Mustafa Özel

Dickens’ın en sevdiğim romanlarından biri, Avrupa insanının Amerika serüvenini harikulâde bir tarzda canlandıran Martin Chuzzlewit’tir. Eksik söyledim, roman aslında tüm insanlığın hikâyesidir. Nereden mi biliyorum? Daha ilk cümlesinden: “Görgülü bir aileden geldiğini iddia eden hiçbir bay ya da bayan, soylarının son derece eski olduğunu öğrenmeden Chuzzlewit ailesine yakınlık duyamayacağına göre, bu ailenin dosdoğru Adem ile Havva’dan geldiğini bildirmekle şeref duyarız.” Chuzzlewit adının icadı bile Dickens’ı epey uğraştırmışa benziyor. Sweezelewag ile başlamış, Sweezlebach, Sweezleden, Chuzzletoe, Chuzzlewig ve nihayet Chuzzlewit. John R. Reed, roman kahramanı için neden böyle küçültücü bir isim konmuş, diye soruyor haklı olarak. Eğer daha ilk cümlesinden, insanlığın hikâyesine buyur ediliyorsak, soyumuz bu denli aşağılık mı? “Chuzzlewit ailesi hepimiziz; biz kafası karışık ve bencil yaratıklar.” Dickens da romanı hakkında yazdığı notlarda, “Sahne evlerinizdir, sizler de oyuncular.” diyordu. (Dickens’s Hyperrealism, Ohio State University Press, 2010, s. 48-9.)

Ailenin (insanlığın) şeceresinin bütün meziyetleri (?) ile özetlendiği birinci bölüm, insanın köken ve tabiatına dair iki modern öğretinin (!) cazibesine kapılmadan da insanın maymun ve domuzluğuna tanıklık edebileceğimize dair tespitle noktalanıyor: “İlk olarak, insan soyunun bir zamanlar maymun olduğu ihtimaline ilişkin Monboddo doktrinine doğrudan doğruya katılmaksızın da, kesinlikle iddia edilebilir ki, insanlar pek tuhaf, olağanüstü numaralar çevirebilirler. İkincisi, Adem soyunun, yeryüzündeki bütün hayvan sınıfları içinde en çok, domuza özgü bir sürü niteliğe sahip olduğunu ileri süren Blumenbach teorisine de kapılmadan, gene iddia edilebilir ki, bazı insanlar kendilerine iyi bakmakta şaşılacak kadar hünerli oluyorlar.” (Romanın ilk Türkçe baskısı, çev. Murat Belge, Adam, 1982, s. 13.)

İki cildi tam 862 sayfa tutan eser sonra tek cilt olarak yayımlandı (İletişim, 2011). Kitabın hacmi sakın ola gözünüzü korkutmasın, bir hafta sonunda okunabilecek kadar akıcıdır. Bir nevi beşeriyet ansiklopedisi diyebileceğimiz romanın ikinci bölümünün başlığı bakın nasıl: “Burada Bazı Kişiler Okura Tanıtılıyor. Okur İsterse Bu Kişilerle Ahbaplığını İlerletebilir.” Biz de dergideki yerimizi hesaba katarak, ahbaplığımızı birkaç nokta üzerinden ilerletmeye çalışacağız: Para, Kazanç, Erdem ve Hürriyet. Okuyun ve karar verin: Modern insanın dilinden düşmeyen bu kavramların ne demeye geldiğini bu kadar canlı tasvir eden bir iktisatçı veya içtimaiyatçı var mıdır?

(1) Modern insan, para uğruna anasını, pardon babasını satandır! “Bay Jonas’ın kazanç üzerine eğitimi kundaktayken başlamıştı. Hecelemeyi öğrendiği ilk kelime ‘kâr’ idi, ikincisi ise (iki hecelilere geçtiğinde) ‘para’. Babasının önceden kestiremediği bir iki istisna da olmasa yetişmesi kusursuz sayılabilirdi. Bu kusurlardan biri, babası ona uzun zaman herkesten ileriye gitmeyi bellettiği için, sonunda hiç belli etmeden bu saygıdeğer eğitimciden de ileri gitmeyi pek sevmeye başlamasıydı. İkinci kusuru da çocukluğundan beri edindiği her şeyi mülk sayma alışkanlığını abartmasıydı: Öyle ki artık babasını da bir çeşit kişisel mal sayıyor, piyasada dolaşımda olmasından hoşlanmıyor; bir kasada, yani genellikle tabut diye adlandırılan kutuda durmasını ve mezara yatırılmasını istiyordu.” (Sayfa 129. Dickens burada sırasıyla gain ve money kelimelerini kullanıyor. İkincisinde sorun yok; fakat Murat Belge ne yapsın, gain daha ziyade kazanç anlamına da gelse, onu tek heceli çevirebilmek için, genelde profit karşılığı olan kârı kullanmış. Bu mecburi tercih dışında, çeviri, aslı kadar mükemmel!)

