Yunus Emre Tozal

Söze Yahudi asıllı Alman şairi Erisch Fried’in şiiriyle başlayalım: “Dinle ey İsrail! Üstünüze çullandıklarında ben / Sizden biriyim / Şimdi başkasının üstüne çullanırken / Nasıl sizden biri olabilirim?…” Ortadoğu’da sürekli kanayan, durmayan ve durmayacağı, kolay kolay kapanmayacağı gözüken bir yaranın ortasındayız. Tarih boyunca Ortadoğu’da özellikle Kudüs bölgesi sürekli fethedilmeye çalışılmış, savaşılmış, taş üstüne taş bırakılmayacak derecede yağmalanmalara maruz kalmış, ilahi dinlerin merkezi olan önemli bir bölgedir. Son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, tarihin bir tekerrürden ibaret olduğunu gösterircesine Ortadoğu’nun yakın geleceğinde yaşanacakların bir habercisi gibi… 2010’da Tunus’ta Bin Ali iktidarının düşüşüyle bir zafer gibi başlayan, Libya’da -Tunus’a göre- daha uzun süren bir karışıklık dönemiyle birlikte Kaddafi iktidarının devrilişi, oryantalist aklın ürettiği “Arap Baharı” sürecinin bir başlangıç dönemiydi. Arap toplumlarındaki isyanların iki önemli ülkeye; Mısır’a ve Suriye’ye sıçramasıyla birlikte sürece bakış da yavaş yavaş değişti, bahar olarak adlandırılan sürecin “bahar” olup olmadığı tartışılmaya başlandı.

J.Baudrillard’ın Foucault’yu eleştirdiği ünlü “Oublier Foucault” makalesinin iktidar bölümünü bugün Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri değerlendirmek için tekrar okumakta fayda var. Baudrillard’a göre iktidar, bir özne-nesne oyunu gibidir ve iktidarın kökeninde de meydan okuma ve baştan çıkarma özelliği yatar. Dolayısıyla da gerçekte iktidarın gerisi hiçlik ve boşluktan ibarettir; çünkü gerek ilkel toplumlarda gerek modern toplumlarda iktidar diye bir şey yoktur ya da iktidar öznesi bir kukladan başka bir şey değildir. İndirilen kuklaların yerine yeni kuklaların gelmesi, “Arap Baharı” sürecinin çok daha büyük bir oyunun parçası olduğunu gösteriyor.

Gazeteci Mehmet Akif Ersoy’un uzun yıllar Ortadoğu’daki tecrübelerinden hareketle kaleme aldığı ve Gazze özelinde 2010’da gerçekleşen Mavi Marmara olayının öncesinde ve sonrasında bölgede yaşananları aktardığı Tünel: Gazze’de Yaşamak isimli bir kitabı geçtiğimiz aylarda yayımlandı. Kitabı ‘yalnızca tarihe bir not düşmek için’ kaleme aldığını söyleyen Ersoy, ‘bundan yüz sene sonra Gazze diye bir yer kalmayacaksa bile sürecin nasıl geliştiğini anlatmak için’ literatüre kazandırdığını ifade ediyor. Ersoy, Gazze’de özellikle son çeyrek asırda yaşanılanları, gözlemleriyle ve Mısır ve Filistin’de başına gelen olaylarla yorumlarken, söze İsrail devletinin nasıl kurulduğuyla başlıyor ve fotoğrafın bütününü görebilmek için de Ortaoğu tarihinin çok bilinmesi gerektiğinin altını çiziyor.


