Fırat Demirel

“İşte hayatın en güzel tarafı da buydu; her şey olabilirdi, her ne kadar olasılıksız olursa olsun olabilirdi, olasılık dışı olan bir olay mutlaka olurdu.”

Adam Fawer – Olasılıksız

Biyolojik ve zihinsel bir varlık olarak insanoğlunun nedensellik ve rastlantısallık arasında çok özel bir yeri var. Nedensel ilişki kurma yeteneğimizin gelişimi elbette psikologların uzmanlık alanı. Ama ben, büyüdükçe hayatın bizi bu konuda eğittiğine şahidim. Bununla birlikte bazı anlarda bu bağlantı kurma yeteneğimizin kırılmadığını söylemek zor. O kırılma anları, tam da rastlantı(?) dediğimiz durumlara denk düşüyor. Yani karşılaştığım olayları, pozitivist bilim anlayışının kucağında yetişen biri olarak, önce nedensel bir zincir içinde açıklamaya çalışıyorum. Fakat bu zinciri tamamlayamadığım bazı rastlantı(?)lar da var. İşte o anlarda metafizik bir yönelime kendimi bırakıyorum. Peki rastlantı dediğimiz gerçekten nedir? Nerede başlayıp nerede biter? Evrenin başlangıcından günlük olaylara kadar uzanan her şey nedensellik içinde açıklanabilir mi yoksa gerçekten rastlantı bulutunun üzerini kaplayan bir metafizik kuşatılma içinde miyiz? Mühendislik eğitiminden sonra felsefe alanına odaklanan Mehmed Ali Çalışkan, tüm bu soruların yanıtını Rastlantı adlı ilk kitabında ele alıyor. Rastlantı kavramının içine dalarak, okuyucusunu bilim ile felsefe arasında derin bir tartışmaya davet ediyor.


Rastlantı
Bilim ve Felsefenin Ortasında
Mehmed Ali Çalışkan
Küre Yayınları

Ne yazık ki rastlantı kelimesini etimolojik açıdan tek kalemde açıklamak mümkün değil. O nedenle yazarın tüm tahliller ışığında vardığı kavramsal şemayı vermek tasarruflu bir yaklaşım olacaktır. Çalışkan, rastlantı olgusunu dört yoksunluktan hareket ederek tanımlıyor. Ona göre bir olgu amaçtan, bilgiden, nedenden ve yapıdan yoksun olmak açısından rastlantısal olabilir. Nedenden ve yapıdan yoksun olanlar yani dikey rastlantılar; amaçtan ve bilgiden yoksun olanlar ise yatay rastlantılar olarak adlandırılıyor. Daha açık ifade etmek gerekirse yatay rastlantılarda gözlemcinin gözlem yaptığı uzay ile rastlantısal sonucu üreten fiziksel uzay aynı. Yani ontolojik paylaşılabilirlik var. Dikey rastlantıda ise ontolojik paylaşım alanı yok. Başlangıçta parçalara ayrılan bu rastlantı kavramı, kitabın ilerleyen bölümlerinde kozmoloji ve metafizik içinde bir araya getiriliyor ve özellikle 20. yüzyılın deterministik, pozitivist zihniyle hesaplaşmaya giriyor.

20.yüzyılın Newton fiziği hiç şüphesiz evreni anlama telaşımıza çok önemli pencereler açtı. Ancak Newton fiziği ile deterministik dünya görüşü, rastlantı kavramını dışarda bırakmak gibi büyük bir günahı da beraberinde getirdi. Öyle ki bu bakış açısının temsilcileri, rastlantı kavramını tartışmaya açmanın getireceği metafizik esintileri bile görmek istemiyordu. Ta ki Einstein, izafiyet teorisiyle ortaya çıkana dek. Işık, reddedilemeyecek şekilde sağduyumuza ters davranıyordu. Böylece Newton’ın uzay ve zamanın mutlaklığına ilişkin yorumları parçalanmaya başladı. Nedensellik ve determinizmin darbe yediği son nokta ise mikro ölçekte ortaya çıkacaktı. Kuantum ölçeği, olasılıksal yapıların deterministik yapılarla yer değiştireceğine dair beklentileri alt üst etti. Bunun yerine fiziksel fenomenler içinde belirsiz, rastlantısal, olasılıksal, kaotik vb. kavramlarla gerçekliği tasvir etmek mümkün hâle geldi. Mehmed Ali Çalışkan, kitabın ilk bölümünde özellikle bu sürecin üzerinde duruyor ve determinizmden rastlantısallığa geçişe fizik, biyoloji, matematik ve evrim açısından yaklaşıyor. Yeni evren tasavvuruna geçmeden önce de yapay sinir ağları ve evrim algoritmasına açıklık kazandıran çalışmalarının matematiksel örneklerini paylaşıyor.

