Röportaj: Yunus Emre Tozal, Ümit Yaşar Özkan, Vecdi Demir

Yönetmen tiyatrosu denilince akla ilk gelen Işıl Kasapoğlu, 1981 yılında Paris Sorbonne Üniversitesi tiyatro bölümünden mezun oldu. İlk tiyatrosu Theatre a Venir’i 1982’de Paris’te kurdu. İstanbul’a döndükten sonra da önce Cüneyt Türel ve Tilbe Saran’la birlikte Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu’nu, ardından 1997’de İzmit Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nu, son olarak da kendi bağımsız tiyatrosu Semaver Kumpanya’yı… William Shakespeare’in en çok oynanan oyunlarının başında gelen, en çok konuşulan, en çok yazılan, en çok yorumlanan klasik eseri olan Hamlet, Türkiye’de ilk kez tek kişi olarak Işıl Kasapoğlu’nun rejisi ve Zeynep Avcı’nın dramaturgisiyle oynandı. Işıl Kasapoğlu daha önce de İzmit Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda deri pantolonlu “Hamlet”i Türkiye’de ilk kez tam versiyonu ile sahnelemiş ve oyun tiyatro dünyasında çok ses getirmişti. Şimdi de İstanbul Devlet Tiyatrosu’ndaki “Hamlet” yorumu çok konuşuluyor… Çalışmaları birçok ödüle layık görülen Kasapoğlu ile Hamlet’i konuştuk.

Hamlet, toplamda 4042 dizeden ve 29551 sözcükten oluşan, Shakespeare’in en uzun oyunu… Oynanması dört saati aşıyor. Sanırım hiç kısaltma yapmadan (ve deri pantolonla tabii!) Hamlet karakterini Türkiye’de sahneleten ilk kişisiniz. Nasıl bir deneyim olduğunu anlatmak ister misiniz?

Hem oyuncular hem ben hem de seyirciler için heyecan vericiydi. Zaten dört değil, yaklaşık yedi saat sürüyordu. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda 97-98 sezonuydu yanlış hatırlamıyorsam… İnançla çalışan, aynı ufuk çizgisine bakabildiğimiz genç bir ekipti. O ekibin ve özellikle Tardu Flordun’un metni hiç kesmeden sahnelenecek Hamlet’in altından başarıyla kalkacağına emindim. Seyirciden de beklemediğimiz kadar büyük bir ilgi gördük. Oyun boyunca iki ara veriyorduk. Aralarda herkese çorba, sandviç ikram ediyorduk. Yiyip içiyor, keyifle oyuna geri dönüyordu seyirci. Tiyatronun kapılarında bekleyen seyircileri hatırlıyorum. “Belki çıkan olur da biz girebiliriz.” diye bekleyen… Güzel günlerdi.

Hamlet’i hiç kısaltma yapmadan sahneleme düşüncesi, zor bir düşünceydi o zamanlar. Gerçi şimdi de farklı olduğunu sanmıyorum… Aslında bir ihtiyaçtı. Türkiye’de hiç yapılmamıştı. Anlatmak istediklerim vardı. Hem seyirciye hem kendime hem de ödenekli tiyatrolara. Çalıştık… Çalışınca oldu. Tiyatroda olmayacak diye bir şey yok. Hep olur. Shakespeare çalışmak her zaman yeni bir deneyim, yeni kazanımlar demektir. Hem oyuncu için hem de yaratıcı ekip için. Shakespeare’den öğreneceğimiz çok şey var ve biz de öğrenmeye devam ediyoruz.

Bu kadar kalabalık kadrolu bir oyunu tek kişilik bir gösteriye çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Aklımın bir yerlerinde vardı hep “tek kişilik bir Hamlet nasıl olur” diye. Fikir doğru zamanda doğru insanlarla birleşince önünde engel tanımıyor. Tiyatronun oyuncuların omuzlarında yükseldiğini hep söylerim. Metni hiç kesmeden yaptığımız Hamlet de tek kişilik Hamlet de oyuncuların eseridir. Bülent Emin Yarar Hamlet’in Sabahattin Eyüboğlu tarafından yapılmış olan çevirisini ezbere biliyordu. Tek bir rolün değil, aşağı yukarı bütün rollerin repliklerini ezberlemişti. Mümkün olduğu kadar küçük bir kadroyla nasıl Hamlet yaparız diye söyleşir, düşünürken Zeynep Avcı kısaltılmış, 5 kişilik bir Hamlet metni oluşturdu. Sonra bir de baktık ki Bülent Emin Yarar bütün rolleri oynuyor. Önemli olan istediklerimizi söyleyebilmekti, haykırabilmekti. Zeynep ve Bülent ile sıcak bir İzmir akşamında, Karaburunlu balıkçıların oltalarına takılan leziz balıkları yiyip, içkilerimizi yudumlarken kotarıldı Hamlet. Yemek masası birden okuma provasına dönüştü. Hepimiz çok heyecanlandık ve o gece zihinlerimize atılan tohumlar birer ağaca dönüşene kadar çalıştık. Sonunda tek kişilik Hamlet çıktı ortaya.

