Onur Caymaz

Yaz günüydü ama ne zaman, anımsamıyorum: Ağaçlar Ayakta Ölür. Kısacık. Çarpmıştı. İyi kitaplar çarpar. Sonra sahafta Ömrüm Ömrüm ile karşılaştım... Önce isimlerine vuruldum kitaplarının, sonra da Egeli Sait Faik tavrına, ikinci kaptandır Tarık Dursun. Hangi kitabını alırsam alayım önce içindekiler bölümüne bakarım. Hikâyelerinin adları bir şiirin dizeleri gibidir.

Sonra Hasangiller, Adam Yayınları seksenlerde yeniden basmış. Kapakta, kasaplarda etlerin dizildiği kancalardan var, kancaların birinin ucunda bir kalp. Erkal Yavi’nin deseni. Kasap Hasan (kalbi çengelde asılı olan), hapisten çıkıp yedi yıl sonra kasabaya döner. Annesi bir gün önce ölmüştür. Sevdiği kızı, Yüksel’i çok özlemiştir. En yakın arkadaşı Amerikalı, kızın evlendiğini söyler. Hasan ile Yüksel bir yaz gecesi buluşup konuşur:

“Çok iyi kadındı annen”
“Evet öyleydi”
“Ölümün önünde durulmuyor ki…” dedi
“Aşkın da” dedim içimden. “Hiçbir şeyin önünde durulmuyor zaten. İnsan kolaycacık yeniliveriyor. Bu bok dünyada bir türlü yendiği yok…”

1969’da, sessiz sedasız: Kopuk Takımı (Cem Yayınları). Hasangiller’deki Hasan, bu kez Amerikalı ile İstanbul’a atmıştır kapağı. Tavsamış bir düzende bulurlar kendilerini. Gençlik bitmektedir. Orada başka bir kadın: Ayfer. Olmamış ilişkilerin yazarıdır Tarık Dursun. Romanın sonuna doğru Ayfer ile Hasan’ın ayrıldığı sahneyi okurken hayatın bağışlanmaya nasıl da ihtiyacı olduğunu düşünmüştüm: “İki eliyle topladı saçlarını…Yürüdü. Asfaltı geçti, köşeyi döndü, yokuşu ince ince inmeye başladı. Ardından öyle baktım. Kıpırdamadım hiç. Canım korkunç cigara içmek istiyordu. İçsem içerdim. Benim için çocuk oyuncağı bir şeydi. Ama içmedim. Hiç içmedim.”

Türk edebiyatında İzmir’i yazan yazarlar konulu bir araştırma yapılsa en üst sıraya koymak gerekir Tarık Dursun’u. Bir İzmir şiiri olan İmbatla Dol Kalbim’e, Moda’da, bir kış günü rastlamıştım. Bir kafede oturup kapağındaki sardunyayı okşayarak okumuştum. Sevdiğiniz yazarın daha önce hiç görmediğiniz bir kitabına rastlamak müthiş şeydir. O gün, Kadıköy’e inen hangi sokağa sapsam Karşıyaka’ya çıkacaktım…

Oktay Akbal’ın harika önsözüyle yayınlanmış, Türkçe hikâyenin en incelikli kitaplarından Bahriyeli Çocuk peki? Edebiyatı, yaşamın yakasına çiçek gibi iliştiren hikâyeler: Anneciğini Hatırladıkça Bak, Ninemin İki Kumrusu, Sahi Perihan Var mıydı?

İşte bir öyküsünden, şiir gibi bir cümle: “Çok iyi biliyorum; elçiliğin büyük dua odasının pencerelerine asker gibi dizili saksılarda, bizim evi sürekli sürekli gözleyen küpe çiçekleri de onu unutmamışlardır.”

Birkaç yıl önce Orhan Kemal müzesini gezdikten sonra çay içip dinlenmek için müzenin kafeteryasına inmiştim. Köşede, Orhan Kemal’e imzalanmış kitaplar sergileniyordu. Sayfalar arasında nice imzalar dışında Tarık Dursun adına da rastlamıştım. Orhan Kemal’e, “en büyüğümüz, babamız Orhan Kemal’e” diye imzalamış Vezir Düşü’nü. Sene 1957.

Orhan Kemal’in Çikolata adlı hikâyesini bilen bilir. Kısacık yine. Hikâyeciliğimizde özel bir yere sahiptir bence. Yoksulluğun bu denli incelikli anlatıldığı bunca özlü yazılmış az eser vardır. Anlatılması zor konudur çünkü yoksulluk. Tarık Dursun, kitabı imzalayışından da gördüğümüz kadarıyla usta olarak kendine Orhan Kemal’i seçmiştir. Duvardelen İncir Çiçeği adlı hikâyesinden alıntılayacağım şu satırlar bunun en güzel örneğidir zaten, Tarık Dursun K. biraz da çiçeklerin adamıdır:

Karım, nedenini yalnızca haftada bir gittiği mahalle kasabının bildiği (sözde) bir alçakgönüllükle sırasını hep başka kadınlara (süslü, kolonya değil pahalı parfüm kokan, gerçek deri çizmeli, kiminin manto yakaları gerçek kürkten, saçları her zaman berberden yeni çıkma, kiminin de yanlarında yerden bitme sevimsiz köpekleri ile başka kadınlara) verir, kendini en sona bırakırdı. Bilmiyordum. (Biliyordun.) Sırasını en sonraya ve iki yüz elli gram kıymaya bırakırdı.

Tarık Dursun, bugün seksenin üzerinde. Bildiğim kadarıyla Foça’da yaşıyor. Bunca büyük yazarın arasında, kendisine bakan güzel bir kızı unutmamış küpeçiçeği gibi kitapları, bugün de okunmayı bekliyor… Ömrüne bereket usta!

yazar-kitap