Doğukan İşler

Öykü bir taş atar edebiyat kuyusuna, bazen kırk roman gelse çıkaramaz. Fakat edebiyat tarihi hep o romanlardan bahseder, edebiyat okuru hep o romanları başucuna koyar da unutuverir öyküleri. Öykülerin ve öykücülerin mahallenin delisi sayılması, bir hayalet gibi de olsa sürekli edebiyat dünyasının bir yerinde sessiz sedasız dolanıp durmaları bu yüzdendir belki de.

Kaleme aldığı iki eşsiz romanıyla modern Türk edebiyatının yapı taşlarından biri olmayı çoktan hak etmiş, edebiyat dünyasındaki saygın yerini almış yazarlardan biri elbette Yusuf Atılgan. Fakat Atılgan’ın öyküleri, Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarının gölgesinde kalmıştır, ister istemez.

Bütün Öyküleri

1921 yılında Manisa’da dünyaya gelen Yusuf Atılgan’ın öykü macerası, 1955 yılında Tercüman Gazetesinin açtığı ve yüzlerce eserin yarıştığı bir öykü yarışması ile başlar. Takma isimlerle ve birden çok öyküyle katıldığı bu yarışmada Atılgan, “Nevzat Çorum” adıyla yazdığı “Evdeki” öyküsüyle birincilik, “Ziya Atılgan” adıyla kaleme aldığı “Kümesin Ötesi” öyküsüyle de dokuzunculuk kazanır.

Her ne kadar öyküyle başlamış gibiyse de edebiyat yolculuğuna, 1959 yılında ilk kitabı/ilk romanı, Yunus Nadi Roman Armağanı’nda ikincilik ödülü alan (birincilik ödülünü, Yılanların Öcü adlı romanıyla Fakir Baykurt almıştır) Anayurt Oteli yayımlanır. Fakat aradan çok uzun bir süre geçmeden, hemen bir yıl sonra da öykü kitabı yayımlanacaktır Atılgan’ın: Bodur Minareden Öte.

Daha sonra “Ağaç” ve “Eylemci” adlı iki öykünün eklendiği, hatta bazı edisyonlarda Ekmek Elden Süt Memeden ana başlığı altında Atılgan’ın iki masalının da bulunduğu öykü kitabı, önce Eylemci adıyla ve sonrasında da –şimdilerde de– Bütün Öyküleri adı altında yayımlanmaya devam eder (Keşke birçok öykücüye yapılan bu “Bütün Öyküleri” derlemeleri yerine, orijinal isimleriyle günümüze ulaşsa öykü kitapları… Belki o zaman, unutulmaları birazcık da olsa gecikir; kim bilir.)

Öyküde, Dilde, Kurguda Bir Devrim

Yusuf Atılgan’ın öykü evreni, 1940-50 kuşağı Türk öyküsünde rahatça gözlemleyebileceğimiz bir varoluşçu damara yaslanmaktadır. Atılgan’ın öykü karakterleri genel olarak varlıklarını duyumsamaya çalışan, intihara meyilli fakat ölümü bir yok olma değil, tam tersine diğer insanlar tarafından fark edilme, varoluşlarını kanıtlama aracı olarak gören kişilerdir. Sıkıntı, bunalım, ruhsal çelişkiler vb. birçok öğe, tıpkı Atılgan’ın romanlarındaki gibi başat öğelerdir öykülerinde de.

“Kasabadan”, “Köyden” ve “Kentten” ana başlıklarına ayırdığı öykülerinde Atılgan, hemen hemen her sosyal kesimden insanın farklı farklı varoluşsal sıkıntılarını, açmazlarını, çelişkilerini işler. Hatta yalnızca insanlar değil, “Kümesten Ötesi” adlı öyküsünde olduğu gibi bir tavuğun ağzından alegorik olarak da bu modern sıkışmışlığı gözler önüne serer.

Yukarıda bahsettiğim öykü ve kitaba adını veren öykünün adlarındaki “öte” kelimesi bile bize Atılgan’ın bir taşra, bir “öte” mekân anlatıcısı olduğunun ipucunu vermektedir. Taşrada sıkışıp kalmış ya da kentte yaşıyor olsa da modern dünyanın bunalım kuyusuna çoktan düşmüş insanların hikâyesidir Atılgan’ın anlattığı. Edebiyatta toplumculuğun revaçta olduğu bir dönemde, yine toplumsal olandan hiçbir şekilde ayrılmadan, ama bunu yepyeni bir anlatım ve dil ile inşa etmeyi başarabilmiş bir yazar olarak âdeta bir devrim yaratır Yusuf Atılgan.

Öykülerin Peşine Düşmek

Elbette bu yazıya sığacak bir şey değil Yusuf Atılgan’ın öyküleri, öykülerinin içerikleri, dili, karakterleri… Olsa olsa, kendi kuşağını ve Oğuz Atay’dan günümüze birçok yazarı derinden etkilemiş bir yazarın unutulan öykülerini tekrar hatırlatmaktır bize burada düşen görev.

Türk edebiyatına belki nicelik olarak çok az, ama hiçbir şekilde de azımsanamayacak, her okunduğunda size başka başka kapılar açan nitelikte eserler kazandırmış Yusuf Atılgan’ın öykülerinin peşine bir daha düşmek umuduyla…

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 34.sayısında yayınlanmıştır.