Röportaj: Erkan Şimşek, İsa Karaaslan, Yunus Emre Tozal

İstanbul’un Antik Çağ’daki ilk yerleşimlerden günümüze kadar, onun “şehir” oluşunu merkeze alarak anlatan Antik Çağ’dan 21. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi 10 cilt hâlinde yayımlandı. İBB Kültür A.Ş. ve İSAM işbirliğiyle gerçekleştirilen proje, İstanbul’un dünya şehirleri içindeki yerini belirleyerek, şehri; topografyası, mimarisi, dini ve sosyal hayatı, yönetimi ve iktisadi hayatıyla bir bütün olarak ele alıyor. Eserin proje yönetmenliğini, İSAM’ın başında yıllarca görev yapan ve İslam Ansiklopedisi’nin hazırlanmasında büyük katkısı olan Prof. Mehmet Akif Aydın ile konuştuk. Yakın zamanda da İstanbul’un sosyal tarihine ışık tutan 40 ciltlik Osmanlı Kadı Sicilleri adlı kaynak eseri hazırlayan M. Akif Aydın, bu tarz büyük projelerde tecrübeli bir isim. Deneyimlerini bu eserde de kullanmış. Muhteva, şekil ve baskı güzelliği olarak İstanbul’un kültürel zenginliğine yaraşır bir kitap çıkartmaya çalıştıklarını söylüyor: “Her insan eserinde mutlaka eksiklikler olur ama günümüz şartları içerisinde en iyisini yapmaya çalıştık. İstanbul’un tarihini 10 ciltte toparladık ama bu şehrin güzelliğini ve özelliğini anlatmaya ciltler yetmez.”

Büyük İstanbul Tarihi, Antik Çağ’dan günümüze şehrin tüm tarihi dönemlerini ele almasıyla alanındaki en hacimli ve kapsamlı çalışma olma özelliğini taşıyor. Bu yönüyle mutfakta epey yorulmuş olmalısınız, zahmetli bir çalışmanın başındasınız. Fikir nasıl ortaya çıktı?

Sizin de ifade ettiğiniz gibi biz bundan önce 40 ciltlik on altıncı ve on yedinci asır İstanbul’una ait mahkeme defterlerini neşrettik. Bu yayın gerek bilim dünyasında gerekse entelektüel camiada çok ilgiyle karşılandı. Neşrettiğimiz Kadı Sicilleri İstanbul’un sadece o günkü hukuki yapısına değil, sosyal hayatına, iktisadi ve ticari hayatına, demografi yapısına, dini ve mezhebi renkliliğine ışık tutan, ferdî yorumları içermeyip doğrudan o dönemin fotoğrafını veren birinci el bir kaynak. Bu kaynak sadece içerik bakımından değil, baskı güzelliği ve kalitesi itibariyle de çok dikkat çekti. İstanbul Belediyesi’nin bir kuruluşu olan Kültür A.Ş.’nin yöneticileri de bu çalışmadan etkilenerek bizden bir anlamda bunun devamı sayılabilecek bir İstanbul Tarihi hazırlamamızı istediler. İtiraf etmeliyim başlangıçta biraz zor ikna olduk. Zira bu tür büyük projeler hazırlanıncaya kadar yöneticileri ve sorumluları çok yorar. Her iki proje bizi de yordu. Ancak sonunda bu büyük yükün altına girdik. Kadı Sicilleri’nde aynı noktaya geldik, yorulduk ama her ikisinde de iyi ki bu yükün altına girdik dedik. Şu anda bu kitabın İngilizce’ye tercümesi ile uğraşıyoruz. O da yoruyor. İnşallah yakın bir zamanda onu da tamamlayacağız.

Türkiye’de son 30 yılda şehirlerin tarihi yazılmaya başlandı ama büyüklüğüne nazaran İstanbul tarihi şimdiye kadar böylesine ele alınmamıştı. Bu çalışmadan sonra diğer kadim şehirlerimizle ilgili de projeleriniz var mı?

Önümüzde başka şehirlerle ilgili bir şehir tarihi projesi yok. Ancak İstanbul Tarihi’nin İngilizce’ye tercüme edilmesinden sonra Arapça’ya çevrilmesi talebi var. Bunun yanı sıra bizden Kadı Sicilleri projesinin tamamlanması isteniyor. Kadı Sicilleri’nin on yedinci asırdan sonraki bölümü için bir talep var. Bütün bunlar çok sayıda bilim adamının iştirakiyle gerçekleşen projeler. O yüzden gerçekleşmesi çok sayıda olumlu unsurun bir araya gelmesine bağlı, ümid ederim gerçekleşir.

İstanbul hakkında 3 bin senelik pek çok araştırma, yazı inceleme yapıldı. Bunların hepsinin verilerini süzen, toplayan İstanbul hakkında bilgileri istiva eden 10 ciltlik bir eserimiz var. Ekip nasıl oluşturuldu, kaç yıllık bir projeydi İstanbul Ansiklopedisi?

