Cüneyt Gönen

Biz insanlar, rastlantısal olguların algılanmasındaki asimetrinin kurbanlarıyız.

Nassim Nicholas Taleb

1600’lü yıllarda Hristiyan Kilisesi, “Dünya düzdür ve belirli sınırları vardır. Bilim adamları ne derse desin, bu sınırlar vardır ve aşılamaz.” bildirisinde bulundu. ABD Başkanı Rutherford B. Hayes 1876 yılında telefon için “Çok güzel bir buluşa benziyor ama Tanrı aşkına bunu kim, niye kullanmak istesin ki?” dedi. Alman İmparatoru II. Wilhelm, 1905 yılında otomobillerin gelip geçici bir heves olduğunu, bu savaştan atların galip çıkacağının kehanetinde bulundu. Fransız askeri stratejisi ve I. Dünya Savaşı komutanlarından Mareşal Ferdinand Foch, uçakların oyuncak olarak faydalı olacağını ama askeri açıdan hiçbir işe yaramayacağını söyledi. Telsiz telgrafın mucidi Guglielmo Marconi, kablosuz çağın gelmesi ile birlikte savaşların imkânsız hale geleceğini çünkü bu çağın savaşları saçma kılacağını ileri sürdü. İnternetin mucitlerinden Robert Metcalfe, internetin 1996 yılında tamamıyla çökeceğinin kabulünde bulundu. IBM’in kurucusu Thomas Watson, bir zamanlar, gelecekte bir elin parmaklarının sayısından daha fazla sayıda bilgisayara ihtiyaç olmayacağını öngördü. Amerikan Patent Dairesi Başkanı 1899 yılında yeni hiçbir şeyin olmadığını icat edilebilecek her şeyin icat edildiğini iddia etti.

Kısıtlı teorik verilerin ve yetersiz pratik tecrübelerin rehberliğinde geleceğin bilinebileceğini zannetmek, aşırı sübvanse edilmiş insan kibrinin bir ürünüdür. Kendini Osmanlı vatandaşı olarak tanımlayan Lübnan doğumlu yazar Nassim Nicholas Taleb Siyah Kuğu isimli kitabında olasılık teoremini tekrardan ele alıyor ve tek bir gözlemin tüm kuramı yıkabileceğini, genel kanıyı da işlevsiz kılacağını “kuğu” metaforu üzerinden işliyor. Olasılıksız gibi görünen bir olayın üç saç ayağı vardır ona göre: Birincisi, daha önceki tecrübelerin ve bilgilerin dışında kaldığı için “sıra dışı” olması, ikincisi gerçekleşmesi ile “olağanüstü etki gücüne sahip” olması ve son olarak üçüncüsü ise gerçekleştikten sonra gayet basit şekilde açıklanabildiğinden “geçmişe dönük öngörülebilir” olmasıdır. Siyah Kuğuyu seçmesinin altında yatan motivasyon ise Avustralya’nın keşfi sonrası siyah kuğulara rastlanması ile birlikte Eski Dünya’da bütün kuğuların beyaz olduğunun kabulünün bir anda değişmesidir.

Evren, basit fizik kuralları ile yönetilen bir sistemler bütünü olarak kabul edilirse ve teoride, bu fiziksel sistemin olası tüm koşulları biliniyorsa, gelecekteki yönelimler tahmin edilebilir. Geçmişin sonuçlarını geleceğin nedeni olarak kabul eden ve fiziksel faktörleri hesaplayabilen Laplace’in Şeytanı bu noktada tüm cevapları verebilir. Fakat Taleb, önemli başka bir parametreye dikkat çekiyor; bu denkleme sosyal nesneler yani irade ile donatılmış varlıklar girdiğinde duvara toslayacağımızı söylüyor. İrade sahibi varlıklar aynı koşullarda aynı tepkileri vermeyeceği için tüm davranışlar öngörülemez; çevresel uyarılara aynı tepkiyi vereceğinin zannı ise, insanı mekanik seviyeye indirger ki bu da onu özgür iradesi olmayan bir robota dönüştürür.

Simetrik davranışlara elverişli olmayan gerçek hayat, Gaussçu yani çan eğrili yaklaşımın ortaya koyduğu rastlantısallıktan ziyade Mandelbrotçu yani matematiğin genel yasalarına uymayan liberal bir sanattır. “Biz insanlar rastlantısal olguların algılanmasındaki asimetrinin kurbanlarıyız” der Taleb ve Platon’ın fikirlerinden ilham alarak bildiğimiz ile bildiğimizi sandığımız şeyler arasındaki mesafeyi “Platonik sınır bölgesi” ile tanımlar ki Siyah Kuğu gerçekliği idrakimizin sekteye uğradığı burada ortaya çıkar.

Kuantum kuramına mesafeli yaklaşan Einstein “Tanrı zar atmaz” demişti. Teorisinin temelini dinamitleyen bu söze Bohr, “Einstein, Tanrı’ya ne yapacağını söylemeyi bırak!” diye karşılık vermişti öfkesini gizlemeyen bir üslupla. Stephen Hawking de “Tanrı yalnızca zar atmakla kalmıyor, ayrıca gözleri kapalı oynuyor ve ara sıra da zarları görülemeyecek yerlere atıyor” sözleriyle teolojik tartışmaya dâhil olmak istemişti. Siyah Kuğu referans alınarak denilebilir ki “Zar, epistemik kibrin bilmediklerine cevap arayan zihinlerdeki bir illüzyonudur; belirsizliğin doğasından, kuşkuculuğun tutarsızlığından beslenir ki bu yüzden Tanrı zar ile nazar edilemez.” 

Arka Kapak dergisi 22. sayı