Röportaj: Volkan Alıcı

Alakarga, kurulduğu 2012 yılından bu yana geçen kısa zamanda edebiyat okurlarının ilgisini ve sevgisini kazanan yayınevlerinden biri oldu. Bunda, yayınevinin, ticari kazanım getirme olasılığı daha yüksek olduğu varsayılan çoksatar-popüler edebiyata yüz vermeyen, “iyi kitap” yayımlama ısrarının payı büyük. Öyküye verdiği ağırlık da ayrıca yayınevini tanıyan bilen okurların malumu. Yine kısa zamanda öykü dergiciliğinde saygın bir yer edinen Sarnıç’ın da yayıncısı… Böyle olunca, yayıncılığın parlayan yıldızlarından bu yayınevinin kapısını çalmak farz oldu. Yayınevinin kurucularından ve aynı zamanda önemli bir polisiye roman yazarı da olan Suat Duman‘la buluştuk, Alakarga’nın hikâyesini dinledik.

Alakarga’nın kuruluş hikâyesini dinleyebilir miyiz?
Alakarga’yı 2012 başında kurduk, ilk kitaplarımızı da 2012 Mart’ında yayımladık. Cem Kalender, Nalân Kiraz ve ben, ilk kitaplarımızı Kavis Yayınları’ndan yayımladığımız zaman tanışmıştık. Kendi yayınevimizi kurma süreci bu tanışıklıklarla birlikte gelişti. Sonrasında Erkan Aslan katıldı; sonrasında ise o ayrılıp Aylak Adam Yayınları’nı kurdu. Dizgi-grafik işlerinden anlayan bir arkadaşımızla, Onur Aksakal’la birlikte beş kişiydik yani. Bizler yayınevinin kırtasiyesinden habersiz insanlardık. Kitap yazan ve okuyan, ama yayıncılık sektörü için amatör insanlardık. Yayıncılık bize, güzel kitapların basılıp insanlara ulaştırıldığı ideal bir iş gibi gelmişti; hâlâ da öyle, ama yayıncılığın aynı zamanda bir şirket faaliyeti olduğunu da bu işi yapmaya başladıktan sonra fark ettik. Bu, organize etmeniz gereken bir basım ve dağıtım ağı, yönetmeniz gereken bir muhasebe demek. Bu işlerden alabildiğine uzak insanlardık hepimiz. Dolayısıyla çok amatör başlayıp, yavaş da olsa mecburen profesyonelleşen bir işe dönüştü. Ama tabii ki yayıncılığa, yazmaya ve yayınlamaya bakışımız aynı amatör bakışla devam ediyor. Zaten yayınlarımızdan da bu anlaşılıyordur diye tahmin ediyorum. Öyle çok satan kitaplar peşinde koşmadık ya da kitaplarımız çok satsın diye olmadık tatsız girişimlerde bulunmadık. İyi kitaplar yayımlayıp kalanı okurun insafına bıraktık. Bakış açımız hâlâ da böyle.

Küçük ölçekli yayınevlerinin yaşadığı sıkıntıları mutlaka siz de yaşamışsınızdır. Bu “piyasa ağı” içine girdiğinizde ne tür zorluklarla karşılaştınız?
İki noktadan yanıt vereyim buna. Birincisi şu: Biz yayıncılığa yabancıydık ama çok iyi arkadaşlarımız vardı. Semih Gümüş’ten Latife Tekin’e, Faruk Duman’dan daha birçok kişiye değerli isimlerin çok doğru desteğini gördük. Başımız sıkıştığında danışabileceğimiz iyi insanlar vardı ve bize doğru yolu gösterdiler. İkincisi ise, piyasaya ilişkin kısmı. Meseleyi böyle koymamak için elimizden geleni yaptık, hâlâ da öyle düşünüyoruz. Bizim için “büyük yayınevlerinin” hepsinin yayıncılıkta ve kültür hayatında çok büyük payı var. Bunu söylerken yalnızca yayınladıkları kitap sayısından ya da yönettikleri büyük paradan söz etmiyorum. Türkiye’de kültüre, sanata yapılmış her şeyin altında bu yayınevlerinin adı var; toplumumun kültür-sanatla kaynaşmasında devletten daha çok payı vardır diye düşünüyorum. İşe öncelikle böyle bakıyorum ve Türkiye’deki bütün yayıncıları çok seviyorum. Bu işin bir tarafı.

