Özkan Ali Bozdemir

Modern Türk Şiiri’nin tarihsel serüvenine göz attığımızda bugünün şiir dilini kuran ve onun anlatım olanaklarını esnetip genişleten kuşağı hiç düşünmeden İkinci Yeni olarak yorumlayabiliriz. Garip akımının şiire kattığı gündelik konuşma dili, özellikle İkinci Yeni çizgisinde daha da netleşti ve ölçü ile aruzun tıkandığı ve artık yetmediği noktada şiire taze kan aşıladı. Böyle bir katkının şiiri taşıdığı yerde şüphesiz ki yeni anlatım biçimleri ve farklı bakış açılarının izlerine rastlamak mümkün. Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat gibi dönemin önde gelen şairleri ilerleyen dönemlerde başka bir şiirin izini sürseler de İkinci Yeni’den aldıkları lirik ve coşkulu anlatımdan vazgeçmediler. Üstelik bu durumu yalnızca şiirlerinde değil, edebiyatın öteki verimlerinde de sürdürdüler.
Cemal Süreya içinse kısa süren yaşamı boyunca şiir yazmaya ve şiir üzerine düşünmeye çalışarak öteki şairlerden ayrıldı diyebiliriz. İkinci Yeni’nin önde gelen isimleri roman, tiyatro ve öykü gibi alanlarda eserler üretirken, Cemal Süreya’yı çoğunlukla şiir yazan ve şiir üzerine yazılar yazan bir şair olarak hatırlarız bu yüzden. Cemal Süreya’nın 59 yıl yaşadığını ve yaklaşık olarak 35 yıl boyunca şiir yazdığını düşününce bu süre daha da az gelir. Kendi deyişiyle “az yazan” ya da “şiirsiz şair” olarak düşünülür Cemal Süreya. Yaptığı şiir çevirelerini, eleştiri yazılarını ya da Dünya edebiyatından dilimize kazandırdığı onca eseri de hatırlamak gerek elbette. Peki bu kadar ‘az’ yazdığı halde şiirin merkezinde yer alabilmeyi ve mevcut şiir anlayışını büyük ölçüde değiştirmeyi nasıl başarabilmişti? Bu soruyu yanıtlamak için şairin meslek yaşamının ve özel hayatının dışında kalan zamanlardaki uğraşlarına göz atmakta fayda var. Şiirle birlikte öteki sanatlara olan merakı, onun şiirine kattığı yeniliklere bir ölçüde açıklık getirebilir. Sinemadan, resimden, müzikten, felsefeden, tarihi olaylardan, bazen siyasetten ve çoğunlukla kişisel meselelerden hareketle şiirini kurar Cemal Süreya. Dolayısıyla şiirindeki başkalık ve çok renklilik, neredeyse sanatın bütün dallarıyla ilgili olmasına bağlanabilir.
Cemal Süreya kendi şiirini, farklılığını ilk bakışta belli eden, oldukça sade ve güçlü bir dil üzerine inşa etmiştir. Şiir dilinde kurduğu benzersiz söz dizimi ve çarpıcı imgelerle örülü yalın anlatımı, Cemal Süreya’nın özgünlüğünü hemen ortaya koyar. Bunun yanı sıra toplumsal konuları didaktik bir bakışın uzağında tutarak şiirine yedirmesi, aşkı anlatırken beraberinde erotizmi ve çıplaklığı da şiirine katması, diyebiliriz ki Cemal Süreya’yı İkinci Yeni’nin ve genel anlamda modern şiirimizin en ayrıksı şairlerinden biri yapar. 1956 yılında kaleme aldığı Folklor Şiire Düşman adlı yazısında, çağdaş şiirin kelimeye dayandığını ifade ederek halk deyimlerinin ve folklorün şairleri kısır bir döngüye sıkıştırdığını anlatır Cemal Süreya. Yayınlandığı dönemde büyük tartışmalara yol açan bu yazı, mevcut şiir dünyasını eleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda Cemal Süreya’nın kurmaya çalıştığı yapıyı da işaret ediyordu. Şöyle diyor aynı yazının devamında: “Bir halk deyimi içindeki kelimeler o deyimdeki anlam dizisinde kaynaşmışlardır… Tek yönlüdürler. İşlemleri, güçleri, bir bakıma uyandıracakları çağrışımlar bellidir. Ne olsa değişmeyecektir. Bu kelimelerin meydana getireceği şiirlerle, mısraları hep şarkı mısralarından, hep türkü mısralarından meydana gelen şiirler arasında pek büyük bir ayrılık göremiyorum.” Garip akımının kırmaya çalıştığı yerleşik halk dilini, İkinci Yeni’nin de tümüyle kıramadığını da anlıyoruz bu ifadelerden. Oysa Cemal Süreya folklor sözcüğüyle, kalıplaşmış ve birincil anlamının ötesine çıkamamış ifadeleri eleştirir bu yazıda. Dolayısıyla yerel duyguların veya bize ait olan değerlerin bütünüyle şiirden çıkarılması gerektiği gibi bir sonuç anlaşılmamalıdır. Kaldı ki Cemal Süreya’nın ilk yıllarında aruz ölçüsüyle şiirler yazdığını da unutmamak gerek. Çağdaş şiirin kelimeye dayanması ifadesi de bu anlamda Cemal Süreya’nın tek bir çağrışımın dışına taşmayı ve çok bakışlı bir şiir yapısı kurmayı hedeflediğini gösterir.
