Özkan Ali Bozdemir

Şule Gürbüz ismini duyan hemen herkes, yazarın ilk romanı olan Kambur’u hatırlar nedense. Çünkü ilk kitaplar, yazarların kaderidir aynı zamanda. Kimi yazar ilk kitabı yayımlandıktan sonra beklediği ilgiyi göremez, ortadan kaybolur ve başka bir mecraya, maceraya sürüklenir; kimi yazar da henüz ilk eseriyle bir efsaneye dönüşür. Kambur’la yazın dünyasına hızlı bir giriş yapan Şule Gürbüz’ün ilk romanını henüz 18 yaşındayken yazdığı göz önüne alınırsa bu haklı beğeni de gerçek karşılığını bulacaktır elbette. Kambur, yayımlandığı 1992 yılından itibaren çokça konuşulmuş ve övgüler almış bir ilk roman olarak o özel yerini halen koruyor. Şule Gürbüz de art arda yayımladığı birbirinden güzel kitaplarla okurunun beklentilerini boşa çıkarmadı ve o efsanevi konumunu daha da sağlamlaştırdı diyebiliriz.

Şule Gürbüz şimdi de yeni romanı Öyle miymiş? ile çıktı okurun karşısına. İletişim Yayınları etiketiyle çıkan Öyle miymiş?, biçimsel olarak yazarın önceki kitaplarıyla kimi benzerlikler gösterse de geniş bir zamanı içine alan çok katmanlı bir dünya yaratması, insan ve doğa arasındaki ilişkiyi keskin bir gözlem gücüyle ifade etmesi bakımından da farklı bir eser. Kitap, ‘Cennet Varken Cinnet Olabilir mi?’, ‘Hayır Demeden İtiraz’, ‘Öyle miymiş?’ ve ‘Sanki Daha Dünkü Cennet Kuşuyum’ adlı dört bölümden oluşuyor.


Öyle miymiş?
Şule Gürbüz
İletişim Yayınevi

Kitabın ilk bölümü ‘Cennet Varken Cinnet Olabilir mi?’, insanın din ile kurduğu ilişki etrafında ilerliyor. Burada, kâinatın sırlarla dolu tarihini kendi gözlemleriyle anlamaya ve anlatmaya koyuluyor yazar. Bireyin bu gizem karşısındaki tutumunu kimi zaman mizahi, kimi zaman da gerçekçi bir bakışla ele alıyor. Bu bölümün merkezindeki bir soru, aslında bütün kitabın ana meselesini ortaya koyuyor da diyebiliriz: ‘Hiçbir şeyin yetmediği insana kitap yeter mi?’ Buradaki kitap sözcüğü elbette ki kutsal metinlere ithafen kullanılmış. Gürbüz’e göre, dinlerin ortaya çıkışı ve yayılışıyla başlayan süreci günümüz koşullarıyla düşündüğümüz zaman insanın çaresizliğini, kabullenmişliğini ve yaşanan olaylar karşısındaki sabit görüşlülüğünü daha net anlayabiliriz. İnsan, inandığı dinin buyruklarını yerine getirdiği halde neden ona karşı şüpheci bir tavır sergiler? Yazara göre bu şüpheci bakışın temelinde insanın yetinmez bir varlık olması, hep daha fazlasını arzulaması yatıyor. İlerleyen sayfalarda yer alan cümleler de bu görüşü destekler nitelikte: ‘Böyle hem sözde iraden olup hem de “Teslim” dini ile kolay yaşanabilir sanma. İnsan şeytan ile uğraşmaktan daha Allah’a hiç sıra gelmedi. Hiç yakınlık kuramadan Allah’a inanan adam güneşe tapandan hâllicedir sanma.’

‘Hayır Demeden İtiraz’ adlı bölümdeyse din ve insan arasındaki bu çapraşık ilişkiyi bir kenara koyup kendi çocukluğuna dönüyor yazar. Okuduğu kitaplardan, okul günlerinden, bir türlü anlaşamadığı arkadaşlarından, öğretmenlerinden söz ediyor ve yaşamını şekillendiren tüm o eski hatıralarıyla yüzleşmeyi deniyor böylelikle. Kitaba aynı zamanda ismini veren Öyle miymiş? adlı bölümdeyse, klişe sözlerden adeta bir hikâye oluşturuyor Şule Gürbüz. Yanlış bilinenleri, öyle sanılanları, öyle olmayanları art arda sıralayarak cevabı henüz bulunamayan soruların kucağına itiyor okurunu. Tüm bu cevapsız sorulara ilkin kendi düşünceleriyle dahil oluyor, daha sonrasında da klişe cümlelere yer vererek bu anlam bulanıklığını iyice derinleştiriyor. Yazarın Öyle miymiş? adlı bölümde sıraladığı düşünceler, arzusunu dizginleyemeyen, yetinmeyi bir türlü öğrenemeyen ve kendi ile başkası arasında sıkışan günümüz insanının yaşadığı trajediyi çok iyi özetliyor aslında:

‘Herkes bu ülkede kendini dinlemeden ve bilmeden başkasını duymuş, ona uymuş. Başkasının neşesini bile kendine yormuş… Bu ahali hiçbir işittiğini aslında duymamış, gerçekten tam bir ahmak mı bilinmezmiş ama onun hayatını yaşamış.’ 

Arka Kapak dergisi 9. sayı