Hamlet’in kahraman olarak trajik bir kişiliği var. Hamlet’in iç dünyasını tahrip eden annesine olan kırgınlığı mı yoksa amcasına beslediği ölümcül öfke midir? Veya babasının arkasından tuttuğu yas mı? Kişiliğini parçalayan, hezeyanlara boğan, deliliğe sevk eden ve tekinsiz sorgulamalara sürükleyen öğeler nelerdir?

Hamlet’in deliliğe sevk edildiğini söylüyorsunuz. Burada delilik midir söz konusu olan, tartışmak lazım. Zaten Hamlet oyunu ve karakteri ile ilgili olarak sadece bu değil, birçok şey tartışılıp duruyor. Shakespeare karakterlerinin derinliklerinde birçok şey barınır. Dünya tiyatrosuna bu denli karmaşık karakterleri bunca başarıyla ilk kez armağan eden bu büyük adamın Hamlet’i de insanın iç kargaşasını en iyi yansıtan karakterlerin başında gelir herhâlde. Yıllardır, yüzyıllardır Hamlet’in kişiliği tezler, kitaplar, tartışmalar dolusu gündeme geldi. Birkaç cümle ile teşhisler konamayacak kadar girift bir durumu sözle değil sahnede yorumlamayı tercih ettiğim için: Hamlet.

Ne annesine olan kırgınlığı ne de babasının ardından tuttuğu yas; Hamlet’in sonunu hazırlayan en büyük neden kararsızlık… Karar verememe, irade koyamama durumu Hamlet’in sonunu hazırlıyor. Hamlet’in en büyük trajik hatası (mı?) dümeni kırık gemi misali rüzgâra göre yön alması. İçinden çıkılamaz bir dünyada galiba rüzgâra kapılmak en iyisi. Bırakalım bizim çözümleyemediğimiz şeyleri doğa çözümlesin!

Bülent Emin Yarar’ın oynadığı, sizin yönettiğiniz tek kişilik Hamlet için “Meddah Hamlet” diyebilir miyiz?

Dememeyi tercih ederim. Kökleri IV. yüzyıla kadar dayanan ve neredeyse Orta Asya ve Afrika’nın büyük bir bölümde yaşayan bütün topluluklarda görülen meddah geleneğindeki en büyük ortak özellik; hikâyeyi anlatan kişinin anlattığı hikâyenin sadece anlatanı olmasıdır. Meddah; kahramanlık, aşk ya da dini bir hikâye anlatırken, kendisi sadece anlatan rolündedir, anlattığı hikâyede bir kahraman değildir. Bizim yaptığımız Hamlet’te ise durum farklıdır, Hamlet kanlı canlı kendisidir. Bütün yanlışları, doğruları, üzüntüleri ve hayal kırıklıklarıyla Hamlet’tir sahnede olan…

Oyunun teksti için neden özellikle Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisini tercih ettiniz. Diğer Hamlet çevirilerini, özellikle Türkçe söyleyen Can Yücel’in Hamletini nasıl buluyorsunuz?

Yıllardır konservatuarlarda Eyüboğlu çevirisi okutulmuş. Oyuncular bu çeviriye ötekilerden çok daha fazla aşina. Sade, yapmacıksız, vurucu ifadelerle yapılmış bir çeviri. Dediğim gibi, Bülent Emin Yarar bu çeviriyi ezbere biliyordu. Hamlet deyince hemen hemen hepimizin kulağında çınlayan bazı unutulmaz dizeler var, değiştirilmesi imkânsız. Hamlet bir şekilde dilimize o deyişlerle kazandırılmış ve öyle yer etmiş. Bu nedenle Sabahattin Eyüboğlu çevirisi bizim için en önemli kaynak. Elbette Zeynep’in (Avcı) metin üzerinde yaptığı çalışmaları da yadsımamak gerekir. Bugün Cyrano’yu yeniden çevirmek de çok zor.

