Hasan Öztürk
Çizim: Zeynep Dağgüden

Edebiyatımıza, yoksulluğun ve hastalığın armağanı, liseden ayrılmak zorunda kalınca geçinmek için yaz- mak ve yazmak için kendi kendini yetiştirmek durumunda kalan gazeteci ve romancı Peyami Safa’yı, Meyhaneye Düşen Musiki (5 Eylül 1937) başlıklı yazısındaki cümleleriyle okumak gerektiğini düşünüyorum. “Sanatkârı açlığa değil, muhtaç olduğu refaha nispetle hazin bir yoksulluğa düşüren zaruretler inkâr edilemez. Fakat sanatkâr gururu, bu yoksulluğa karşı mukavemetiyle derece alır. Birçok sanatkârların [sanatkârın / HÖ] hususi hayatları, sefaletle mücadelelerinin feci hikâyeleriyle doludur.” Kendi yazarlığı için “Dokuz yaşımda başlayan hayatımı kazanmak zarureti, beni, edebiyattan evvel, kendini anlamağa ve yetişmeğe mecbur bir küçük insanın tamamile hayatî zaruretlerden doğma bir terbiye, psikoloji ve felsefe tecessüsile doldurdu.” diyen Peyami Safa’nın, çocuk yaşta roman yazmaya yönelmesi bu nedenle önemlidir. Nazım Hikmet, Nurullah Ataç, Muhsin Ertuğrul, Aziz Nesin vb. kişilerle bir dönemi canlı tutan kavgaları, sonraki yıllar içinde “incir çekirdeğini doldurmayan bir tartışma” olarak görülebilir. Edebiyat çerçevesinin dışına çıkan ideolojik sürtüşmeler bir yana, yazarın olgunluk dönemi romanı sayılacak Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949) hakkında, romanın yayımlandığı yıl yazılan “tereddütten hurafeye” adlandırmasının, “İnsan bu kitabı okuduktan sonra, yazarın Ulus gazetesindeki fıkralarından birinde, memlekete tehlikenin aydınlardan geleceğini ileri sürüşüne hak veresi geliyor. Yirminci yüzyılın ortasında, bilimi tepip ortaçağ karanlıklarını salık vermek için bir aydının Ulus’taki fıkraya yaraşır biçimde düşünmesi gerekir.” (Vedat Günyol, Dile Gelseler, 1966) cümlelerine roman yazarının ilgisiz kalması düşünülebilir mi? Yirmi beş yıllık arkadaşı Vecdi Bürün’ün, Peyami Safa ile 25 Yıl (Yağmur Yay. İstanbul, 1978) adlı ve özellikle sonuna, arkadaş yazarı konu edinen “Altın Beyinli Adam” başlığıyla biyografik roman denemesi de eklenen kitabı, öldükten sonra bile kendisine muhalif olanların, arkasından “ağza alınmayacak ifadeler” kullandığı, dostlarının ise arayıp sormadığı bir yazarın dramatik öyküsüdür.

Bugün için edebiyat ders kitaplarındaki yeriyle Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Fatih Harbiye romancısı olarak tanınan Peyami Safa, hiç kuşkusuz bir polemik ustasıydı. Peyami Safa, düzenlediği şiir toplantılarına çağırarak sevenleriyle buluşturduğu Nazım Hikmet’i, bir süre sonra Zekeriya Sertel ve arkadaşlarının kendisine karşı “maşa olarak” kullandıklarını düşünür. Nazım Hikmet öncelikli olmak üzere Zekeriya Sertel, Muhsin Ertuğrul, Hüseyin Cahit Yalçın, İzmirli İsmail Hakkı vb. isimlerle girişilen polemikler, elbette zamanında tarafları yaralayıcı olmuştur. Ancak unutmamak gerekir ki, “Niçin Dava Etmem” (Tercüman, 1960) başlıklı yazısında “ …elinde kalemi, önünde kâğıdı, verilecek cevabı ve bunu yayınlayabileceği gazetesi olan bir yazarın hakarete uğradığını farz ettiği hallerde yapacağı şey mahkemeden imdat istemek değildir.”diyen Peyami Safa, gazetesine otuz bin okur kazandırabilen yazardır.

Aralarında Peyami Safa’nın da olduğu bir edebiyatçılar toplantısında Atatürk, “yılların edebiyat öğretmeni” Halit Fahri Ozansoy’a “edebiyat” sözünden ne anlamamız gerektiğini sorar. Sorusuna yetersiz cevap veren Halit Fahri Ozansoy’u, oradakilerin şaşkın bakışları arasında “Olmadı efendi, olmadı.” paylamasıyla yerine oturtan Atatürk, kendisi tanımlar “edebiyat” kavramını. Açıklamalarının ardından alkış bekleyen Atatürk’e bu kez Peyami Safa, oradakileri şaşırtan cesaretiyle: “Olmadı Paşa Haz- retleri. Çünkü tarifiniz iptidai ve kurunu vustadır.” der. Atatürk’ün isteği üzerine edebiyat terimini açıklayan Peyami Safa, açıklamalarına itiraz ettiği kişi- den “teşekkür” de alır.