Cemal Süreya’nın geleneksel şiir anlayışını bütünüyle reddetmediğine, 1980 yılında yayımlanan Sözcükleri Değiştirmek adlı yazısında da tanıklık edebiliriz. Bu yazıda da yine sözcükler üzerinde duran Süreya, Yeni Türkçe’nin büyüsüne kapılıp eski şiirlerindeki sözcükleri değiştiren şairleri ele alır. Yazılmış şiirlerin o döneme ait izler taşıdığı düşüncesinden hareketle şiirdeki bu değişimi veya yenilenmeyi geçerli bulmaz Cemal Süreya. Özellikle Oktay Rifat ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dildeki bu arınma çabalarını yersiz ve anlamsız bulduğunu söyler. Oktay Rifat’ın İkinci Yeni çizgisinden gittikçe uzaklaşması ve kendi edebiyat dilini kurmasının altında şüphesiz ki konuşma dilindeki sadeliği biraz daha zorlamak istemesi ve onun ötesine çıkma gayreti yatıyor. Bu konuda şöyle diyor Cemal Süreya: “Bir şiiri yeniden yazmak başka, onun bazı sözcüklerini dil kaygısıyla değiştirmek başka. Gerçekte, otuz yıl önce yazılmış bir şiiri yeniden yazma çabasını da pek anlamıyorum ben. O şiir belli bir dönemin, belli bir duyarlık ortamının, belli bir dil bağlamının ürünüdür. Ve olduğu gibi kalmalıdır.” Bu ifadeden hareketle Cemal Süreya’nın günlük konuşma diline yaslanmak için eskiyi bir kenara koymadığını; yazılmış eserleri o dönemin koşulları ve imkanları dahilinde yorumladığını belirtebiliriz.
Sonuç olarak Cemal Süreya’yı İkinci Yeni’nin içerisinde yer aldığı halde aynı kuşaktaki şairlerin şiir anlayışına büsbütün katılmadığı için ayrı bir noktada değerlendirmemiz gerekir. Konuşma dilini kendi şiirine dahil ettiği için Garip akımına, kurduğu sade dille çok yönlü bir anlatım biçimi geliştirdiği için İkinci Yeni’ye yakın sayılabilir. Ancak kendi şiirini oluştururken var olan şiir dilini ve kendinden önceki şiir geleneğini hiçbir zaman tümüyle reddetmez. Yazının başında sözünü ettiğim Folklor Şiire Düşman adlı yazıda bu konuyu genel hatlarıyla ele aldığı halde yine de ifade etmek istediği düşüncelerin tam anlaşılmadığını kabul eder Cemal Süreya. Modern şiirin alt yapısını oluşturan halk şiirini her fırsatta savunur ve yeni bir anlayışın yeşerip büyüyebilmesi için öncekilerin yok edilmesine karşı olduğunu da ayrıca belirtir. Üstelik konuşma dilinin halk dilinden ayrı düşünülmemesi gerektiğinin de altını çizer.
Şu ifadeler sanırım Cemal Süreya’nın halk diline ve konuşma diline verdiği önemi yeterince açıklayacaktır: “Kendi dilimizle konuşmak, bir şey anlatıyorsak onunla anlatmak. Bu, halk şiirinden hiç yararlanılmaz, hatta yararlanılmaz demek değil elbet. Ama arı çiçek yiyip bal yerine yine çiçek yapmaya başlarsa tehlikeye düşmüştür. Halk kaynakları şiiri besleyecektir. Ama onda eriyerek, özümlenerek, yakıt halinde.”

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 16.sayısında yayınlanmıştır.