Soner Demirbaş

Türkçede yüz elliyi aşkın kitabıyla edebiyat dünyamızın en üretken yazarları-şairleri arasında yer alan Enis Batur’un Yanık Divan adlı şiir kitabı Eylül 2016 tarihinde Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıktı.

Şiirin ve kelimenin dibinden tutan Enis Batur’un 2010-2016 yılları arasındaki şiirlerini kapsayan Yanık Divan adlı kitabı Lirik ŞiirlerYazı ŞiirlerDramatik ŞiirlerOpera ve İlk Şiirler olarak tasniflediği kitapların “Dramatik Şiirler” bölümü için kurgulanmış.

106 sayfalık kitapta 71 şiirle bir bütün oluşturan Batur, türlü nedenlerle insanların yakıldığı; türlü nedenlerle-ihmallerle insanların yanmaya maruz kaldığı bir coğrafyada şiirler aracılığıyla okuruna ses veriyor. Hele hele geride bıraktığımız ve unutulmaz sayısız acılarla dolu olan 2016 yılının da kaydını düşüyor şiir tarihine (s.73).

Hem şiirler değil midir zaten bize görmediğimiz ama içinde olup yanabileceğimiz şeylerin bilgisini, hissiyatını kelimelerle bildiren.

Yaşamın ve edebiyatın türlü alanlarında farklı ve zengin üretimlerde bulunan Enis Batur şiiri için Yücel Kayıran, Şiirimin Çeyrek Yüzyılı (Günümüz Türk Şiiri Üzerine Makaleler) adlı kitabındaki yazısında “Denilebilir ki Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde, modern şiir veya modernlik, Enis Batur’la birlikte, modernliğin sınıfsal gerçekliği zemininde ortaya çıkmaktadır.”1 (Ş.Ç.Y., s.192) tespitinde bulunuyor ve modern şiirin görünürlülüğüne, ortaya çıkış zeminine dikkat çekiyor. Bu tespitin Yanık Divan’da gezintiye çıkmadan önce biz okurları Enis Batur şiirine daha bir dikkatli ve hazırlıklı yaklaşmamız gerektiğini imlediğini göz ardı etmemeli. Ayrıca, şairin kurguladığı bir kitabın söz konusu kitaba gelene kadar daha evvel ürettiklerinin açık ya da örtülü birikimlerini taşıdığını da unutmamak gerekir.

Şiirin öznesi konuşurken o öznenin (belki de şiiri söyleyen öznenin) iç dünyasına ve ruh haline ilişkin söylemlerle de yüzleşebiliyoruz, okur olarak Batur şiirinde. Kitabın ilk şiiri “Karar”da eve, odaya, sessizliğine ve içe kapanan bir durum yansıtılıyor âdeta. Şairler değil midir ki “…beşiğinde sallanan Zaman.” (Villepinte, s.6) içimize işleten, şiirleri aracılığıyla. Batur da zamanı ileri-geri büken bir şair olarak karşımıza çıkıyor Yanık Divan’da.

Varoluşa, yok oluşa ve hayata dair şeylere bir felsefeci gibi yaklaşıp ama şiirlerinde doğrudan felsefe yapmadan felsefi dokunuşlarda bulunan Batur, kararan hayatın içinden geçen şeyleri de (“Damar”, s.13) duyuruyor dizelerinde uzaklaşmayı ve yabancılaşmayı da hesaba katarak. Batur’un Yasakmeyve şiir dergisinin “Şair ve Okuru” dosyasında Erol Toygun’un sorusuna verdiği yanıtta “Şiir yazmadığınız zamanlarda da şiir üzerine çalışmayı sürdürürsünüz. Okuyarak, bakarak, dinlenerek de olur bu, yolda süzülerek de… Şairin donanımı, beslenme kaynakları, baktığı ufuk çizgisi, ilgi alanları son bir yüzyıl içinde büyük değişimlerden geçti. Felsefeyle, sanatlarla, siyasayla ya da bilimle ilişkileri derinleşti. Sonuçları şiire apaçık yansıyan gelişmeler bunlar.” (s.9) sözü de yukarıda söylenenleri desteklemektedir. Haberimiz olsa da olmasa da olan ve olmakta olan şeyler de kendi hallerince konuşmaktadır ve (ortak) yaşamaktadır bir bilge edasıyla Batur’un başka bir şiirinde (“Telosblind”, s.14). Böylelikle bu dünyada konuşanların sadece insanlar olmadığını, doğanın da her daim hareket halinde olduğunu ve kendi diliyle konuştuğunu sezinliyoruz.

Okurun merakını sessizliğiyle, sessizliğini seslendirdiği dizelerle gideriyor Batur, bir başka şiirinde (“Sessizlik”, s.15) ve dizeleriyle okuru kendi şiirinin içine çekerek söz konusu dizeleri-şiirleri okurun da dizeleri-şiirleri haline getiriyor.