Diğer tarafı da şu: Ne yazık ki büyük ve çok sayıda kitabı olan yayınevlerinin kitapları hem gazetelerde hem de kitabevlerinde daha çok yer buluyor. Bunların arasında kendimizi göstermek bir problemdi, kolay değildi. Ancak burada idealize ettiğimiz şey bir karşılığını buldu. Biz iyi yazarları, tanınır olup olmadığına bakmadan, kitaplarının satıp satmayacağını düşünmeden basmayı hedef olarak önümüze koyduk ve bunun karşılığını aldık. Sözgelimi ilk kitaplarını yayımlayan Bora Abdo ve Neslihan Önderoğlu gibi öykücülerin kitapları yayımlandıkları yılın çok önemli iki öykü ödülünü aldı; Bora Abdo Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü, Önderoğlu ise Haldun Taner Öykü Ödülü’nü… Ayrıca, kitapları basıldıkları yıl tükendi, ikinci baskılarını gördü, ki öykü kitaplarında bu pek görülmez. Yine hem yayınevimizin kurucularından hem de yazarımız Cem Kalender’in “Klan” kitabı Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülü’nü aldı ve tüm kitapları ilgi görüyor. Böyle olunca, yani biz nitelikli bir kitap basmayı kendimize hedef koydukça, okur da bunun karşılığını bize verdi. Görünür olmayı da böyle başardık.

Yoksa bizim billboardlara reklam verme, gazetelerde sürekli reklam yayımlatma gibi bir şansımız yoktu, halen de yok. Bu yüzden kendimize çıkış yolu olarak iyi kitap basmayı hedef koyduk; karşılığını da aldık diye düşünüyorum.

İhmal edilmiş yani ya çevrilmemiş ya da eskiden bir zaman çevrilmiş ama unutulmuş iyi kitapların yayımlanmasını da amaçlamıştık. Musil, Saki gibi yazarların önemli yapıtlarını yayımlayarak bunda da amacımıza uygun hareket ettik. Tabii kitaplarımızın satmasını da istiyoruz. İyi edebiyat basarak bir kimlik oturtmuş yayınevleri var, Metis ve Can gibi; örnek alıyoruz onları. Ama bir de işin mali boyutu var. Daha çok okura ulaşmak için ne yapmamız gerektiği konusuna da kafa yoruyoruz. Bu nedenle önümüzdeki dönem belki biraz daha popüler bir açılım görülebilir yayınevinde. Bunu da ilan etmiş olayım.

Öyküye ağırlık verdiğiniz belli, yayın politikanızda öykünün yeri ne?
Öncelikle, Alakarga için “Genç öykücülerin ilk kitaplarını yayımlayan yayınevi” gibi bir imaj oluştu, bunun farkındayım. Aslında bu tam da böyle değil. Türkiye, çok ciddi miktarda öykü yazılan bir ülke. Bunu Sarnıç öykü dergisindeki deneyimimizden de biliyoruz. Dergiye inanılmaz sayıda öykü geliyor; hem de İstanbul ve Ankara’yla sınırlı değil, Türkiye’nin bütün illerinden çok sayıda iyi öykü geliyor. Öykü, romana ve diğer türlere göre daha atakta olan bir tür. Aynı zamanda bu ülkede öykücülük çok güçlü. Zaten şöyle bir baktığımızda da her on yılda bir çok parlak bir kuşak yaratan bir tür bence öykücülüğümüz. Hal böyle olunca, biz bunun yayınevlerindeki karşılığını bulamadığını, ihmal edildiğini gördük ama yine de bu, bizi, genç öykücülerin öykülerini basan bir yayınevi gibi göstermez. Çünkü çok fazla genç öykücü var ve biz bunların ancak birkaçını basabiliyoruz. O yüzden tercihimizi belki şöyle formüle etmeliyim: Kitap yayımlatmakta zorlanan iyi öykücüleri seçmeye çalışıyoruz.

