Alper Kaya

6 Ocak 1854 doğumlu, 1887 yılında gazetede tefrika edilen ilk macerası Kızıl Dosya ile polisiye âleminin en hatırı sayılır dedektifi olan Sherlock Holmes’u bilmeyen yoktur. Edebiyatın tozlu raflarına tıkılıp kalmayan; dizi ve sinema sektörünün başı her sıkıştığında mutlaka Baker Street 221B’deki evinin kapısını çaldığı bu dedektif, bir vakitler Osmanlı’nın polisiye meraklısı padişahı Abdülhamid Han ile tanışmıştı.

İşin aslı, gerçek hayatta –pek tabii ki– Holmes’un yazarı Arthur Conan Doyle bu tanışmanın müsebbibiydi. Her ne kadar 1907 yılındaki görüşme hakkında iki farklı rivayet olsa da bu tanışmanın gerçekleştiğinden eminiz. İlk rivayet Doyle’un elinden çıkmadır. Bu rivayete göre Doyle ve eşi saraya davet edilirler, ancak Ramazan ayı olması sebebiyle padişah onlarla yüz yüze görüşmez. Yazara “Mecidiye Nişanı”, eşine de “Şefkat Nişanı” takdim ettirir. Ancak saraya yakın bir yaver olan Woods Paşa’nın anılarında bu buluşmanın şekli farklıdır. Padişah, huzurunda ağırladığı yazara romanlarında geriye dönüşlerin fazla olduğunu, fakat hikâyelerinde başarısını fevkalade bulduğunu söyler. Roman yazmayıp, hikâyelere devam etmesi tavsiyesinin eşliğinde yazara Mecidiye Nişanı takdim eder. Saraydan çıktığında ise Doyle, “Bu adam kendisini edebiyat eleştirmeni mi sanıyor?” benzeri sözlerle alınganlığını Woods Paşa ile paylaşır.

İşte o görüşmeden 111 yıl sonra yerli bir yazarın elinden çıkan bir romanla, Holmes ile Abdülhamid Han bir kez daha tanıştı. Gökhan Tosun’un Mylos Kitap etiketiyle yayımlanan Sherlock Holmes: İstanbul’dan Gelmeyen Mektup yepyeni bir Holmes romanı!


Sherlock Holmes
İstanbul’dan Gelmeyen Mektup
Gökhan Tosun
Mylos Kitap

Roman, Sherlock Holmes’un sadık dostu ve hikâyelerinin yazarı Doktor Watson ile kendisine gelmeyen bir mektubun peşinden İstanbul’a doğru çıktığı yolculukla başlıyor. Bu yolculuk sırasında Holmes, Watson’a bir vakitler padişahın davetlisi olarak gittiği İstanbul’da Abdülhamid Han’a düzenlenen bir suikastı ortaya çıkardığını anlatıyor. Bu keşfi sırasında Londra’ya güç bela dönebildikten sonra kendisine inanan bir paşa ile mektuplaşmaya, ona tütün göndermeye başlayan Holmes’un paşayla yazışmaları uzun süre devam eder. Çok âşık olduğu ve uğruna görkemli bir köşk inşa ettiği karısının kendisini aldattığından şüphelenen paşanın mektupları gitgide dengesizleşmeye, en nihayetinde karısının hayaletini gördüğüne dair cümleler içermeye başlar. Rutinleşen mektuplaşmaları, ansızın kesilir.

Gökhan Tosun’un ilk romanı Sherlock Holmes: İstanbul’dan Gelmeyen Mektup, bu kısa hikâye ile başlıyor. Hikâye içinde hikâye formunu koruyan, muammaların ardı arkası kesilmeyen bir İstanbul macerasıyla devam ediyor. Paşanın evini bulan Holmes, burada iki ceset ile karşılaşıyor. Dahası, cesetler sürekli yer değiştiriyor!

Cumhuriyetin ilk dönemlerine adapte edilmiş bu Holmes macerasının iki iyi, bir de eleştirilebilecek bir noktası var. İyi noktalarından gidelim.

Sherlock Holmes ve Doktor Watson’la birlikte maceranın gidişatında okurun huzuruna ansızın girip çıkan yan karakterler oldukça iyi kurgulanmış. Dahası, bu karakterler Doyle’un kalemine çok yakın bir akış ile canlandırılmış. Sherlock Holmes külliyatındaki yeri net olmasa da kütüphanede hangi iki Holmes kitabının arasına konulabileceği hususunda fikir geliştirme payı bırakan bir kronolojik gidişat içeriyor. Bu da lezzeti kendisinden menkul bir Arthur Conan Doyle romanı okuyormuş gibi hissettiriyor.

Hikâyenin kendisi de polisiyenin “yazılı olmayan” dinamiklerini fazlasıyla içeriyor. Bir ilk roman için üzerinde fazlasıyla çalışıldığı, her satırına özenildiği aşikâr.

Biraz evham mıdır bilmem ama, bir yazarın ilk roman olarak Sherlock Holmes hikâyesi ile çıkması ise oldukça riskli. Bu durum romanın temel dezavantajı. Gökhan Tosun, ilk sınavında okurun karşısından puan ile ayrılmayı başarıyor ama nakavtı ıskalıyor. Dilerim, nakavt güzelliğinde sarsıcı polisiyeler için bileyeceği kalemini okurdan fazla uzak tutmaz… 

Arka Kapak dergisi 34. sayı