Paul Mason / Çev: M. Merve Şimşek

Dikkat sürelerimiz kısaldı, dikkatimiz dağınık ve yazarlar buna göre stillerini değiştirdiler. Bütün bu değişiklikler ise daha geniş bir dijital dönüşümün parçası.

Bana Phycon’un Gravity’s Rainbow kitabının basılı versiyonunu verirseniz kahramanın kızı kaybettiği sayfayı hemen bulabilirim. Çünkü onun adına yaşadığım hayal kırıklığı son 20 yıldır fiziksel olarak o sayfada duruyor. Yine, Vasily Grossman’ın Life and Fate kitabında, bir Kızıl Ordu müfrezesinin “Ev 6/1”i orada geçici bir politik özgürlük bölgesi kurarak savunduğu uzun bir bölüm vardır. Benim için, bu özgürlük o sayfa öbeğinin içerisindedir hâlâ. Kitaba baksam kabaca “Ev 6/1”in nerede olduğunu görebilirim.

Oysa, e-kitapların gelişiyle defalarca okunan ve hayal gücünüzün sayfalarda ikamet ettiği fiziksel kitapların dünyası ölüyor. Etrafımda yeni kitapları dijital form dışında almayı bırakan tek kişi ben değilim ve yukarıda sevgiyle anılan kitaplar bile artık Kindle’da okunuyor. Peki e-kitap bizim okuma şeklimize ne yapıyor ve buna karşılık olarak bizim gibi milyonların okuma şeklindeki değişiklik roman yazarlarının yazma şeklini nasıl etkileyecek? Bu sadece akademisyenleri ilgilendiren bir soru değil; kurgunun ne kadar etkili olduğunu ve eğer anlatıları radikal bir şekilde değişirse bizim benlik kavramımızın nasıl değişebileceğini görmek için sadece bu yaz bir plajdaki insanlara bakmanız gerekli.

Bu yıl yayınlanan “Words Onscreen” kitabında Amerikalı dil bilimci Naomi Baron, dijital yayıncılığın biçimlendirdiği okuma kalıplarındaki değişikliği araştırmış. Etkinin ölçülebildiği yerlerde etki öncelikle bir özetleme eğiliminden oluşmaktadır. Biz web sayfalarını “F” kalıbıyla okuyoruz: üst satır, biraz aşağıya in, tekrar oku, aşağıya in. Akademisyenler, artan miktardaki dijital olarak yayınlanan makalelere onları hızlı okuma tekniğiyle okuyarak karşılık verdi. Kitaplara bakıldığında, hem sözlü hem de ankete dayalı kanıtlar İngiliz edebiyatı öğrencilerinin standart okumalarını hızlı okuma tekniğiyle yaptığını göstermektedir.

Dikkat süresi sadece e-kitaplar dijital metinden oluştuğu için değil, onları başka şeyler için kullanabildiğimiz cihazlarda okuduğumuz için kısaldı. Baron, gençlerin büyük kısmının e-kitapları cep telefonlarından okuduğunu, kahve sırasında veya toplu taşımada elektronik postalarını veya çevrimiçi aşk hayatlarını da kontrol ettiklerini belirtiyor.

Bunun karşılığında, biçim ve iş modellerinin bu davranışa tepki göstermesi nedeniyle kurgu daha kısa hale geldi. Her büyük yayıncı, kısa hikaye, tefrika kurgu, antoloji ve orta seviyede “sadece elektronik” kitaplarla denemeler yaptı. Ama sadece e-kitap ve hiper metin için çalışan kurgusal formlarla yapılan denemeler genelde başarısız oldu.

Tahmin edilebileceği gibi sadece e-kitaba ve dikkat süresinin kısalığına karşı değil Kindle sonrası dünyada, yazarların değişen yazma stiline karşı da bir edebi tepki var. ABD’li romancı Joanna Scott, ödül kazanan ciddi kurgularda bile bir “sanat eseri üretmek yerine”, merak uyandıran olay örgüsü ve detaylı olmayan yazım ile “iyi okuma” üretme eğiliminden şikayet etti.

Böyle şikayetler bir noktayı kaçırıyor. Günlük hayata bir “bilgi katmanının” eklenmesi hem yaratıcılar hem kitleler için bizim hikayelere tepki verme şeklimizi değiştiriyor. İlk ansiklopedilerin, çok fazla kitap olması sorununa cevaben yazılmış olması gibi, biz de yeni, anlık referans araçları geliştirdik.