Metafizik Kuşatılma

Beş yıllık çalışmalarının derin bir analizini sunan Çalışkan’ın hesaplamalı evren modelini destekleyen en önemli kavramlardan biri “metafizik kuşatılma.” Yazara göre evren, kendi yapısının karakterlerine bağlı olarak rasyonel ve mantıkça açıklanamayacak bir rastlantısallığa sahip. Bu iddiayı destekleyen unsurları da kuantum madde tasavvuru ve çağdaş kozmolojinin içinden çekip alıyor. Modern fizikte sınırsız ve dışsız kabul edilen evrenin, hesaplamalı bir sürecin çıktısı olduğunu savunuyor Çalışkan. Yani iç içe yapılar (nested systems) çerçevesinde hiyerarşik bir ontoloji var. Metafizik zihin ise onun kuşatıcısı olarak temassız bir şekilde evrenle bir arada bulunuyor. Bu modeli, kendi ürettiği bilgisayar programına bilgisayar ekranından bakan insan olarak örneklemek mümkün. Tıpkı bilgisayar içindeki sanal gerçeklik ile onu geliştiren insan arasındaki ontolojik fark gibi, Çalışkan’ın evreni (bir algoritmik çıktı olarak) kendini kapsayan metafizik kuşatılmışlık içinde duruyor. Ancak evren kendi ontolojisini aşarak, metafizik kuşatılmayı kapsayamıyor. Dolayısıyla bilgisayar oyunundaki karakterlerin oyun programcısını algılayamadığı gibi, evren ve içindekiler de üstteki metafizik kuşatılmayı doğrudan algılayamıyor.

Evren Bir Kuantum Bilgisayarı mıdır?

Rastlantısallığın mekaniğini metafizik kuşatılma ile mantık çerçevesine oturtmaya çalışan Çalışkan, Rastlantı’nın son bölümünde nihai tabloyu çizmeye çalışıyor. Yani mikro ölçekteki rastlantısallık bulutu ile fiziksel gerçeklik sahasındaki istatistiksel ortalamayı tek bir çerçevede anlamlandırıyor. Hesaplamalı evren modelinin (computational cosmos) de bu noktada tek çıkar yol olduğunu savunuyor. Çalışkan’a göre fizik artık evreni açıklamak için yetersizdir. Çünkü kuantum teorisiyle birlikte rastlantı faktörü ciddi şekilde öne çıkmıştır. Evren, gözlemcinin temasına muhatap olduğunda kendi gerçekliğini istatistiksel doğruya göre inşa eden bir kuantum bilgisayarı gibi çalışmaktadır. Bu model, Berkeley’in idealizmindeki gibi, evrenin düşünen Tanrı’nın düşüncesi olmasına benzer. Keza Kant’ın “kendinde olan şey”i (ding an sich) de zamansız-mekansız bir metafizik olarak dünyamızın kaynağı şeklinde yorumlaması da hesaplamalı evren modeline benzetiliyor.

Bu yeni anlayış, evreni madde ve bilgi olarak ikiye bölmek yerine, sadece bilgiye indirgemeyi gerekli görüyor. Burada bilginin; geleceğe yönelik olarak istatistiksel, geçmişe yönelik olarak ise tarihsel yaklaşımın sonucunda ortaya çıktığı kabul ediliyor. Yani bilgi deterministik bir hesaplamanın sonucu olarak açıklanmıyor. “İfade edilebilen her şey bir enformasyondur ve informatik bir gerçeklik taşımaktadır.” ilkesi de önem kazanıyor. Çalışkan’ın hesaplamalı evren modeli konusunda dikkat çektiği isim, kuantum bilgisayarı fikrinin mucidi Seth Llyod. Entropi teorisinin aslında bir enformasyon teorisi olduğunu ileri süren Llyod, evreni üreten bir bilgisayar yerine, evrenin kendini bir bilgisayar olarak düşünüyor. Kısacası yazar rastlantısallık ve hiyerarşik ontolojiyi metafizik kuşatma ile destekleyerek aslında her şeyin sadece gözlemlediğimiz an üretilen, fiziki koşullara uygun birer çıktı olduğunu söylüyor.

Böyle bir evren içinde özgür irade ve kaderin de sorgulanmamaması eksik kalırdı. Üretken bir mühendis ve felsefeci olan Mehmed Ali Çalışkan, özgür irade sorusuna hemen evet/hayır yanıtı vermiyor. Modern bilim ve felsefe tezleri arasında mekik dokuyarak geldiği son noktada, özgür irade olarak gördüğümüz durumun, aslında evrimimizin bir parçası olarak gelişen bir sorumluluk bilinci olduğunu iddia ediyor. Bu sorumluluk duygusunun, hem kutsal imtihan fikrini hem de toplumsal hukuk sistemini temelledirdiğini söylüyor ki, bu sayede farklı düzen arayışlarına da bir arada kucak açıyor. Kaderi de bu yapı içindeki “grand plan” olarak konumlandırıyor ve “İnsan özgür iradesiyle bir yaşam mı yaratır, yoksa kaderini mi yaşar?” sorusuna “Kader insanı yaşar.” yanıtını veriyor.

Buraya kadar özetlemeye çalıştıklarım elbette Rastlantı’nın size düşündürebileceklerinin çok küçük bir kısmı. Eğer matematikle aranız iyi değilse kitabın ilk bölümünü daha hızlı geçmek isteyebilirsiniz. Ancak son bölümde hayatı anlamlandırmak isteyen, felsefe ve bilime merak duyan herkes için tekrar tekrar okunacak fikirler var. Kitabı bitirdiğinizde bilim ile felsefe arasındaki gökkuşağına dokunmanın hazzını yaşamamak işten bile değil. 

Arka Kapak dergisi 31. sayı