Tünel
Gazze’de Yaşamak
Mehmet Akif Ersoy
Kapı Yayınları

Ersoy, bugün Filistin’de yaşananları düşündüğünde, yarınlar için sürdürülebilir çözümler değil de günü kurtarmaya yönelik adımların atılmasına üzülen bir gazeteci. Ersoy, sadece bugünler için atılan adımların yarınlara hiçbir katkı sağlayamayacağını söylüyor; belki de o bölgenin her yerinde görev yaptığı için sonuca giden süreci analiz ediyor. En nihayetinde İslam ülkelerinin hemen hepsinin İsrail’le olan anlaşmaları, ticari ilişkileri var. Ersoy’a göre bugün Gazze’de olup bitenler hakkında Türkiye tek başına mücadele etmek; tabiri caizse İsrail’e kafa tutmak zorunda kalmamalıydı. Zaten sadece Türkiye’nin meseleyi sahiplenmesi de fotoğrafın bütününü gösterir nitelikte. Ersoy’un zaman zaman satır aralarında Gazze’li çocukları anlatması insana nasıl bir dünyada yaşadığımızı hatırlatması bakımından çok kıymetli. Gazze’de bir çocuğun bisiklet pedalı çevirmeyi öğrenmesinden önce nasıl hayatta kalabileceğini öğrenmesinin “olağan” olduğunu belirten Ersoy, Gazze’de çocuk olmanın bugün değilse bile yarın ölümü her an beklemek olduğunu ifade ediyor. Peki, bir çocuk ölümle her an yüzleşebileceği gerçeğiyle nasıl yaşayabilir, yaşayabilir mi?

Ölüme Hazır Yaşamak

Filistinlilere yapılan zulüm ve işkencelerin yanı sıra İsrail’in henüz altmış beş yıllık ömründe altı büyük savaş bulunuyor. Bunların birincisi 1948’de İsrail’in kuruluşuyla birlikte patlak veren savaş, ikincisi 1956’da bu ülkenin Fransa ve İngiltere’nin desteğiyle Mısır’a karşı açtığı savaş, üçüncüsü 1967’de ABD desteğinde Mısır, Suriye ve Ürdün’e karşı gerçekleştirilen savaş, dördüncüsü 1968’de Ürdün’e saldırı, beşincisi 1973’te İsrail tarafından başlatılan Arap-İsrail savaşı, altıncısı da 1982 Lübnan işgalidir. Bu ülkenin tek taraflı olarak komşularına karşı saldırılar da eklenince İsrail’in savaşsız bir gününün geçmediğini görüyoruz.

Buna karşın Filistin halkı da sürekli bir bağımsızlık mücadelesi verdi. En geniş çaplı mücadele 8 Aralık 1987’de Filistin İslâmi Direniş Hareketi’nin öncülüğünde başlatılan intifadadır. İsrail’in intifadayı durdurmak için başvurduğu uygulamaların hiçbiri sonuç vermedi. Bunun üzerine gerçekte Filistin halkını temsil etmeyen bazı kişileri karşısına alarak onlarla barış görüşmeleri yapmaya başladı. Filistin meselesinin barış yoluyla bir çözüme kavuşturulması için görüşmelere 1991 Ekim’inde İspanya’nın başkenti Madrid’de başlandı. 1992’de de devam edildi. Ancak bütün yıl boyunca aralıklı olarak değişik yerlerde gerçekleştirilen barış görüşmelerinden herhangi bir sonuç alınamadı.

Bugün hâlâ Gazze, uluslararası arenada dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak muamele görüyor ve Gazze ile hiçbir şekilde ticaret, alış-veriş vb. ilişkiler kurulamıyor. Gazze’de yaşayan yaklaşık 2 milyon Filistinlinin şehir dışına çıkmasına izin verilmediği gibi Gazze’ye gelmek isteyenler de engelleniyor. Bu şiddet ve sert tutum, Gazze’nin tek sınır komşusu olan Mısır’da 2012 Mısır cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in aday gösterdiği Muhammed Mursi’nin seçilmesiyle biraz rahatlasa da, 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen darbeyle, Abdel Fettah Al Sisi Gazze’nin dünyayla tek iletişimini sağladığı Refah sınır kapısını kapattı. Ardından İsrail’le beraber olup Gazze’nin her türlü insanlık dışı tutumları sergiledi, binlerce Filistinliyi hapse attırdı. Gazze dünyayla olan iletişimini artık tüneller sağlıyor. Tünellerle giysi, gıda, sağlık vb. her türlü ihtiyaç giderilmeye çalışılıyor.