Bir e-kitap içindeki herhangi bir kelime, sadece basitçe o kelimeyi seçmenizle kendi sözlük tanımını çağırabilir. Bir e-kitap içindeki bir paragraf sizde ikna edici, güzel veya derin izlenimi bırakırsa, vurgulu bölümün paylaşılması fonksiyonunu açık tuttuğunuz takdirde, yüzlerce başka kişi tarafından o bölümün çoktan vurgulandığına bahse girebilirsiniz. Bunu fark etmekle beraber vurgulanan kısımlara özellikle dikkat etmeye geçiş oldukça kısadır, bu tembellikten değil akıllıca bir öğrenme stratejisi nedeniyledir.

Benim düşünceme göre edebi akademisyenlerin endişe ettiği konu sürükleyiciliğin kaybolması. Eğer yanan bir evden -veya patlayan bir Kindle’dan- kurtaracağım kitapları listeleyecek olursam bunların hepsi kişinin kendini kaptırabileceği dünyalar yaratanlardır: Pynchon, Grossmann, Marquez, Lawrance Durrell ve Peter Carey. 20. yüzyılda, sürükleyicilik kalitesine edebi olarak değer vermeye ve karakterlerin sadece davranışlarıyla gözlemlendiği açık anlatımları alt edebiyat olarak görmeye başladık. Ama Donna Tartt’ın Pulitzer ödüllü The Goldfinch romanı gibi edebiyat dünyasında okunabilir olmasıyla üstü kapalı şekilde aşağılanan bir roman Kindle’ın değil, yazar ile okuyucu arasındaki yeni bir ilişkinin ürünüdür.

Dijital öncesi insanların tek bir “benlik” anlayışı vardı ve benliklerinin daha iyi ortaya çıkması umuduyla edebiyat seçkileri içerisinde benliklerini gezdirirlerdi. Dijital insanların birden fazla benliği var ve dolayısıyla sürükleyici bir hikayeyle başa çıkma şekilleri şartlara bağlı ve geçici.

Dolayısıyla yazarların farklı şeyler yapması gerekiyor. Ama ne?

Bu genelleme için çok erken belki ama tahminim tipik bir Akdeniz plajında okunan dijital ve analog her bir kitabı toplayacak olsanız ve tüm saçmalıkları çıkartsanız sadece 3 tip yazıyla kalırsınız: Birincisi, 20. yüzyıldaki atalarından daha net olay örgüsüne sahip, daha az karmaşık nesir ve parçalanmış algıyla ilgili daha az deney içeren “edebi” romanlar; ikincisi yüksek oranda yazar ustalığı içeren popüler romanlar (ki bu ilk iki kategorinin sınırlarını belirlemeyi zorlaştırmaktadır) ve üçüncüsü gerçekler hakkındaki edebi yazılar – itiraf otobiyografileri, bir gazetecinin günlüğü, efsanevi bir olayla ilgili süslü bir röportaj.

Bunların arasında bir yerde muhtemelen bir ergeni; Pynchon ve Grossman’ın beni etkilediği gibi silinemez şekilde etkileyen bir roman vardır. Ama burada bir fark var.

Romanları içlerindeki hayat benim etrafımdaki boğucu ve kuşatılmış görünen gerçeklikte olan her şeyden daha heyecanlı olduğu için, karakterleri daha çekici olduğu için, içerisindeki özgürlük daha neşeli olduğu için okuduğumu hatırlıyorum. Bu yaz Galaxy 6’da Pynchon okuyan bir çocuk için, kitap Snapchat, Tinder, filmler, oyunlar ve müziklerle rekabet etmek zorunda. Tabii o çocuk da plajdaki insanların Proust veya Gri’nin Elli Tonu’nu okuyup okumadıklarını göremezken kendi sosyal ağlarındaki kişilerin neler önerdiğini görebilecek. Hayat artık daha sürükleyici. Yazarların aslında karşı karşıya geldiği bu.

* Bu yazı 10 Ağustos 2015 tarihinde The Guardian’da yayınlanmıştır.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 1.sayısında yayınlanmıştır.