Medeni Yılmaz

Türkiye ve dünyada genellikle 1984 ve Hayvan Çiftliği adlı romanlarıyla tanınan İngiliz yazar George Orwell’ın, “Coming Up For Air” adlı romanı “Boğulmamak İçin” adıyla Can Yayınları tarafından yayımlandı.

Öncelikle, George Orwell ismi kulağa ürkütücü gelebilir. Ama bu ürkünçlüğün temelinde ne Edgar Allan Poe öykülerinde olduğu gibi korku öğeleri ne de James Joyce romanlarındaki üslup kaynaklı anlaşılmazlık yatar; onun biz okurlarına ürkünçlüğü çağrıştırmasının sebebi hemen her yapıtında özgür irademize el koyması olası totaliter rejimlere karşı uyarıları ve geleceğe dair pesimist yaklaşımından dolayıdır. Özellikle Hayvan Çiftliği ve 1984 adlı romanlarından hatırlanacağı üzere, Orwell azılı bir pesimisttir. Dünyanın geleceğine dair çeşitli kuşkuları vardır ve bunu da yapıtlarında kahramanları aracılığıyla dile getirmekten pek çekinmez. Nitekim, her iki ünlü romanında da özellikle totalitarizmi vurgulamış ve geleceğe dair oldukça karamsar bir tablo çizmiştir.

Boğulmamak için
George Orwell
Çev. Suat Ertüzün
Can Yayınları

Boğulmamak İçin” adlı roman, işte bu iki karamsar başyapıtın öncülü sayılabilir. Zira ilk kez İkinci Dünya Savaşı arifesinde, yani 1939 yılında yayımlanan eser, yaklaşan dünya savaşının insanlar üzerinde oluşturduğu baskıyı, daralmayı ve bunalmışlığı başkahramanı George Bowling aracılığıyla gözler önüne serer. George Bowling 45 yaşında, sigorta şirketinde çalışan, saçları gittikçe seyrekleşen, takma diş takan, göbekli ve hayattan soğumuş bir karakterdir. Pek anlaşamadığı Hilda adında bir karısı ve oldukça yaramaz iki çocuğu vardır. “Yan yana hücrelerin dizildiği bir hapishane” şeklinde tanımladığı (sf 10) Ellesmere Sokağı’nda oturmaktadır. Kısacası George, yıllar geçtikçe iyice anlamsızlaşan ve tatsızlaşan bu hayatından, bu düzene teslim olmuş yapısından nefret eden biridir. Aslında onun en büyük tutkusu balık tutmaktır; ama onu da en son 16 yaşında yapmıştır. En büyük arzusu ise bir tesadüf sonucu at yarışlarından kazandığı yüklü parayı ailesinden ayrı olarak tek başına özgürce harcamaktır. Önce tüm parayı puro, viski ve kadınlara harcamayı düşünür; ancak daha sonra hayatının en mutlu günlerini yaşadığına inandığı ve çocukluğunu geçirdiği kasabaya bir haftalığına dönmeye karar verir. Böylece tıpkı çocukluğunda olduğu gibi yine o saklı gölette balık tutabilecek, şehrin gürültüsünden sıyrılıp çocukluğunun sakin kasabasında dingin bir hafta geçirebilecektir. Romanın iskeletini işte bu bir haftalık dönüş yolculuğu oluşturur. Şirketin arabası, puroları ve geçmişe dair tatlı hatırları eşliğinde George, doğup büyüdüğü Aşağı Binfield kasabasına doğru yola koyulur. Ama kasabaya vardığında hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığına hüsranla şahit olacaktır. Çünkü aradan yaklaşık 20 yıl geçmiştir ve kasabada büyük değişiklikler olmuştur. O güzelim kırsal kasaba iyice kentleşmiş, ormanların yerini fabrika bacaları almış, balık tuttukları gölet ise çöp alanına çevrilmiştir. Büyük bir hayal kırıklığı yaşayan George, gezisini yarım bırakarak rutin hayatına geri döner. Romanın iskeleti kabaca böyle özetlenebilirse de özellikle romanın ikinci bölümünde kahramanımızın çocukluk günlerine uzun uzun değinilir.

Roman, tür olarak “bildungsroman” sayılabilir. Almanca bir terim olan “bildungsroman”, Türkçeye “gelişim romanı” olarak çevrilebilir. Bu tür romanlarda, bir kahramanın ya da ailenin doğumundan olgunluğa erişinceye dek gelişimi ele alınır. Dünya edebiyatında en bilinen örneklerinden biri, Alman yazar Thomas Mann’ın “Buddenbrook Ailesi” adlı romanıdır. Romanda Buddenbrook ailesinin üç kuşaklık yaşamı işlenir. Türk edebiyatında ise kanımca en başarılılarından biri Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları” adlı romanıdır. Orwell’ın bu romanı da bu tür içerisinde değerlendirilebilir. Özellikle ikinci bölümden itibaren, başkahramanımız George Bowling’in çocukluğundan 45 yaşına değin hayatına kabaca yer verilir. Roman I. tekil kişi ağzından anlatıldığı için kahramanımızın okurlarına yansıttığı ölçüde biliriz her şeyi. Onun her dediğine inanmak durumundayız. Gerçi arada Orwell, kahramanımız aracılığıyla okurlara da seslenir. Yani okur da kurgunun bir parçası konumundadır. Genellikle 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında yazılan klasik romanlarda ve günümüz postmodern romanlarında rastladığımız bu okurun metne dahil olma durumu, aslında romanın yazıldığı yıllardaki (1939) edebi karmaşa düşünüldüğünde, kendi döneminde pek hoş karşılanmasa gerek. Ama öte yandan bu yöntem, okurun metne odaklanmasını ve kahramana nedensiz bir yakınlık duymasını sağlayabilir. Elbette okurun roman kahramanına yakınlık duymasını sağlayacak yegane yöntem bu değildir. Orwell, romanda oldukça mizahi bir dil ve argo deyimler kullanmış. Bu açıdan roman, Amerikalı yazar J. D. Salinger’ın dilimize farklı yayınevlerince “Gönülçelen” ve “Çavdar Tarlasında Çocuklar” adlarıyla çevrilen “The Catcher in the Rye” romanını akla getiriyor. Her iki romanda da olaylar I. tekil kişi gözünden anlatılır, mizahi bir dil kullanımı vardır ve ikisinde de argo deyimler bolca yer alır. Salinger, Orwell’ın bu romanından etkilenmiş midir bilinmez; ama bu üslubun romana zenginlik kattığı aşikâr. Zira başka bir üslup kullanılsaydı, belki de böylesi pesimist bir kahramanın öyküsünü okumak pek yavan ve sıkıcı olabilirdi. Oysa Orwell’ın eşsiz mizahı sayesinde, bu karamsar romanı okuduğumuz süreç boyunca tebessüm etmemeye pek imkân yok.

Boğulmamak İçin” romanı, dünyanın geleceğine ve insanların buna dair tepkisizliğine karamsar bakış açısıyla, hayatında daha önce George Orwell okumamış biri için mükemmel bir başlangıç olabilir. Diğer romanlarını okuyanlar içinse, Orwell evrenine giriş kapısının bu roman olduğunu hatırlatalım. Sonraki romanlarında işleyeceği temaların ve yaratacağı atmosferin izlerine bu romanında denk gelebilirsiniz. Dolayısıyla karşımızda, her halükarda okunması gereken oldukça iyi bir roman duruyor. 

Arka Kapak dergisi 6. sayı