Ersoy’un henüz 1 yaşındaki oğlu Yusuf Emir’i Gazze’de görev yaptığı bir dönemde, Gazze’deki direniş gruplarıyla temasa geçerek böyle bir tünelden geçirmesi ve Gazze’yi gezdirmesinden çok etkilendim. Bu, tamamen o coğrafyayı ziyaret eden her insanda ister istemez oluşan o direniş duygusunun bir tezahürü. Gazze’liler bir zamanlar köylerinde gayet güzel yaşarken üzerlerine atılan bombalardan ötürü sürgüne zorlanmışlar ve o sürgünde ceplerinde sadece bir gün tekrar o köylerine geri gelebileceklerine umarak ev anahtarlarını almışlardı. Aldıkları ev anahtarlarını mülteci kamplarının ortasına asarak her an gidebilecekleri heyecanıyla çocuklarını büyütmüşler; bu aşk ve şevk hem kendilerini hayata tutundurmuş hem o ufacık çocukları büyütmüştü. Belki asla köylerine dönemeyecekler, birçoğunun evi zaten artık yok ama o anahtarlar var olduğu müddetçe umut her zaman vardır! Bu yüzden Ersoy’un aslında tünelden geçmeye karar verecek derecede Gazze’yi sahiplenişini, yapılan haksızlıklar karşısında ister istemez o coğrafyada yaşanan insanlık dışı tutumlara bir cevap niteliğinde okuyorum ve o psikolojinin bir sonucu olarak görüyorum.

Ersoy, Tünel: Gazze’de Yaşamak kitabıyla kalbimizde yaşattığımız coğrafyalara projeksiyon tutuyor; Gazze’yi nasıl yalnız bıraktığımızı, savaş muhabiri olarak anılarıyla ve gözlemleriyle beraber, bu coğrafyanın tarihsel süreci eşliğinde anlatıyor. Bugün tüm dünyanın gözünün önünde, Gazze sınırlarına duvar yapıldı. Bundan 17 sene önce Mescid’i Aksa’da Cuma namazında 300 bin Filistinli Cuma namazı kılabiliyorken, şimdilerde en fazla 15 bin Filistinli namaz kılabiliyor. Çünkü duvarlardan öte tarafa geçmek yasak! Tüm Filistin duvarlarla bölünmüş vaziyette. İsrail, kontrol noktaları ve duvarlarla Filistinlileri hem psikolojik olarak yıldırmaya çalışıyor, hem de kafasına göre hareket ederek birçok Filistinliyi rencide ediyor, geçişlerde soyunmasını istiyor mesela. Araba geçişlerine zaten kapalı olan bu mahalleler, gerçekten içler acısı. Eğer aracınız yeşil ya da yeşilli beyazlı plaka ise -Filistinlilerin araçlarının plaka renkleri hep böyle- bir bölgeden diğer bir bölgeye geçişiniz imkânsız. Düşünün ki Üsküdar ile Çengelköy arasında duvar var ve Çengelköy’deki akrabanızı ziyaret etmeniz imkânsızlaşmış durumda… Mesafeler o kadar birbirine yakın ama aynı zamanda hem psikolojik olarak hem bir gerçek olarak bir o kadar da uzak. Burada gerçekten müthiş bir imtihan ile karşı karşıya Filistinliler. Ersoy’un kitabı bu yüzden Filistinlilere reva görülenleri, sunulan hayatı anlayabilmek ve gelecek kuşaklara aktarabilmek tarihi bir vesika. 

Arka Kapak dergisi 21. sayı