Hamlet’in hâlâ bu kadar güncel olmasının/kalmasının sizce sırrı nedir?

İnsanlık hâllerinin bazılarını çok iyi temsil etmesi. Evrensel bir insanlığın temsilcisi olması. İçine düştüğümüz ikilemleri nasıl yaşadığımızı gözümüzün önünde canlandırması. Bize ayna tutması. Kararsızlık modern insanın en büyük açmazı ve Hamlet’te bugüne dair çok şey var. Klasikleri ölümsüz yapan şey de bu zaten, her daim güncelliklerini korumaları. Alın Antik Yunan klasiklerini okuyun, bugüne dair ne kadar çok şey bulacaksınız. Elektra bunun en güzel örneği.

Hamlet psikanalitik ve politik okumalara/yorumlara açık bir metin. Siz sahnelerken hangi yönünü ön plana çıkardınız?

Böyle zengin içerikli, etkileyici kahramanları olan bir oyunun bir tek yönü ön plana çıkarılarak sahnelenmesi mümkün değil. Oyuncularımla birlikte bir dünya oluşturduk, nerede hangi yönünün vurgulanmasını istiyorsak oralara vurgu yaptık. Seyircilerle birlikte bir yolculuk yapmaktı amacımız.

Hamlet’te geçen, babanın hayaleti ve amcanın dolaplarına ev sahipliği yapan Elsinore Sarayı bir mekân olarak Hamlet’te nasıl izler bırakır? Neticede ünlü replik şöyledir: “Tanrım! Bir fındıkkabuğuna sığabilir ve yine de kendimi sonsuz ülkenin bir kralı görebilirim.”

Elsinore Sarayı’nda değil de bir kulübede yaşasaydı sizce Hamlet başka biri mi olurdu? Elbette. Ama anlattıkları, mücadelesi gene de değişmeyecekti. İnsan her yerde insan. Doğa kendi içinde sürekli yenilense de aynı doğa. İstediğimiz kadar bozmaya uğraşalım.

Siz daha önce altı saatlik bir Hamlet de sahnelediniz. Bugün altı saat sürecek bir Hamlet seyirci bulabilir mi?

Süre değil mesele, nasıl sunulduğu, ne anlattığı. O zamanlar da seyirci bulamazsınız diyenler çok olmuştu. Ama söylendiği gibi olmadı. Oyun uzundu ve seyirci acıkıyordu, biz de çareyi arada, tiyatro olarak çorba dağıtmakta bulduk. Gördük ki seyirci oyuna öylesine kaptırıyor ki kendini açlığını bile unutuyor. Seyirci için problem olacağını zannetmiyorum. Önemli olan zaman değil ne anlattığımız. Nasıl anlattığımız. Akşam saat yedide başlayıp sabah kahvaltıyla bitirebileceğimiz bir oyun üstüne çalışıyorum.

Oyundaki o dev kutu define sandığı mı, tabut mu, mücevher kutusu mu?

Belki hepsi, belki de hiçbiri… Sizin için en değerli olanı içine koyduğunuz şey… Bu sorunuzla 1988’e gittim. Şöyle bir metin yazmıştım:

“TROP EXPLİQUER C’EST TUER LA MAGİE”*

Victor Garcia

Tam anımsamıyorum. Galiba 1980 yılıydı. Paris’te Mehmet Ulusoy ile çalışıyordum. Bence çağımızın en önemli yönetmenlerinden Arjantinli Victor Garcia oyunumuza gelmişti. Nâzım Hikmet’in Benerci Kendini Niçin Öldürdü adlı oyununu oynuyorduk.

Sonra birlikte yemeğe çıktık, dost olduk, birçok kez karşılaştık. Bana çok şey öğretti. Keşke genç yaşta ölmeseydi. Dünya tiyatrosu çok şey kaybetti. Hepimiz çok şey kaybettik.

Bak Işıl, demişti bir gün. Parmağına  değerli bir taştan, elmas ya da pırlantadan bir yüzük  takarsan, parmağını ileri uzatıp, bakın ben nasıl değerli bir yüzük taşıyorum diye insanların gözlerine sokamazsın. O yüzükteki taş gerçekten değerliyse zaten herkes onu görür, o kendini gösterir, ayrıca sana ihtiyacı yoktur.

Tiyatroda da bu böyle, yaptığınız şeyi seyircinin gözleri içine sokarsanız tiyatro büyüsü yok olur. Oyun kendi kendisini gösterir, oyuncu bir pırlantaya benzer, parlar, göz kamaştırır, ışık  yansıtır. İyi pırlanta ben buradayım diye bağırmaz. O görülür; bakarız. İyi oyunlar da böyledir. Ne kimseye ne de anlatılmaya ihtiyaçları vardır.

