Erhan Kıvanç

“Öldürülen kadınlara, geride kalan hak savunucusu kız kardeşlere, Şule Çet ve arkadaşlarına…” Şebnem İşigüzel’in 2021 yılında yayımlanan son romanı İstanbullu Amazonlar 1809, bu ithaf cümleleriyle açılır. Ancak bu ithafın, yalnızca Türkiye’deki sayısız kadın cinayetini edebiyatla anmaktan çok ötede, metnin bütünüyle de ilişkilendirilebilecek bir anlamı var: Roman, “yazılmamış ve anlatılmamış tarihin” gizlerinin izinde, “Tarihçiler ne der bilirsiniz, yazılandan çok yazılmayana bakmak gerekir.” (s. 61) diyerek Osmanlı tarihinde tahta çıkan ve “yok sayılan” ilk ve tek kadın, Esma Sultan’ın hikâyesini anlatır. (Bir dakika… Gerçekten mi?)

Tarihin “suskunluklarla”, ötekini sistemli ve bilinçli yok sayarak yazıldığı bilgisi eskidir. Geçmiş, iktidar ve gücün elinde kurgulanarak neredeyse bir edebi eser formunda tarih anlatılarına dönüştürülebilir. Bu yüzden, özellikle postmodern düşüncenin önem kazandığı dönemde resmî tarihin hakikati temsil etme yetisinden şüphe edilir: Hakikatleri yazan nesnel bir tarihten söz edebilir miyiz? Yoksa tarih, iktidarı ve eylemlerini meşrulaştırmanın bir aracı mıdır yalnızca?

Bu resmî tarih karşıtı “yeni tarihselci” sorun, alternatif tarih araştırmaları ve gündelik hayatın tarihinin yanı sıra edebiyatı da hakikate yaklaşmanın imkânlarından biri sayar. Her ne kadar iktidarın elinde tarihsel ya da edebi fark etmeksizin her metnin bir ideolojik aygıta dönüşmesi riski söz konusu olsa da, güce karşı bunun tam tersi de mümkündür: Metnin, tarihin susku ve unutuşlarına karşı hafızayı diri tutması. Ötekinin sesine dönüşmesi…

İstanbullu Amazonlar 1809, işte böyle bir imkânın araladığı kapıdan bakar. “Tarih dediğimiz şey inkâr üstüne inkârla yazılırdı. Tarih denilen şey hakikatin halktan saklanması değil de neydi?” (s. 83) sorusuyla, “erkek tarihin” ötekileştirdiği, yok saydığı kadının adını yeniden tarihe katmanın imkânlarını arar. Hakikat ve kurmacayı eklemleyerek Esma Sultan’ı Osmanlı tahtına çıkartır; tarihin tüm ezberi ve görkemli hikâyeleri arasında unutturulmaya çalışılan “kadına” yönlendirir okurun dikkatini. Türlü alıntı ve tanıklıklar uydurarak “Bunlar gerçekten yaşanmış mı?” diye düşündürürken, geçmişin erkek iktidarlarca nasıl “kurulabilir” olduğunun farkına varılmasını sağlar. Romanın tüm dokusuna sinen bu yapıyı anlatıcı da hikâye boyunca tekrar eder: “Tarih kadınları kazımak ya da kötü anlatmak için vardı. Tarih erkekler için vardı.” (s. 63). “Erkekler nasıl isterse öyle oluyordu dünya. Öyle yaşıyordu kadınlar. Ötekilere, yani İstanbullu Amazonlar’a böyle demişti Esma.” (s. 30).

Tam bu noktada, bu yazının esas konusu değilse bile etkin ve aktif postmodern roman anlatıcısının İstanbullu Amazonlar 1809’daki etkisinden kısaca söz açılabilir. Tarihi postmodern-feminist tavırla yeniden ürettiği saf hikâyesiyle bile rahatça alımlanabilecek olan romanın, anlatıcısına sık sık kurmaca tarih vurgusunu yineletmesi, anlattığı hikâyeye pek güvenmediği için tezini sık sık tekrar etmek zorunda hisseden birinin tavrına çok benzer.

“Unutmayın o vakitte herkesin iki gözü, iki kulağı var idi. İki eli ve aklı. İstanbullu Amazonlar diyen elçi yazdı. Sarayda duyulanlar fısıldandı. Seyyahlar, İstanbul sokaklarında karılara eziyet eden yeniçeriye üç karının ettiğini gördü ve seyahatnamelerine ekledi. Lakin ecdat bunu unutmayı tercih etti. Unuttu. Unutturdu. Oysa bu karılar da bizim ecdadımızdı.” (s. 22).

İstanbullu Amazonlar 1809’un erkek tarih ve iktidar karşısında kadın olmak bağlamıyla düşünüldüğünde dikkat çeken bir başka yönü de hikâyenin çıkış noktası sayılabilir. Michel-Rolph Trouillot, Geçmişi Susturmak: Tarihin Üretilmesi ve İktidar (2013) kitabında iktidar ve tarih bağlantısını ele alırken, tarihin sonradan asıl hikâyeyi tahribata uğratarak değiştirmek yerine, daha en başından hikâyeyi kurduğunu ileri sürer. Yani “iktidar, tarihin çıkış noktasında bulunur.” (s. 54). Esma Sultan’ın tahta “çıkarılma” hikâyesi de, bu düşüncenin bir karşılığını gösterircesine romanın ilk sayfasında şöyle anlatılır: II. Mahmud, yeniçeri ayaklanmasından korktuğu için tahtın diğer varisi IV. Mustafa’yı katleder. “Yeniçeriler onun boğdurulduğunu öğrenince daha beter kazan kaldırdılar. (…) Sarayın etrafını sardıklarında nicedir savaş meydanlarında göstermedikleri azgınlık içerisindeydiler. Karşılarında düşman varmışçasına, onu boğup, ezip, çiğneyecek halde, ‘Biz de Esma Sultan’ı tahta oturturuz,’ demekteydiler.” (s. 9-10). “Biz de Esma Sultan’ı tahta oturturuz”: Bir erkek cemiyetin başka bir erkek cemiyete gözdağı vermek için aşağılayıcı bir üslup ve tavırla kadını “aracı” olarak kullandığı bu sahne, tarihin tamamen ters yüz edilebileceği zeminde bile iktidarın izlerinin silinemediğini gösterir.

Neyin hakikat neyin kurmaca olduğunun gözetilmediği, hikâyenin en baştan yazıldığı dünyada, “erkek lütfuyla tahta çıkan kadın sultan” hikâyesine alternatif bir başlangıç kurgulamak mümkün olabilir miydi? Tartışılabilecek bu soruya rağmen, romanın bütününde İşigüzel’in resmi tarihyazımına karşı farkındalığı ve hatırlama pratiklerini öne çıkarmasının özellikle bugün çok daha değerli sayılabileceğini söylemek yerinde olacaktır.

 

Kaynaklar:

İşigüzel, Ş. (2021). İstanbullu Amazonlar 1809. İstanbul: İletişim.

Trouillot, M. R. (2013). Geçmişi Susturmak: Tarihin Üretilmesi ve İktidar. Çev. Ozan Zeybek. İstanbul: İthaki.