Gülsüm Sezgin

Momo, ilk kez 1973 yılında yayımlanır. Kitabın tam ismi: Momo ya da Zaman Hırsızlarının ve Çalınmış Zamanı İnsanlara Geri Getiren Çocuğun Tuhaf Öyküsü‘dür. Bu isim kitabın en kısa özetidir aynı zamanda.

Micheal Ende “Hikâyelerimi içimdeki çocuk ve hepimiz için anlatıyorum” der. Momo hepimiz için yazılmış bir hikâyedir ve hepimizi anlatır.

Peki kimdir Momo?

Yersiz yurtsuz bir çocuktur. Annesi babası yoktur. Teyzesi, amcası, dayısı, büyükannesi ya da başka bir akrabası da. Sekiz yaşında mı, on iki yaşında mı; o bile meçhuldür. Yaşı sorulunca önce biraz durur Momo, “Hatırladığım kadarıyla ben hep vardım” der. Ama bilirsiniz, yetişkinler sayılarla hep fazla ilgili olmuştur, ikna olmazlar.  Israrla sorulunca Momo bu sefer “yüz” der. Herkes şaka zanneder. Tekrar sorarlar. “Yüz iki” der bu defa da. Kimse ona öğretmediği için sayıları tanımadığını ve kulaktan dolma birkaç sayının dışında bir şey bilmediğini düşünürler. Ancak o zaman ikna olur ve onu rahat bırakırlar.

Momo, “pencerelerde hep demirler vardı” diye tarif ettiği bir çocuk yuvasından kaçıp şehrin uzağındaki tarihi bir amfi tiyatroya yerleşir. Etraftaki iyi yürekli insanlarla kısa sürede dost olur. Daha doğrusu Momo onların hayatının vazgeçilmez bir parçası olur. Öyle ki “Git bir Momo’ya uğra” cümlesi aralarında selam ya da uğurlama gibi her gün, her an söylenen bir ifadeye dönüşür. Derdi olan Momo’ya gider, küsler onun yanında barışır, çocuklar en güzel oyunlarını Momo’yla birlikteyken oynar.

Momo’yu diğer çocuklardan hatta tüm diğer insanlardan ayıran bir şey vardır. Hiç kimsenin yapamayacağı şekilde başardığı bu şey dinlemektir. Fark şu ki “Momo karşısındakileri, aptal insanların bile aklına parlak düşünceler getirtecek şekilde dinler.”

Dinlemek, sevmek, kanaat etmek, affetmek Momo’nun en iyi yaptığı şeylerdir. Daha fazlasına sahip olmak hatta ‘daha büyük hızla daha fazlasına sahip olmak’ dayatılırken Momo, buna karşı durmanın ve yaratıldığı gibi kalmanın mücadelesini verir. Ve evet işte bunun için Momo’nun hikâyesi hepimizin hikâyesidir.

Momo
Michael Ende
Çeviren: Leman Çalışkan
Pegasus Yayınları

Momo ve Modernizm Eleştirisi

Çeşitli tarifleri olmakla birlikte modernizm, en kaba tabirle aklın ve dünyevileşmenin yüceltilmesidir. Toplumun merkezinden Tanrının kaldırıp yerine bilimin konulmasıdır. Alain Touraine, “Modernlik fikri, dinsel inançlara -en iyi olasılıkla- ancak özel yaşam dâhilinde bir yer bırakır” diye özetler din ve modernizm ilişkisini. Bununla birlikte modernizm sadece dinin değil, her tür toplumsal bağın, geleneklerin ve duyguların da bağından bireyi kurtarmayı amaçlar.

Anthony Giddens, modernliği dört ana boyutta; sanayicilik, kapitalizm, savaşın sanayileştirilmesi ve toplumsal yaşamın tüm veçhelerinin gözetimi olan tümel bir üretim ve denetim çabası olarak tanımlar. Momo kitabı, bu dört ana boyuta ve onların günlük hayattaki kılcallarına şaşılacak derecede ustalıkla nüfuz eder. Modernizmin fark olunması güç yansımalarını dahi en somut şekilde gözler önüne serer. Korkunç tahribini örnekleriyle ortaya koyar, çirkinliğini ifşa eder. Ancak bunu yaparken modernizmi sembolize eden kötücül karakterlere -duman adamlara- dahi şefkat gösterir. Momo, ilk karşılaştığı duman adamın yüzüne dokunarak “Seni hiç kimse mi sevmedi” diye sorar örneğin. Ve bu; tahrip edilmemiş, bir metaya dönüşmemiş saf insan özünün kendisini ele geçirmek isteyen modernizme ilk darbesidir. Momo’yla duman adamlar arasındaki mücadelenin de fişeğidir bu soru. Çünkü hisler modernizm için faydasız bağlardır. Onlardan kurtulmak gerekir.

Kitap, modernizm gibi sosyologlar ve tarihçiler için dahi oldukça çetrefilli bir meseleyi, olay örgüsünün içine ustalıkla saklamayı başarır. Yazar, okura modernizmin izini sürdürür ancak kör göze parmak sokmaz; mesaj vermeye, bilgiçlik taslamaya kalkmaz. Modernizmin adını sadece bir kez anar örneğin. Duman adamlardan biri, Berber Fusi’yi zaman tasarrufuna ikna ettikten sonra şöyle der: “Artık sizi Zaman Tasarruf Şirketi’nin yeni bir üyesi olarak selamlarım! Şimdi siz de gerçekten modern ve gelişmiş bir insansınız. Sizi kutlarım Bay Fusi!”