Bu bir var olma sorunu: Yaşamda hep oynuyoruz. Bize baksınlar istiyoruz. Kendimize güvenip, çok çalışıp,  pırlantaya, elmasa dönüşebilmeliyiz oysa. Biz kendimizi, yapmak istediklerimizi anlattıkça sihir kayboluyor, büyü bozuluyor. Anlatmadan yapmalıyız. Parmağımızdaki pırlantayı göstermek için parmağımızı karşımızdakinin gözüne sokmaya ihtiyacımız yok. Pırlanta yüzük olduğumuzda, parladığımızda nasıl olsa bize bakacaklardır. Bizi dinleyeceklerdir. Üzerimize yeterli ışık gelmese bile parlayacağız, göz alacağız.

Bütün bunları niye mi anlatıyorum? Son günlerde hep üzülüyoruz bizi dinlemediler diye, bizimle ilgilenmiyorlar diye… Hepimiz; memurumuz, işçimiz, sanatçılarımız… Oysa sorunumuz pırlanta olabilmek, yakut, elmas olabilmek. O zaman bizi dinleyecekler, bizimle ilgilenecekler, bize hayran olacaklar.

Nasıl olsa taştan yaratıldık,  artık parlayıp kendimizi göstermenin zamanı geldi. Hepimizin…

29 Mart 1988

1. Perdede Prens Hamlet babasının hayaletiyle konuşur. Bu arada annesi Gertrude’un alelacele amcasıyla evlenmesine de içerlemiştir. Elbette Shakespeare’in başka oyunlarında bu türden paranormal olaylar, karakterler görülmüştür (Macbeth mesela). Fakat Jacques Lacan’ın geri gelen hayaletlerle, hortlaklarla ilgili ünlü bir sözünü hatırlamanın tam zamanı. Lacan sorar: “Bir ölü bize niye musallat olur?” Ve hemen cevaplar: “Usulüyle gömülmemiştir de ondan.” Sizce hayalet, Prens Hamlet’e niye musallat olmuştur?

Hamlet’e musallat olan hayalet midir, kendisi midir, annesi midir? Usulüyle gömülmekten öte (çünkü metinde böyle bir açar yok ve sanıyorum ki Kral hak ettiği törenle gömülmüştür), Kral vadesiyle ölmemiştir. Bu nedenledir ki Hamlet’e musallat olur ve bu durum dramatik çatışmayı başlatır.

Tiyatro ve sinemada Hamlet’i yorumlayan Laurence Olivier, Benedict Cumberbatch, Cüneyt Gökçer, Engin Cezzar gibi oyuncuların içinde özellikle yorumunu beğendiğiniz bir oyuncu var mı?

Hepsi kendi üslup, tarz ve anlayışlarına göre Hamlet’i yorumlamışlardır. Hamlet şudur diyebileceğimiz bir doğru yoktur. Zaten tiyatroda doğru yoktur. Vladimir Vysotsky’ye hayranım bu arada.

“İktidar lezizdir.” derler. Sonuçta Claudius orta çağ imparatorluklarında sıklıkla gördüğümüz bir entrikanın içine girmiş, kardeşini öldürmüş, yengesiyle evlenmiş ve Danimarka tahtına çıkmıştır. Ve yeğeni Hamlet’e, oyunun başkahramanına düşman olmuştur. Beraberinde gerçekleştirilmesi son derece çetin bir intikam meselesini getirmiştir. Ama Shakespeare’in Hamlet’inde farklı olan nedir ki, her yerde ve her zamanda görülebilecek bir hadiseyi, Freud’un deyimiyle bir “aile romansı”nı böylesine özel ve hayranlık verici hâle getiren?

Burada Shakespeare’in edebi gücünü ve dramatik metnin olmazsa olmazı çatışma yaratma gücünü yadsımamak gerekir. Hamlet içerisinde kurulan denge, karakterlerin derinliği, ahenk, dil, aksiyon yönelimi gibi saymakla bitmeyen özellikleri ve her daim güncelliğini koruma yetisi bakımından, bir “aile romansı” olmaktan çok öteye giderek başyapıt olduğunu her devirde kanıtlıyor… O kahramanın bize sordurduğu “Başımıza gelse ne yapardık?” gibi birçok soru… 

* “Çok açıklamak sihri öldürür.”

Arka Kapak dergisi 32. sayı