Ümit Yaşar Özkan

Borges’in evreninde Tlön gibi düşsel mekânlar ya da Zahir gibi düşsel nesneler bildiğimiz gerçekliği tehdit eder, onu bulandırır hatta bozarak değiştirirler. Hikâye karakteri olan düşsel varlıkların da böyle bir tehdit potansiyeli taşıdığı söylenebilir ama düşsel mekân ve nesnelere göre daha hazin ve kırılgan bir varoluşa sahiptirler. Yunan mitolojisinin en girift efsanesinden doğmuş olan Minotaurus, “Asterion’un Evi” adlı hikâyede dile gelir. Borges, Batı sanatında defalarca yorumlanmış bu miti bu kez yaratığın bakış açısıyla anlatır. George Frederic Watts’ın resmi de hikâyenin ilham kaynakları arasındadır. Watts, Minotaurus’u ufkun sonsuzluğuna (sonsuzluğun ufkuna) bakarken resmeder. Hikâyede canavarın korkunç ve şifasız yalnızlığı hüzün vericidir. “Asterion’un Evi”nde labirent; boğa başlı, insan gövdeli Minotaurus’tan daha korkunç, daha yıldırıcı bir canavardır.

Atlas’ta Girit labirentinin taş sütunlarının ve basamaklarının yanında çekilmiş bir fotoğrafı vardır Borges’in. Yüzündeki sfenksvari ifadeye eşlik eden Labirent adlı metinde bir düşteymişçesine sayıklar. Minotaurus’u yutan Girit labirentinin de içinde kaybolduğu, zaman denen öteki labirentin dehlizlerinde yankılanarak kaybolur kelimeler.

Çözüm bizzat labirente, çözülmez bir bilmeceye dönüşmektir.

Borges’in Acaibül Mahlukatı

Plinius’tan Kazvini’ye düşsel varlıkların kaydını tutan meraklı koleksiyoncular halkasına eklenir Borges de. (Kendisi de bu iki isme yer yer atıflarda bulunur.) Düşsel Varlıklar Kitabı, bir ucubeler cümbüşüdür. Doğu ve Batı ejderinden Wells’in Eloi’ler ve Morlock’larına, Kafka’nın modern karabasanı Odradek’e… Yok yoktur bu mahşerde. Panter ve Semender gibi gerçekten türetilmiş olanlar, Kentaurlar gibi mitoloji kökenliler, Isıl Varlıklar gibi okült öğretilerden doğanlar… Borges’in işaret ettiği bazı benzerlikler araştırmaya değerdir. Yahudi inancındaki Lamed Vavnikler, İslam’daki kutb anlayışıyla örtüşür mü gerçekten? Koleksiyoncunun iştahlı malumat severliğinden kaynaklanan sürprizlerle de karşılaşabilirsiniz. Mesela “Cinler” maddesinin sonunda genç Victor Hugo’nun Cinler meclisini anlatan “Les Djinns (Cinler)” adlı bir şiir yazdığını öğreniriz.

Minotaurus maddesi, “Asterion’un Evi” hikâyesi ve Watts’ın resmi; Minotaurus’un sözlük maddesi, Hikâye karakteri ve resim olarak üç farklı yorumu; Thesus’un kılıcında sonunu ve kurtuluşunu uman canavarın varlığını çoğaltan bir aynalar oyunu. Borges bu oyunun karanlık kökenlerine dair bir değerlendirme yaparak bu mitin “çok daha eski söylencelerin daha sonraki kaba bir değişkesi, daha da korkunç başka düşlerin bir yansısı” olduğunu söyler.

“Borges, Dede Korkut’u Biliyor muydu?”

Düşsel Varlıklar Kitabı, Celal Üster’den önce Bora Komçez tarafından Türkçeye çevrilmiş. Hulki Aktunç da bu çeviriye bir zeyl yazmış. (Bora Komçez’in Hulki Aktunç’un müstear adı olduğu söyleniyor. Borgesyen bir oyun mu?) Özgün metinde olmayan Kafka’nın “Melezleme” hikâyesi de kitaba eklenmiş. Hoş bir cinlik! “Melezleme”nin hemen ardından gelen “Mermecolion” maddesini okuduğunuzda Kafka’nın kendi düşsel hayvanı için bu hayali varlıktan ilham aldığını fark ediyorsunuz.

Dede Korkut’tan Tepegöz; Kısâs-ı Enbiya’dan Dabbet-ül Arz; Evliya Çelebi’den Ukab Kuşları ve Zülal Kurdu; Şahmaran ve Bizans Köpeği… Hulki Aktunç’un Borges’in kitabına eklediği düşsel varlıklar. Bu çalışma zeyl olarak kalmasaydı elimizde muazzam bir hayali mahluklar arşivimiz olacaktı. Düşlemek, heyecan ve hüzün verici. Neyse ki bu coğrafyanın hayal zenginliklerini keşfe çıkan meraklı seyyahların soyu tükenmedi.