Buradaki modern ve gelişmiş insan vurgusu, bana kalırsa, yazarın modernizmle alenen alay etmekten kendisini alamayışı sonucunda kitaba girmiştir. Metnin aslında yaptığı şey ise karakterlerin dönüşümü, müesseselerin ve gündelik hayatın değişimi üzerinden olana bitene ayna tutmaktır. Mesela Bay Fusi’nin hikâyesi aracılığıyla kitabın modernizm eleştirisinin izini sürmek mümkündür. Zaman tasarrufu öncesi ve sonrasında -yani modernizm öncesi ve sonrasında- Bay Fusi’nin geçirdiği değişim şok edicidir.

Bay Fusi zaman tasarrufuna başladıktan sonra ilk iş, arkadaşı Bayan Daria’ya ‘kısa ve kuru’ bir mektup yazar. Vakit bulamadığı için bir daha ziyaretine gidemeyeceğini söyler. Kuşunu bir kuşçuya ‘satar’. Annesini ‘ucuz’ ama iyi bir huzur evine yerleştirir. Kendi kararı zannederek duman adamın tüm isteklerini yerine getirir. Buradaki ‘kendi kararı zannederek’ vurgusu ilginçtir. Modernizmin vaat ettiği özgürlüğün sadece bir yanılsamadan ibaret olduğu daha veciz ifade edilemezdi herhalde.

Tüm bunların sonunda Bay Fusi’ye ne mi olur?

‘Modern ve gelişmiş’ bir insan olmak onu mutlu etmeye yetmez. Gittikçe daha sinirli ve huzursuz biri haline gelir. ‘Üzerine bir çeşit delilik çökmüş gibi’ uğraşıp didindikçe elinden uçup gider zaman. Yazar onun bu acıklı halini şöyle anlatır: “Ne gariptir, tasarruf ettiği zamandan kendisine bir şey kalmıyordu. Her nasılsa zaman kaybolup gidiyor ve ele geçmiyordu.”

Çok Kazan, Çok Harca, Az Gülümse!

Tüm kasaba zaman tasarrufuna başlayınca her şey daha ilginç bir hal alır. Zaman tasarrufu yapanlar, yapmayanlardan daha iyi giyinirler gerçi ama bu da yetmez mutluluğa: “Daha çok kazanıp daha çok harcıyorlardı. Ama yüzleri asıktı, yorgun, keyifsizdiler, gözleri dostça bakmıyordu.”

Bayramları bile içlerinden geldiği gibi kutlayamayan kasabalılar için hayal kurmak, suç işlemekten farksız hale gelir. İnsanların robotlaştığı bu yeni düzende, en dayanılmaz şey ise sessizliktir. İnsanlar sessizlikte gerçek yaşamlarının nasıl olduğunun farkına varıp korkuya kapılır ve hemen gürültüye başlarlar. Günün her anını türlü sosyal faaliyetlerle dolduran modern insanın yalnızlığı daha iyi nasıl anlatılabilir?

Büyük Sır: Zaman

Zaman kavramına çok özel bir önem atfeden kitap, metnin merkezine de onu yerleştirir. “Yaşanılan gün içinde çok büyük bir sır vardır. Bu büyük sır zamandır. Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır, ama bunlar hiçbir şey ifade etmez. Herkes çok iyi bilir ki, bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.”

Duman adamların da peşinde koştuğu şeydir zaman. Zamanın yaşamın kendisi olduğunu onlardan daha iyi bilen yoktur. “Bir saatlik, bir dakikalık, hatta bir saniyelik yaşamın değerini hiç kimse onlar kadar iyi ölçemezdi. İnsanların zamanı üzerine planlar kuruyorlar, ince hesaplarla hazırlanmış planlar… Hiç kimse farkına bile varmadan adım adım ilerliyor ve insanlara egemen oluyorlardı.”

Kasabadaki olup bitenler karşısında insanları uyarmak isteyen Momo ve çocuklar da farkındadır zamanın kıymetinin. Onun için “Zamanınızı çalıyorlar sevgili dostlar, kendi istekleri uğruna sizi kandırıyor ve zamanınızı çalıyorlar” diye haykırırlar.

Hora Usta’nın Momo’ya söylediği şu sözse kitabın zaman konusundaki manifestosu sayılabilir: “Kör insan için gökkuşağının renkleri ve sağır bir insan için kuş sesleri nasıl boşunaysa, bütün bir yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider, kaybolur.”

Kitaba göre zaman, yürekle algılanması gereken bir şeydir. Gören göz için renk, duyan kulak için kuş sesi ne ise yürek için de zaman odur. Zaman, modern insanın algıladığı anlamda ‘işe yarar bir nesne’ değildir. Kitapta yer alan dinleme, yavaşlık ve yoksulluk övgüsü; zamana değer katanın çok farklı bir şey olduğunu gösterir.

Momo’nun Farkı Ne?

Momo, bütün iyi kitaplar gibi yediden yetmişe okuyabilen herkese yazılmıştır. Kitap, modernizmin bireyselciliğine karşı dayanışmayı yüceltir. Kemiyetin karşısına keyfiyeti koyar. ‘Çok’a değil ‘iyi’ye talip olur. ‘Daha fazlasını iste’ diyen kapitalizmin karşına kanaati çıkarır. Suskun bir ihtiyarla, konuşkan bir genci iki yakın arkadaş yapar, tektipleşmeye karşı ‘farklılıklarla bir arada olmak mümkün’ der.

Bütün bunları yaparken edebiyattan, maceradan, heyecandan, çocuksu masumiyetten, sadelikten taviz vermez. Momo’yu yazıldığı günden bugüne her yaştan okurla buluşturan da onun bu özellikleridir.

Momo, aynı zamanda her düşüncenin her yaşa anlatılabileceğinin delilidir. Onlarca dile çevrilen kitap, iyiliğin her dilde aynı şekilde ifade bulabileceğinin de göstergesidir.