Biz İstanbul tarihini bütün yönleriyle ve bütün dönemleri içine alacak bir genişlikte yazmak istedik. Bunun için önce on üç ana konu belirledik. Bu konuları işleyecek bölümler için o konunun uzmanı on üç bölüm editörü tespit ettik. Her bölümde hakkında bilgi bulunan en eski dönemden başlayarak o konuyu XXI. yüzyıla kadar getirdik. Böylece ele aldığımız konuları tarihi bir süreç içinde topluca ele alıp işleyerek okuyucuya dönemler arası bir karşılaştırma yapma imkânı tanıdık. Her bölümdeki yazıları konularının uzmanlarına sipariş ettik. Bu tür projelerde uzmanını bulmak, sipariş etmek önemli bir aşamadır. Ancak ondan sonrası daha önemlidir. Israrla yazılarını zamanında vermesi için yazarlarımızı takip etmek gerekir. Toplanan yazılar üzerinde yorucu bir mutfak çalışması, resimleme çalışması yapıldı. Kitap resim, minyatür, harita, grafik v.b. 4000 kadar görsel malzeme ile zenginleştirildi. Bu aşamada editörümüz Dr. Coşkun Yılmaz ve ekibi büyük çaba gösterdi ve üç yılın sonunda kitap tamamlandı.

Geçmişten günümüze İstanbul’a bütün güçlü devletler sahip olmak istemişler. Halen de bu devletlerin iştahlarını kabartıyor. İstanbul’un jeopolitik öneminden başlarsak eğer, dün ile bugün arasında ne gibi farklılıklar ve benzerlikler var sizce? İstanbul dün nasıl bir konumdaydı, bugün nasıl bir konumda duruyor?

İstanbul her dönem jeopolitik olarak merkez bir şehir olmuştur. Hemen her dönemde İstanbul’un sizin de ifade ettiğiniz gibi büyük güçlerin iştahını kabartması da bu yüzden. Bir anlamda İstanbul paylaşılamayan bir şehirdir. Bu önemi bugün de hiç azalmamış, hatta artmıştır. Hâlâ Doğu ile Batı’nın, Asya ile Avrupa’nın birleşme noktasındadır. Rusya’nın sıcak denizlere ulaşması İstanbul boğazı üzerinden sağlanmaktadır. Avrupa akan petrol ve doğal gaz yollarının bugün ve gelecekteki en önemli güzergâhı Anadolu coğrafyasıdır. İstanbul bu coğrafyanın kilit şehridir.

İstanbullu var mı? Toplum sanki biraz İstanbul’a dâhil olmak istemiyor gibi… Sürekli yerelliğin, hemşehriciliğin gündemde tutulması, köylere varıncaya kadar yardımlaşma derneklerinin kurulması ne anlama geliyor?

İstanbul dünyadaki her metropolden çok daha hızlı bir şekilde kalabalıkları kendisine çekiyor. Düşünün ki 1950’lerde İstanbul’un nüfusu 1 milyon idi, şu anda 17 milyon civarında. 65 yılda şehir 17 misli büyümüş. Modern dönemde olsun geçmişte olsun bu kadar süratle büyüyen bir şehir yok. Bu şu anlama geliyor. İstanbul, aldığı göçü kendi sosyo-kültürel potasında eritemiyor. Şehre göç edenler şehirleşemiyor. Tam tersine İstanbul biraz Anadolulaşıyor. Böyle olunca her bir şehirden gelenler kendi yöresini, o yörenin sosyal ve kültürel havasını burada yaşamaya devam ediyor. Bu kendi bölgesindeki insanlarla irtibatını çeşitli vesilelerle devam ettirmekle mümkün oluyor. Bunda büyük şehirde kaybolmak korkusunun da belli ölçüde etkili olduğunu düşünüyorum. İstanbul’un en önemli ticaret, sanayi, eğitim ve kültür şehri olması da İstanbul’a göçü sürekli teşvik ediyor. Düşünün ki bu şehirde bugün elliden fazla üniversite var. Şurası da bir gerçek; bu şehir bu ağır nüfus yükünü artık taşıyamıyor. Bu göçün durdurulması, bu mümkün olmazsa yavaşlatılması gerekir. Bu mümkün olursa belli bir süreç içerisinde şehir kendi sakinlerini kendi sosyo-kültürel potasında eritir.

Kitabın sayfaları arasında dolaşırken çok uzun bir tarihi birikimle yüzleştiğimizi görüyoruz. Bu yüzleşmede eseri inceleyenler belki renkleri, desenleri, çizgileriyle o yüzyılları, o dönemin kültür ve sanat arka planıyla medeniyet birikimini de görmüş olacaklar. Gelecek kuşaklara nasıl bir İstanbul hayali bıraktınız?