Ev İye’sinden Korkunç Demon’a

Seçkin Sarpkaya’nın “Türkiye Sahası Masal ve Efsanelerinde Demonolojik Varlıklar” adlı yüksek lisans çalışması, Türklerin Şeytani Masalları adıyla kitaplaştı. (Hulki Aktunç’un demonoloji için bulduğu Türkçe karşılık: İfritbilim.) Sarpkaya, Anadolu’nun masal ve efsanelerinde korku, dehşet ve kaygı kaynağı olan demonların izini sürüyor. Bu bizde şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı demonolojik döküm çalışması. Anadolu’nun ifritleri, devler, cadılar, cinler… Onları zapt etmeye çalışan akademik üslubun altında kaynaşıp duruyorlar.

Çocukluğunuzda Türkiye’nin herhangi bir köyünde en az bir yaz geçirdiyseniz, bu kitaptaki ürkünç ifritlerden birini duymuş olma ihtimaliniz var. Kitapta Mekir’e rastlayınca çocukluğumda Mekir hikâyeleri anlatan köylülerin ondan gerçekten de korktuklarına şahit olduğumu hatırladım. Evimizde, dedemin Mekir’den nasıl kurtulduğu hâlâ anlatılır. Ayrıca benim gibi Anadolu masallarının sembolik diline meraklıysanız Anadolu’da cadıların neden küpe binerek uçtuklarını, kahramanın neden devanasının memesinden süt emdiğini de kitaptan öğrenebilirsiniz.

İki kitap da bize korku, dehşet ve kaygı kaynağı düşsel varlıkların bir zamanlar saygı duyulan, hürmete layık, yüce varlıklar sayıldığını gösteriyor. Sonra gözden düşüyorlar. Ev iyeleri habis cinlere, ana tanrıçalar dev analarına, Valkyrie’ler cadılara dönüşüyorlar.

Halkın muhayyilesinden fırlayan düşsel varlıkların modern fantastik gotik türdeşleriyle rahatça aşık atabileceğini de belirtelim. Borges’in Malaya folklorundan aldığı A Bao A Qu’nun tasvirini okuyup da bu varlığı tasarlayan düş gücüne hayran olmamak elde değil. Aynı şekilde Sarpkaya’nın çalışmasındaki “Geçkinciler”i okurken ürperdiğimi de itiraf edeyim. Sadece sesten ibaret bir ifrit düşünün: “Birden fazla hayvanın sesinin ve çalgı seslerinin karışımı bir tür ses kalabalığı” onun varlığının delili. Demonun imgesi tüyler ürpertici, adlandırma harika. “Geçkinciler”, korku edebiyatı ve sinemasının göstermeden korkutma tekniği için biçilmiş kaftan. Sarpkaya’nın çalışmasında yerli fantastik korku yazarlarımızı, yönetmenlerimizi bekleyen ifritler, canavarlar, imgeler var. Kapı dışarı ettiğimiz ya da bastırıp görmezden geldiğimiz korkular, ummadığımız anda karşımıza çıkıp yolumuzu kesiyor. Modern korku yazarıyla korkulu masalları dillendiren anlatıcının işlevi değişmiyor aslında: Korkuyu somutlaştırıp onunla nasıl baş edebileceğimizi göstermek.

Evren ve Ejderha

Zamanın ve belleğin labirentlerinde dolaşan düşsel varlıklar; korku, ümit ve elemlerimizin temsilleri. Onları kaybettiğimizde kendi yitikliğimizi hatırlıyor, bu boşluğu nasıl dolduracağımızı bilemiyoruz. Belki de bu yüzden tekrar tekrar icat edilmeleri gerekiyor.

Bir de ejderha ve Simurg gibi zamana direnen uzamı kaplayan hayali mahluklar var. Onlar, insan muhayyilesinin evren cesametindeki soru işaretleri. İnsanoğlu sonsuzlukla baş edebilmek için kâinatı dolduran düşsel varlıklar ve sonsuz canavarlar düşlüyor.

Biz de şimdi Borges’i düşleyebiliriz: Bütün kitapların, düşlerin, dillerin birbirine karıştığı sonsuzluğun ortasında öylece duruyor. Bir fısıltı yankılanıyor: Eski Türkçede evren, ejderha demektir.

Biliyordum, diyor gülümseyerek.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 31.sayısında yayınlanmıştır.