modern dünyanın en büyük ironilerinden biri.*

İşte Marc Wittmann’ın kitabı sabrı dışlayan, hıza tapan, bireyselliği yücelten modern yaşamda değişen zaman algımızı anlamak açısından önemli bir rehber olarak elimizin altında duruyor.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 34.sayısında yayınlanmıştır.