Cemal Süreya “Düzyazı adamı ve yağmuru söylüyor. Şiir de öyle. Ama ne diyor şiirsever: ‘Şair! Bize yağmurdan söz etme. O yağmuru yağdır.’ Şair yağmuru yağdıran mı oluyor yani? Belki. Değilse bile yağdıracakmış gibi olandır.” (T.Y., s.292) diyordu Toplu Yazılar’da. Her şeyin bir açıklaması olmalı mı, bir kesinliği-bir yargısı olmalı mı şiirde? Şiirle iç içe olanların vereceği yanıt bellidir elbette (Rue Mouffetard, s.16). Bazen kelimelerin böylesi sıralanışı, dile getirilişi ve paylaşımı aktarılarak bir hissiyat uyandırılıyor Batur şiirinde.

“Çekilmemiş / bir fotoğrafın ortasındayım,” (Mavi, s.18), “İçinde uzak bir soytarı” (Yaz Yağmuru, s.19), “Giden gidecek, ruhları üşüsün/ kalanların.” (İnat, s.20) diyerek “Hayat’ın Ölüm’den/ tek farkı(nın) parsel anlayışı.” (İnat, s.21) olduğuna işaret eden Batur, verili hayatın açmazlarına ve o verili hayatın dışında bir zamana ve mekâna da vurgu yapıyor. Böylesi bir uzaklığı hayal eden kişinin olup olmak isteyeceği yer ise tüm bilinmezliklerini içinde taşıyan bir orman olacaktır elbette (Hazır, s.24).

Yanık Divan’ın “Korku” adlı şiirinde bir Kafka havası karşılıyor okurları ki söz konusu şiirde bir de görsel (fotoğraf-lar) kullanılmış. Aynı şiirde Samih Rifat, Münir Ertegün, Ömer, Hüsnü Göksel, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ece Ayhan, Cemal Süreya ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi isimlerle farklı bir “ağ” örüyor Batur ve farklı bir diyalogla şiiri sürdürüyor (s.32). Ve tüm bu isimleri, söylemleri, bilgileri, diyalogları zamanın içine dalarak şiirinin içine akıtıyor.

Batur’un anlatısını kurarken diyalektikten ve geçişimlerden kopmadığına da şahit oluyoruz bir başka şiirinde; “bir sesle öncesindekinin/ sonrasındakinin arasında/ geçişim olabilir,” (“hâmiş”, s.45). Elbette şeylerin kendi hallerinden görüntüler, bilgiler edinirken o şeylerin önceki hallerini ve gelecekteki hallerini de düşünebiliriz ki söz konusu önceki ve sonraki haller şimdiki halleri değerlendirmemizde bize ışık-imge tutsun. Böyle düşünen bir şair de şiirini durağanlıktan, mutlaklıktan, yerinde saymaktan ve verili dilden kurtararak hareket eden bir şiir haline getirebilir (Her Neyse, s.47).

Şiirini kurarken “kelimelerini ender/ bulunan bir içkiyi yudumlarcasına tek tek/ tartarak okuyorum,” (Roma Sokağı, büyük olasılıkla 1892-93 kışı, s.48) düsturundan vazgeçmediğini gördüğümüz Batur, söz konusu kitabında farklı zaman ve mekânlardaki olayları, durumları ve sesleri canlandırmanın yollarını deniyor. Kimi zaman sönen sahne ışıklarının öncesinde (27 Ocak 1837, “makara gerisin geri boşyere”, s.53) imgesel-teatral anlatımlarda da bulunuyor. Ve “içtitreten bir rüzgâr tarıyormuş duvarları,” (“Rapor”, s.54) dizesinde olduğu gibi metaforlar kullanmayı da ihmal etmiyor şair.

Şiirlerdir ki yanıtını veremediğimiz ve izlerini zamanın yok ettiği bazı sorulara ışık tutar kimi zaman. İşte o zaman “oturmuş harfleri kovalıyoruz,” (Neuchàtel, Şu An, s.59) olarak buluruz kendimizi. Batur da Yanık Divan’ın “Yanık” adlı şiirinde sol elindeki ateşin sağ elinin aynası olduğunun bilinciyle (s.60) içinde bulunduğumuz karanlık büyüdükçe sesi dibinden tutar, bu duyguyu yaşatır okuruna. Buradan da toplumsal hayata, insani tutuma ve duruma göndermelerde bulunur (Mandelstam’a Doğru, s.66).

“Karanlık da bir dil ama – sökmek yıllar isteyecek.” (Anahtar, s.85) diyen Batur, belki de bu sökümün anahtarının “anımsamak”la başlamak olduğunu imlemektedir, kim bilir? Enis Batur yavaş yavaş kendi dibine doğru batarak yazdığı şiirlerinde “büyük günahların”, “bedeli ödenmez suçların” toplandığı zalim terazinin karşı kefesine insanı-hayatı-şiiri koymak istemektedir. 

Yanık Divan Enis Batur Kırmızı Kedi Yayınevi

Yanık Divan
Enis Batur
Kırmızı Kedi Yayınevi

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 24.sayısında yayınlanmıştır.