Aylin Balboa, yeni bir yazar, ilk kitabı, İletişim Yayınları’ndan Belki Bir Gün Uçarız adıyla çıktı. Sanal alemde tanınan isimlerden biri. Mizahla acıyı, neşeyle hüznü, sahici bir üzüntüyle fantastik bir fıkrayı harmanlamayı başarıyor. Adı, hayır soyadı bile tuhaf. Ünlü Rocky filminden ilham alarak seçmiş bunu kendine. Hani Rocky sürekli dayak yer ve sonunda bir tane vurup maçı kazanır ya…O espriyle… Aylin’le hayattan, edebiyattan ve ringlerden konuştuk.

Söyleşi: Merve Yeşil

Kitabınızı okuyunca hissettiğim şeyi katarak sorayım. Hüzün ve öfke, neşe ve gözyaşı ne kadar yakınlar sizce?
Tabiat kanunları kadar. Geçen yıl evime hırsız girmişti, akabinde bacağımı sakatladım, sonra başka birtakım saçmalıklar oldu, hazır raporluyken evimde biraz yatayım da bütün bunlar için üzüleyim diye düşünürken evim kırıldı! Kentsel dönüşüm dalgasına yandaki evi yıkarlarken benim yatak odasının duvarını da indirmişler. O son balyozu vuran ustanın duvar yıkıldığı andaki surat ifadesini düşünüp aralıksız 4 saat güldüm. Düşününce bu da felaket bir olay. Zaten sonrasında biraz ağladım. Ama duvarın öbür tarafından bakınca acayip komik değil mi? Hem yani evim kırılmış, nasıl gülmeyeyim. Söylemeye çalıştığım, bu duygular zıt gibi görünse de esasen muazzam bir organik bağla bağlılar. Öyle olmasa dayanılmaz olurdu zaten.

Sizi büyük laflar etmeye zorlamış olmayayım ama her yazar, yazmaya karar verdiğinde bazen az bazen çok şunu mutlaka hisseder. Bir şeyler ya az anlatılıyordur ya da hiç değinilmiyordur. Şu konulara yer verilmiyor, şu karakterler hiç konuşulmuyor gibi hissiniz oldu mu?
Oluyor tabii olmaz mı? Mesela niye 99 Marmara depremi doğru dürüst anlatılmadı bunu anlamıyorum. Yeteri kadar önemli bir toplumsal hadise değil miydi? Hadi toplumunu geçtim, oradaki insanların hikayeleri yakından bakılmayı hak etmiyor muydu? Bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum, gerçekten sebebini merak ediyorum. Bu vesileyle, cevabı olan biri varsa belki beni aydınlatır. Bir de, edebiyat dünyası niye kadın yazarlar ve erkek yazarlar diye iki kulvara bölünüyor anlamam mümkün değil ama illa böyle kulvarlardan söz ediyorsak, kadın yazarlar olarak kadını anlatma işini artık bizim üstlenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bizim yerimize başkalarının konuşması hoş değil çünkü.

Biraz magazin biraz siyaset sorusu. Eskiden sigara içen kadına kızılırdı, şimdi küfreden kadına hararet yapılıyor. Ne dersiniz bu erkek huylanmasına?
Huylanacak yer arıyorlar bence. Bizden, hem hayatın bütün hayhuyuyla uğraşmamızı hem de hanımefendi olmamızı bekliyorlar. Öyle bir şey mümkün değil, kombiyi tamir edeyim derken fazla bastığım su sonucu cihazdan fışkıran sularla uğraştığım esnada kimse kusura bakmasın ama sakin olamam. Ağzımdan birkaç küfür de çıkabilir hatta. Bunların hala mesele haline getirilmesi çok saçma. Dünya değişiyor. Koca evren değişiyor. Değişiyoruz hepimiz. Küfreden kadını hala “erkek gibi” diye tanımlamak büyük haksızlık. Erkekler savaşmak için ok yapmıyorlar ki artık. Ya da sadece onlar yapmıyorlar. Avcı-toplayıcı dönemden bugüne milyonlarca yıl geçti. Artık bu işlerin değiştiğini yavaş yavaş kabul etmeliyiz.

Ters köşe yapalım, mutlaka sorulmuştur, kendinizi kimlere hangi edebiyatçılara yakın görüyorsunuz denmiştir. Sempati duyduğunuz tarzı anlatmışsınızdır. İsme gerek yok elbette ama hangi tür kitaplar sizi kızdırıyor, size “ne bu ya!” dedirtiyor?
Okuru aptal yerine koyan kitaplar. Hacim arttırmak için uzatılmış, içi boşaltılmış şeyler okuduğumda gerçekten tepem atıyor. Edebiyat kısa ve net olmalıdır gibi bir şeyi katiyen söylemiyorum burada. Tuğla gibi kitaplarının her satırını ezberlemek istediğim muazzam yazarlar var. Demek istediğim, yani işte okuru aptal yerine koymamak şart. Tam anlatamıyorum. Sapa yollara girmeyelim şimdi. Ama bütün bunları bir okur gözüyle söylediğimin de, ilk olarak altı olmak üzere iyi kitabın çeşitli yerlerini çizmek isterim.

Kazık soru geliyor. Edebiyat denince herkes büyük laflar ediyor. Hatta anlatırken biraz da kendine itibar katıyor. Sürekli dayak yiyen Balboa edebiyatı nasıl tanımlar? Ne hissederek bakıyor ringe?
Kitaplığıma baktığımda çoğu zaman ağlamaklı oluyorum. Bazı yazarlar gerçek birer dahi. Vonnegut okurken kendimi bit kadar hissediyorum örneğin. Ya da mesela daha geçenlerde Kjersti Skomsvold adında Norveçli genç bir yazar okudum, deli gibi heyecanlandırdı beni. Çok iyi şeyler yazılıyor. Böyle bakınca korkutucu görünüyor o ring. Gardımın zayıf olduğu yerlerden dayak da yiyebilirim. Ama mühim değil. Bir ringden bahsediyoruz sonuçta.

Aylin yazmaya devam edecek mi, konuştunuz mu onunla?
Valla bir ara devam etmemek lazım dedim çünkü çok öyle süper bir olay da değil. Zor yani. Hem zaten siz yazmadınız diye kimse ölüp bitecek de değil bunun ayırdına varmak lazım. Galaksimiz için yazmış olmamız ya da olmamamız hiçbir şeyi değiştirmiyor. Ama anlatmanın kendisi ciğerlerinizi uçurtmaya bindiriyormuşsunuz gibi hissettiriyor. Öyle bi temiz hava alıp geliyorsunuz. Yazmaya devam edicem bence yani. Uçurtmaları çok severim.

Bu kitaba babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Belki Bir Gün Uçarız  – Aylin Balboa
İletişim Yayınları