Biz bu kitabımızla aslında İstanbul’un güzelliklerini, tarihi, kültürel ve tabii zenginliklerini göz önüne sermeye çalıştık. Sekiz bin yıllık bir mirası ortaya koymaya çalıştık. Bir tarafta Ayasofya diğer tarafta Süleymaniye ve Sultanahmet camileri var. Biz fetihten sonra bu şehirdeki Bizans eserlerinin önemli bir kısmını bugüne kadar koruduk ve ayakta tuttuk. Ben sürekli şu karşılaştırmayı yapıyorum. Aynı dönemlerde İslâm medeniyetinin Batı merkezi olan Endülüs Hristiyanların, Hristiyan medeniyetinin Doğu merkezi olan İstanbul Müslümanların kontrolüne geçti. Karşılaştıralım bu iki merkezin şimdiki hâlini. Endülüs’te İslâm medeniyetinden, İstanbul’da Hristiyan Bizans medeniyetinden ne kalmış? Endülüs’te kalan bir sarayla kiliseye döndürülmüş bir cami. İstanbul’da şu anda faal yüz kadar kilise var. Sivil mimarinin çok sayıda eseri de keza ayakta. İşte biz gelecek nesillere bu kültürel ve tarihi mirası koruma bilincini ve sorumluluğunu bırakıyoruz. Bu kendi kültürümüze olan güvenimizi de ortaya koyuyor. Diğer kültür ve medeniyetleri tahrip etmiyoruz. Bu bilinçle İstanbul’un bir dünya kültür başkenti olma hayalini bırakıyoruz. Diğer kültüre saygının bizim öz kültürümüze zarar vermediği tecrübesini bırakmak istiyoruz. Farklı dil, ırk, din, ve mezheple, farklı kültürle beraber yaşama hayalini bırakıyoruz. Bu hayalin önemli olduğunu ve sürekli farklılıkların yok edilmeye çalışıldığı bir dünyada bu hayalin gelecek nesillere taşınmasının önemli olduğunu, yegane barış ve kurtuluş ümidi olduğunu düşünüyorum.

İstanbul özellikle 1900’lü yıllara kadar Avrupa’dan Asya’ya hemen herkesin çocuklarını okutmak istediği bir eğitim şehriydi aynı zamanda… İstanbul’un demografi tarihine dair detayları, gelişim ve değişim süreçlerini, kriz dönemlerini ve keskin kırılmaları düşünürsek, İstanbul ne oldu da bu konumunu kaybetti 100 yıl içinde?

Aslında İstanbul bu özelliğini kaybetmedi, hâlâ en önemli eğitim merkezi. Yukarda da ifade ettim. 50’den fazla üniversite var bu şehirde. Herkesin en büyük hayali İstanbul’da okumak. Sadece okumak değil, üniversite sonrasında da burada kalmak, burada yaşamak istiyor. İstanbul efsunkâr, büyülü bir şehir. Nüfusunun 65 yılda 17 misli artması bunu göstermiyor mu? Eğer üniversitelerimiz dışa açılmada biraz daha gayretli ve başarılı olsalar emin olun İstanbul dünyada birçok genci eğitim için buraya çeker. Yakın ve orta gelecekte olacak olan da budur. Türkçe’nin uluslararası dil olma özelliğini bugün için kaybetmesi İngilizce konusunda üniversitelerimizin yaşadıkları problemler bu konudaki en büyük handikapımız.

Kitapta Mimar Turgut Cansever’den Bizans Tarihçisi Semavi Eyice’ye birçok ünlü isim çocukluklarının İstanbul’unu anlatıyor. Çocukkenki İstanbul ile şu anki İstanbul arasında da önemli farklar var. İstanbul sürekli büyüyen ama hiç eksilmeyen obez bir şehre dönüştü. Bu büyümeyi durdurmak mümkün mü? Nasıl?

Bu konuda İstanbul’da yaşayan ve bu şehrin zorluklarını gören, imkânlarından yararlanan ve ömrünün 50 senesini burada geçiren bir insan olarak yukarda söylediğimi şöyle tekrarlayabilirim. Bu şehrin büyümesi birden bire durdurulamaz, fakat bu ölçüde süratle büyümesi engellenebilir, engellenmeli de. İstanbul doğu-batı ekseninde çok dar bir alana sıkışmış vaziyette. Doğu batı ekseninde sadece iki ana yolu var. Üçüncü köprüyle birlikte bu yol üçe çıkacak. Bırakın su ve yiyecek gibi temel ihtiyaç maddelerinin bu şehre düzenli akmasının nasıl sağlanacağını, Allah korusun deprem gibi, savaş gibi bir olağanüstü hâl durumunda İstanbul’a girmek de çıkmak da bir problem olur. Herkes bu şehre hapsolur. Bu şehir de Türkiye’yi hapis alır. Tabiatıyla bütünüyle çaresiz değiliz. Denizyolunun da İstanbul’a geniş bir ulaşım imkânı sağladığı bir gerçek. Ama yine bu büyümenin yavaşlatılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 11.sayısında yayınlanmıştır.