Yıldızlararası (Interstellar), Cristopher Nolan’ın yeni filmi. Türkiye’de 7 Kasımda vizyona giren bu film, özellikle Fransa’da felsefi açıdan Stanley Kubrick’in 2001: Bir Uzay Macerası filmiyle birlikte anılıyor. Hans Zimmer’in müzikleri eşliğinde gerçekçi olmakla ile tümden hayali olmak arasında tereddüt eden Yıldızlararası’nın, sinema sanatının sınırlarını zorlayan bir şahaser olduğu söyleniyor. Dahası poétique açıdan Tarkosky’in Solaris’i ile Marker’ın La Jétee’siyle birlikte ele alınan film, anlaşılması güç diliyle, estetik açıdan bir çeşit gongorizmin[1] içine düştüğünü dile getirenler de var. Ayrıca, Nolan’ın bu yeni filmi, pek çok noktada Yerçekimi (Grativity) ile karşılaştırılarak değerlendiriliyor.

Bu çok tartışılan filmin yönetmeniyle Le Monde gazetesinin yaptığı kısa söyleşi ise şöyle*:

***

Christopher Nolan’ın hayatı ve eserleri rakamların izinden giderek özetlenebilir: 44 yaşında, iki uyruk sahibi (baba tarafından İngiliz, anne tarafından Amerikan), 836 milyon dolar tutarında dokuz tane uzun metraj filmi var (bu filmlerin üçü Batman serisine ait) ve filmlerinin dünya çapındaki gösteriminden, toplamda 3,5 milyarlık hasılat elde etti. Bu sayısal güç, elbette ki sinema meraklısına asla mani olmaz.

Yeni filmi Yıldızlararası (Interstellar) gösterime girdiği şu sıralarda, birkaç cümleyle Nolan sorulamızı yanıtladı.

Yıldızlararası’ın son sahnesinde bir Amerikan bayrağı göz çarpıyor. İnsanlığın selameti mecburen ABD’den mi geçer?
Söz konusu film Amerikan ikonografisini riske atıyor, tıpkı bir Western filminde olduğu gibi. Ülkeleri iskân ederek demokrasi yayma umudu taşıyan Amerikalı istihkâm erlerinin “apaçık bir alınyazı” fikrini başka bir mekâna aktarıyorum. Bu filmde de yeni gezegenleri iskân etme söz konusu… İngiliz olduğum için, bu fikrin hiç de yabancısı değilim. Bir Samuray filmi izlediğimde, kendimi dışlanmış hissetmiyorum. Demek istediğim şu ki Yıldızlararası Amerikan tarzı olmaktan ziyade Hollywood varidir. Üstelik, evrensel bir dil kullanması bakımından Hollywood daha iyidir.

Yıldızarası, Steven Spielberg’le ortaklaşa üretilen bir film, fakat bu proje, sizin ve filmin ortak senaristi olan kardeşinizin projeye dahil olmanızdan önce, 2006 yılında başlamıştı. Dolayısıyla, bu film, Spielberg uslübunda bir film mi?
Yaşantımın altın çağı boyunca blockbuster türünde filmlerle büyüdüm, Yıldız Savaşları (Star Wars), Üçüncü Türden Yaklaşımlar (Rencontre du Troisième type), Bıçak Sırtı (Blade Runner) filmleri gibi. Bir aile hikâyesinin içinde, insanlığın evrimini kuramsallaştırmayı başaran Spielberg’in tarzı beni, daha çocukken büyülemişti. Hayat Ağacı (Tree of life) filmindeki Terrence Malick bilhassa samimiyet hissi ile evren/kosmos fikrini birleştirmede oldukça başarılıydı. Fakat Philip Kaufman’ın Boşluktaki Kahramanlar (L’Etoffe des Héros) filmi benim üzerimde çok daha fazla etkili oldu. Film dört saat sürüyor, iskeletimiz için bu pek de alışılmış bir şey değil… Tüm ekibe izlettim.

Yıldızlararası bir kütüphanede başlıyor—Filmin anahtar dekorlarından biri bu olabilir. İyi bir okur musunuz?
Borges mesela hayran olduğum bir yazar. Kütüphaneciydi ve bilmek veyahûd bilgi gibi kitapları ortaya çıkaran şey üzerine de çokça yazdı. Görsel olarak elbette kitaplar bana, cep telefonlarından ya da bilgisayarlardan çok daha fazla, sembolik bakımdan, ilham veriyor.

Film, kesin bir teknolojik tükenmenin teşhisini yapıyor gibi. Hem siz de 3D’ye veya dijitale yönelmeyi reddettiniz daima…
Yıldızlarası filminin teknisyenlerinden, geleceğin telefonlarının neye benzeyeceğini tahayyül ederek, vakitlerini boşa harcamamalarını istedim. Aynı şekilde, fütürizmi de geri getirmeye kalkışmamalarını söyledim. Pelikül formatına yöneldim, çünkü oldukça iyi bir teknoloji. Büyük bir görsel sanatçı David Fincher’e kalırsa, dijitale yönelen sinema tutkunları bunu estetik gerekçelerle yapmıyorlar. Stereoskop da yeni duruma uyarlanamadı. Açıkçası, hayattan çok daha uzun bir film yapmak isterdim! Böyle bir durumda ise, stereoskop ekranın boyutu ve seyircinin tecrübesi haline gelir.

Yerçekimi filmini izlediniz mi?
Yalnızca fragmanlarını gördüm. Kendinize ait bir uzay filmi yönettiğinizde, başka bir yönetmenin bu konudaki filmini izleyemezsiniz.

Batman üçlemenizden sonra daha kendinizi daha özgür hissettiniz mi?
Geçmişe nazaran, daha profesyonel filmler yönetebildim, büyük ölçüde. Elbette ki birtakım kurallara saygı göstermem gerekti, ama bu, her türden film için geçerli bir durumdur, bilim-kurgu da bunun dışında değil. Yıldızlararası filminin yapısı Batman’e göre daha az mekanik. Filmi daha özgür ve soyut bir hale getirmek için çabalarken, bile isteye yolumu/kendimi kaybettim bazen. Hikayeyi yaşamak gerekiyordu. Bence bu, bir meydan okuma, başkaldırıydı, zira söz konusu durum, hiç de tabiî bir şey değil.

[1] Gongorizm: Barok dönem bir şiir akımıdır. Diğer bir ifadeyle de culteranismo olarak bilinir. İspanyol şairi Luis de Gongora’nın bu türde şiirler yazarak akımın en çok tanınan şairi olması nedeniyle Gongorizm olarak da anılır. Bu tür şiirlerde o kadar çok metafor kullanılır ki şiir neredeyse anlaşılmaz bir hale gelir. Ancak akımın temel maksadı da anlamı gizlemek, ve hatta yoğun bir metafor denizinde anlamı boğmaktır. Bu maksatla, metaforların yanı sıra, karmaşık söz dizim yapılarına da müracaat edilir. Ayrıca mitolojik unsurlara sıklıkla yer verilir.

* Kaynak: Le Monde.fr, ‘Christopher Nolan: “Je me suis perdu en chemin”- 4 Kasım 2014 tarihinde, Aureliona Tonet tarafından söyleşi yapılmıştır.

Çeviren: Aysu Yıldız