(2) Modern hayatta, para ile erdem yer değiştirir! “Ah! Demek burada da aristokrasi var? Kimlerden meydana geliyor? Akıllı insanlardan, bayım, akıllı ve erdemli insanlardan. Ve bu ülkede bunların zorunlu ürününden: Dolar, bayım.” (s. 271.) “Dolar! Bütün dertleri, umutları, sevinçleri, sevgileri, erdemleri, bağları eriyip dolar olmuştu sanki. İnsanları kendi dolarları eziyordu, her şeyin ölçüsü dolardı; hayat açık artırmaya çıkarılmış, dolar karşılığında haraç mezat satılıyordu. Dolardan sonra en saygıdeğer şey, dolar kazanmak için girişilmiş işlerdi. İnsan İyi Ad ve İyi Niyet gemisinden şeref ve dürüstlük denen o değersiz safrayı ne kadar atsa, dolar yerleştirmek için o kadar fazla yer açılıyordu.” (s. 286.)

(3) Şükürsüzlük, yeni insanın karakteridir! “Amerika’ya ayak basan Martin’e ilk söylenen sözler: ‘Memleketimizi ticaretin çok kötü gittiği bir zamanda ziyaret ediyorsunuz, bayım.’ Ürkütücü bir buhran anında. Görülmemiş bir durgunluk döneminde. … Martin Amerika’yı hiç tanımıyordu, yoksa yurttaşlarına inanılacak olursa bu ülkenin her zaman buhran içinde, her zaman durgun, her zaman ürkütücü bir durumda olduğunu bilirdi; teker teker böyle söylerler ama bir araya gelince dünyanın en canlı ve en zengin ülkesi olduğuna, günün ya da gecenin herhangi bir saatinde İncil üzerine yemin etmeye hazırdırlar.” (s. 281.)

(4) Modern insan, hesabını bilir, ruhunu ucuza satmaz! “Demek oluyor ki sizin gibi anlayışlı bir kadın 18 şilin gibi sefil bir para için ikiyüzlü olmaya razı olabiliyor? Bütçeyi dengede tutmak zorundayım, efendim. Kârım çok az. Kâr! İkiyüzlülüğün kârı! Haftada 18 şilin için Baal’in altın buzağısına tapınmak! … Haftada 18 şilin! Dürüst Pecksniff, haklı, çok haklısın yargında! Madalyalar, nişanlar için olaydı; törensi kürkler, bir büyüğün gülümsemesi, parlamentoda bir koltuk, kraliyet kılıcının omza değişi için olaydı; bir yer, bir parti, işe yarar bir yalan, ya da 18 bin, hatta bir 800 paund için olaydı; ama haftada 18 şilin için altın buzağıya tapınmak! Ne acı, ne acı!” (s. 180-1.)

(5) İnsandan hayvana alçalışın hızı başdöndürücüdür! “Tefeciye ilk gidişinde yolda rastladığı herkesin nereye gittiğinden şüphelendiğini sanıyordu; dönüşünde de sanki yolu dolduran insan kalabalığının tümü nereden geldiğinden haberliydi. Oysa şimdi öyle miydi? İşin tuhafı bu yüksek merdivenin en alt basamağına inmek sadece beş hafta almıştı. … Ey ahlâkçılar, siz ki mutluluk ve onurun hayatın her alanında kendiliğinden var olduğunu söylersiniz, kendilerine saygıyla dolu olarak yaşayan insanların bu hızlı inişine bakın ve düşünün: Şu anda acılı çabalar arasında soluk alan binlerce insan var ki bu saygıdeğerlik içinde hiç yapamadılar, yaşama fırsatını hiçbir zaman bulamadılar! Gidin, sevincin ve onurun öğreticileri, madenlere, fabrikalara, demirhanelere, en derin bilgisizliğin kirli derinliklerine, insanın ihmal edilmişliğinin dipsiz kuyularına gidin, ruhun parlak meşalesini yakılır yakılmaz söndürecek kadar pis olan bu havada herhangi bir umutlu bitki yetişebilir mi, söyleyin! Ve siz, ey Hıristiyan öğretisinin bin dokuz yüzüncü yılının Ferisîleri, insan fıtratından dem vurmadan önce, ortada insan diye birşey kalıp kalmadığına bakın. Bir bakın hele, bu insan fıtratı dediğiniz şey, sizin kuşaklar boyu süren uykunuz sırasında, hayvan fıtratına dönmüş olmasın!” (s. 236-7.)

(6) Kapitalizm her şeyi metalaştırır, özgürlüğü bile! “Ah, efendim, ah! Dünyanın bu yarısında özgürlüğü öyle seviyorlar ki, alıyorlar, satıyorlar, yanlarında pazara götürüyorlar. Öyle bayılıyorlar ki özgürlüğe, ona karşı özgürlüklerinden hiç vazgeçmiyorlar.” (s. 296.)

(7) Modernlik, kitapsızlıktır; açığı gazete kapatır! “Biz iş güç sahibi insanlarız, beyefendi, öyle kuru kuru fikir okuyacak zamanımız yok. Gazeteyle gelirse ne âlâ, değişik çeşitten heyecanlı şeylerle karışmış olarak, ama kitap dedin mi, boşver.” (s. 287.) 

Arka Kapak dergisi 31. sayı