Reşat Nuri Polat

Bahaeddin Özkişi, edebiyat okuyucusunun aşina olduğu bir isim değil bence. Şimdiye kadar metroda, otobüste okuyana da rastlamadım. Kıymeti bilinmemiş ya da hâlâ anlaşılamamış bir isim olduğunu düşünüyorum. 1975 yılında henüz 47 yaşında iken vefat eden yazarın edebiyat dili, betimlemeleri, roman kurgusu ve gerçekten kopmayan derin hayal gücü, kitaplarını okurken sizi esir alıyor desem abartı olmaz. 1975 yılı Peyami Safa Roman Yarışması’nda başarı ödülüne layık görülmüş bir Cumhuriyet dönemi polisiyesi olan Sokakta da bu eserlerden biri.


Sokakta
Bahaeddin Özkişi
Ötüken Neşriyat

Sokakta; akıcılığı ve kurgusu ile okuyanı kendine bağlayan, mistik anlatımların hâkim olduğu, görece kısa bir cinayet romanı. Sona yaklaşırken basit bir şekilde biteceği hissine kapılsanız da sonu olmayan bir roman okuduğunuzu ancak kitap bittiğinde anlıyorsunuz.

Maktul delici bir cisimle öldürülen yaşlı bir kadın, katil zanlısı ise küçük oğlu. Şüpheli, ilk andan itibaren cinayetin ONLAR tarafından işlendiğinden emin. ONLAR; kitabın gizemli yanı. Sokakta bir cinayet romanı olsa da, aslında toplumun Batılılaşma ile içine girdiği büyük değişimi, bu değişime ayak uyduranlar ve değişime direnenler arasındaki çatışmayı, değişime duyulan ve kitap içerisinde hep büyük harflerle yazılan “ÖFKEYİ”, “ONLARIN” toplumun dini ve ahlaki değerlerini hızla yok etmesini anlatıyor.

Şüpheli ile olayı soruşturan komiser aynı sokakta büyüyen, aynı ortak geçmişe sahip ve kendilerinden büyük bir kıza aynı anda âşık iki küçük dost. 30 yıl önceki ayrılıkları bu cinayet ile son bulsa da bu cinayet tam çözüldü derken yollar yine ayrılıyor. Zanlı, akli dengesinin yerinde olmadığı düşünüldüğü için akıl hastanesine yatırılıyor ancak onunla ilgilenen doktor onun bir akıl hastası olmadığına, bozulmamış bir düşünce yapısı taşıdığına, bir yaprağa bakarak saatler geçirip tefekkür eden kültürün bir parçası, bir mütefekkir olduğuna inanıyor. Cinayetin bir kısım şifreleri ve kitaptaki fikir çatışmaları akıl hastanesindeki şüpheli, komiser ve doktorun müzakereleriyle hikâye edilmiş.

Sokaktaki her şeyin ve herkesin bir anlamı var. Konak, yatır, Gülüm, Kaptanlar ailesi, küçük bey… Cinayetle suçlanan kişi, sokağı ve sokağın değerlerini kaybetmemiş, bilakis onları yaşatmak için direnen, büyük ve hızlı değişim karşısında bu anlamları korumaya kendisini adamış bir kişilik. Sokak; onun dünyası. Sokağı sahiplenmesi, bir başka çocuğa ait balona haset duygusu ile nazar etmesi sonrasında balonun uçup gitmesi ile başlıyor. Balonun gidişinde yok olmayı görüyor. O andan sonra her şeyi, sokağı ve dünyasını her an gidebilecekleri korkusu ile sahiplenmeye başlıyor. Kaptanlar ailesinin oğlunun elindeki içi delik tahtayı dürbün gibi kullanması ve seyir defteri tutmasından etkilenip, kendisine içi delik bir tahta ediniyor ve o delikten bakıyor hayata. Baktıkça hakikat penceresi açılıyor; nesneleri, olayları daha yakından inceleyerek gerçek manalarını buluyor, buldukça yazıyor defterine. İnsanın gözünü perdeleyenin, her şeyi bir anda, aynı anda görmek olduğunu anlıyor ve ilk zamanlar “kişiler gözlemlerini ihmal etmeyip yazmış olsaydı insanlığın bulunduğu mevkiin pek üstüne çıkacağını” düşünürken sonradan hikmet ile buluşunca yazmayı da bırakıyor. Gördüğünü tefekkür edip yaşamayı seçiyor.

Roman kahramanlarının hepsi isimsiz. Ancak her biri ya cinayetin çözülmesindeki küçük şifreleri aydınlatıyor ya da roman içerisine serpilen fikir çatışmalarını resmediyor. Kitap boyunca toplumun ideolojiler vasıtasıyla bölünmesine yönelik eleştirileri okurken Cemil Meriç; Batı dünyasına kapılıp gitme ve kendi öz değerlerimizden süratle kopma temalarına rastladığınızda ise Samiha Ayverdi tadı alıyorsunuz. 

Arka Kapak dergisi 34. sayı