Genç yazarları keşfetmek gibi bilinçli bir çabanız da var sanırım?
Evet, var. Şunu iddialı bir şekilde söyleyebilirim: Türkiye’de öykü yazan bir kişi, bir tane bile öyküsü yayımlanmış olsa da bizim radarımızdan kaçmıyor. Bunu çok net söyleyebilirim. Öykü yazan bütün yazarlara aşinayız. Bu bizim bilinçli bir yönelimimiz. Bundan yayınevinin kapılarının romancılara kapalı olduğu gibi bir sonuç da çıkmasın tabii.

Gözünüze kestirdiğiniz öykücüler var mı peki?
Var. Mesela Alper Beşe, çok iyi bir genç öykücü. Epeydir takip ettiğimiz bir yazardı. Daha ilk kitapta kendi dilini oluşturmayı başaran bir yazar. Yine haziran ayında yayımlayabileceğimiz İsahag Uygar Eskiciyan: Çok esprili, farklı bir üslubu var; öykülerini biz yayımlayacağız. Takip ettiğimiz başka öykücüler de, kitapları başka yayınevlerinde çıkan ve “keşke biz yayımlasaydık” dediğimiz öykücüler de var kuşkusuz.

Kimler mesela?
Sözgelimi, Sine Ergün’ü çok beğeniyoruz; Can Yayınları’ndan yayımlanıyor kitapları. Gökçe Parlakyıldız’ın öykülerini beğeniyorum. Ferhat Emen’in ismini ise özellikle anmak istiyorum. Notos Kitap’tan çıkmıştı, “Hüsniye Hanımın Ağzı”. Bana kalırsa benzeri olmayan, özel bir kalem. Umuyorum ki bir romanını yayımlayacağız bu yıl, bunu da buradan söylemiş olayım.

Önümüzdeki dönem Alakarga’nın yayın programında neler var peki?
Önce güzel bir haber vereyim: Öykücülüğümün en kıymetli isimlerinden biri Nalan Barbarosoğlu, yeni kitabını Alakarga’dan çıkaracak. Adı, “Okur Postası”. Ayrıca Barbarosoğlu’nun önceki kitaplarını da zaman içinde yayımlayacağız. Alper Beşe’yi söyledim. İsolde ismiyle yazan yeni bir yazarla bir çıkış yapmayı düşünüyoruz. Bir “yeni dönem mizahı” diyeyim onun kitabı için. Genç kuşağın, geçtiğimiz yılın mayısından beri duvarlara, sokaklara, meydanlara yazı yazarken oluşturduğu bir dil ve mizah var. O mizahı içselleştirmiş ve tabii bir edebî nosyonu da olan bir yazar İsolde; onun mizah yazıları Haziran başında kitapçılarda olacak. Tahsin Yücel’in denemelerini de basacağız, yeni bir kitap o da…

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Sektörel bir fırsat gibi görüp, yayıncılıkta çok iş var diye düşünüp bu işe girmiş insanlar değiliz biz. Tam tersine, bütün arkadaşlarımız ayrıca kendi işlerini yapan insanlar. Yayıncılığa, iyi kitapların yayımlandığı, iyi yazarların kendisine bir kapı bulduğu, ihmal edilmiş ve unutulmuş iyi yapıtların okura ulaştırıldığı bir fırsat gibi görüyoruz yayıncılığı. Bu uğurda da kalacağız. Bir dönem gelip, birkaç kitap yayımlayıp sonra da silinecek bir yayınevi değil Alakarga. Burada ve devam edecek. Biz üzerimize düşeni yapacağız, kalanı da okura düşüyor. Söyleşi için de teşekkür ederim.

Biz teşekkür ederiz.