Nihan Bora

Otobüste neden durduk yere kahkaha atarsınız? Arkadaşınızla konuşuyorsunuzdur ya da internette komik bir şey görmüşsünüzdür. Herkesin gözlerini üzerime diken o kahkahayı attığımda kimseyle konuşmuyor, Aylin Balboa okuyordum…

Yeni yazar keşfetmek için kitapçı gezerim çoğunlukla. Daha doğrusu gezerdim. Yine geziyorum elbet ama yeni ve ‘iyi’ yazar keşfetme konusu, içinden çıkılmaz bir hal almaya başlayalı uzun zaman oldu. Zira çok yayınevi, çok yeni isim ve niteliği tartışılır yüzlerce kitap arasından yanlış tercih yapma ihtimalimiz ‘çok’ yüksek. Dolayısıyla bir süredir eleştirmen ve dost önerisi olarak kısıtladım yeni ‘iyi’ yazar keşiflerimi.

Yatmadan önce son kez “Twitter’a bir bakayım” dediğim gecelerden birinde, Levent Cantek’in şu tweet’ine denk geldim: “Yeni bir yazarın @enteldantel (Aylin Balboa’nın o zamanki Twitter adı) ilk kitabı, Belki Bir Gün Uçarız geliyor, şah damarı atıyor tıp tıp, sokak taşıyor yanında”.

Eh şimdi; gece ya da gündüz fark etmez, hangi kitapsever olsa bu tweet’e heyecanlanır. Neticede Levent Cantek, bir kitabı alıp almamak konusundaki otorite isimlerden biri, bana göre. İletişim Yayınları’nın da kolay kolay bir ilk kitap basmayacağını bildiğimden “Bu işte bir iş var” dedim ve ilk fırsatta kitabı edindim.

Aylin Balboa, 2009’dan bu yana entel-dantel.blogspot.com.tr isimli adreste blog yazıyor. Balboa’yı daha önce blogu vesilesiyle duymadığım için hayıflandım önce. Fakat bir yandan da kitabı vesilesiyle tanıştığımız için mutluyum. Çünkü bu metinleri bilgisayardan, telefondan okusam bu kadar hissedemezdim diye düşünüyorum (öyküler öyle güçlü ki, sanırım yine hissederdim, emin değilim). Yüzlerce cümlenin altını çizdim, yazdıklarına karşılık onunla konuşur gibi yorum yaptım, çok güldüm, çok canım yandı ve sonra sayfa kenarlarına notlar aldım.

Belki Bir Gün Uçarız”da Balboa, kitap boyunca hem anlatıcı hem de birinci tekil şahıs olarak karşımıza çıkıyor. Bizzat yaşadığı hikayeleri, bizzat yaşadığımız hikayelerle bütünleştirmiş, bir etmiş. Hikayelere yakın hissetmemizin en büyük sebeplerinden biri de bu. Pek iyi şeyler anlatmıyor; babasını kaybetmesi, ağabeyin yoğun bakım dönemi, aşkın acısı, memleketin sıkıntısı derken dertler derya oluyor.

Ama Balboa tüm bu içinden çıkılmaz sanılan ağır halleri, öyle kıvrak ve mizahi bir dille anlatıyor ki, tam gözlerimizden yaşlar süzülüp o çok sevdiğimiz damar frekansına girdiğimiz anda, iki satır alta geçtiğimizde kahkahayı basmış oluyoruz. Otobüsteki kahkahamdan saniyeler önce, güneş gözlüklerim sayesinde görünmeyen gözyaşlarımla başbaşaydım misal.

Balboa, bir röportajında “Rocky’nin bütün dövüşleri kazanmasının sebebi iyi vurması değil çok güzel dayak yemesi aslında” demiş. Kendisinin de hayattan aldığı darbelerle mücadele edeceğini bariz şekilde anlıyoruz öykülerinden. Karşımızdaki güçlü bir kadın. Babasını kaybettiğini anlattığında bir kayıp yaşayın yaşamayın, hissediyorsunuz. Abisinin yoğun bakımdaki halini sözcüklere dökerken mizaha başvurduğunda, bir afallıyorsunuz.

“Üzüleceğimiz yerde niye gülüyoruz ki şimdi?” diye düşünüyoruz. Canınızı yakan bir mizah sunuyor Balboa. Sonra, acısının içinden cımbızla çıkardığı “Yaşamaya devam etmek zorundayım, zorundayız” dediğinde gidip ona sarılmak istiyorsunuz.

Son zamanlarda aradığımız şeylerden bazıları gerçeklik, sadelik, özgünlük. Bunların hepsini sunuyor bize Balboa. Zıvanadan çıkıyor, “Hay çok yaşa” diyoruz, sonra sakinleyince biz de uysallaşıyoruz.

Aylin Balboa, her öyküde deliliğe biraz daha yaklaşıyor. Tam “delirdi, bu öyküde kesin daha büyük bir arıza çıkacak” derken bizi zirveye çıkardığı noktadan bazen minik bir iteklemeyle yere çakıyor, bazen de bir paraşüt yumuşaklığında yeryüzüne indiriyor.

Balboa, “Belki Bir Gün Uçarız” diyor ama öyküleriyle tansiyonu öyle bir yükseltiyor ki, aslında yeryüzünden çok uzaklara fırlatıyor ve farkında olmadan uçuruyor bizi.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Belki Bir Gün Uçarız  – Aylin Balboa
İletişim Yayınları