Edebiyatçıların toplandığı bir ortamda, edebiyat tanımını beğenmediği Atatürk’e karşı çıkabilen Peyami Safa, Tek Parti döneminde de Demokrat Parti döneminde de siyasal hırpalanmalardan kurtulamaz. Tasvir-i Efkâr gazetesi, onun “Plan ve Teşkilat” yazısı nedeniyle İsmet İnönü’nün hışmına uğrar ve uyarılır; Peyami Safa, kendi yazısı yüzünden çalıştığı gazetenin kapanmasının doğru olmadığını düşünür ve yazısını geri çeker. Yıllar sonra İsmet İnönü’yle karşılaşan yazar, ilgili makalesini sorduğunda İnönü’nün, “böyle bir şeyden haberim yok” cevabıyla karşılaşır. Tek Parti yönetimi taraftarı Peyami Safa, patronları Ziyad Ebuzziya ve Cihat Baban’ın, çok partili demokratik oluşumlara destek vermelerini “okuyup yazma bileninin sayısı Belçika Kongosu’ndan bile az olan memleketimizde demokratik düzenin selametle kurulamayacağına ve yürütülemeyeceğine” inandığı için özenle koruduğu gazetesinden, “kiracı olarak oturduğu bir kattan ayrılıyormuş gibi” ayrılır. Demokrat Parti’nin kurulup ardından seçimlere girmesi kesinleşince CHP’den ayrılıp yeni partiye geçenleri, Vakit gazetesindeki yazılarıyla “bir istifa mektubuyla temizlenilmez” gerekçesiyle sert bir dille eleştiren Peyami Safa, 1950 seçimlerinde CHP’nin Bursa milletvekili adayı olursa da seçimi kazanamaz.

Dostlarının desteğiyle Türk Düşüncesi dergisini çıkaran Peyami Safa, bu kez de Demokrat Parti’nin ilgi odağındadır; parti yöneticilerinin kendisini ziyaret edip dergiye abone olmalarıyla başlayan bu yakınlık, Başbakan Adnan Menderes’le görüşmeye kadar uzanır. O günlerde ODTÜ’deki “aşırı sol” gelişmelerden rahatsız olan Başbakan, Ankara’ya çağırıp görüşlerini aldığı yazarın, gençlere yönelik “his milliyetçiliğinden akıl ve tarih şuuru milliyetçiliğine” geçiş projesini önemsediğini ve bundan böyle sık sık görüşmeleri gerektiğini belirterek Peyami Safa’yı, sırtını sıvazlayarak İstanbul’a uğurlar. Görüşmenin üzerinden aylar geçer; baraj çalışmalarına ağırlık veren Adnan Menderes, başkente çağırıp görüştüğü yazarı bir daha arayıp sormaz bile. İkinci kez siyasetin darbesini yiyen Peyami Safa, dergisinin yayımını sürdürürken Milliyet gazetesinde fıkra yazmaya başlarsa da gazetenin kurucusu Ali Naci Karacan’ın ölümüyle gazeteden ayrılıp “otuz bin okuyucu” kazandırdığı Tercüman’da yazmaya başlar. Bu, yeni ve son gazetesindeki yöneticilerden bazılarının 27 Mayıs 1960 hareketiyle “gizli ilişkiler” kurduğunu anlamış olmalı ki Tercüman’ı da bırakır.

Sağ elinin işaret parmağıyla gözlüğünü iyice yerleştirdikten sonra, romanlarını okuyan genç okurları gördükçe içten bir gülümsemeyle “Hay yaşayasın!” diyen romancı Peyami Safa için Berna Moran’ın, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu romanına yazdığı eleştiri yazısının sonundaki “Kısacası, düşünürlüğü, bazılarının sandığı gibi Peyami Safa’yı iyi bir sanatçı yapmaz, tersine sanatçılığı ideolojisinin kurbanı olur.” cümlesinin önemli bir belirleme olduğunu söylemeliyim.

Henüz altı yedi yaşlarındayken yatağa girdiği her gece kendisine “Ben dünyaya gelmeseydim ne olurdu?” diye soran Peyami Safa’dan bugüne kalan, yaşayacak eserleri yazabilmek adına yaşayabilmek için yazmanın etkisiyle rahatı kaçan; önceleri CHP’ye sonradan DP’ye yakın durmasına karşın siyasilerin sömürüsünden payını almış küskün bir yazardır. Liseden ayrılmışken felsefeyle ilgili konferans veren, çocuk yaşta kolunun kesilmesine karar veren doktorlara karşı çıkıp aynı doktorlara tıbbî bilgiler verebilen ve bazı yakınlarının ufak tefek hastalıklarını tedavi edebilen adına uygun biçimiyle “otodidakt” bir yazar… Siyasilere yakın durmakla küçücük kazanımlar elde ederken kalemi ve heyecanı sömürülen bugünün yazarlarına/akademisyenlerine, iki ayrı partiden yediği darbelerin bedeliyle örnek olabilecek yazar… Takım elbisesi ve dört başı mamur kütüphanesi olmamışken “bana bir hafta istirahat hakkı vermemiştir” diye sitem ettiği bir toplumda yarım yüzyıl boyunca yazmış bir kalem erbabı…

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 13.sayısında yayınlanmıştır.