Ekrem Sakar

Dünyaya gözlerini açan çoğu kişinin iç ve dış etkenlerle şekillenen karakterine uygun bir hayat yaşadığını söylemek güç. Bunun en bariz göstergesi, kişinin yaşamını idame ettirecek işinin ya da ömrünü tükettiği meşguliyetinin, onun sevdiği ve en iyi yapabildiği şey olmaması. Burada suçu kişiyi yanlış yönlendiren aile fertlerinden eğitim-öğretim sistemini tasarlayan devlet ricaline, ülkenin ekonomik şartlarını belirleyen büyük devletlerden ağını ören kaderin kontrolünü elinde tutan tanrıya kadar yüklemek mümkün. Netice olarak insanların büyük bir kısmı istidat ve kabiliyetlerini sergileyecek imkânlara sahip olamadan öteki dünyaya göçüyor. Pek azı ise yeteneklerini ortaya koyarak eline aldığı işi başarıyla ifa edebiliyor. Hatta bunlardan bazıları, “Ben dünyaya bu işi yapmaya geldim.” dercesine benzerleri arasında sivriliyor, icraatları sayesinde âbidevî bir şahsiyet olarak maşerî hafızada muhafaza ediliyor. İşte bu kimseler arasında zikredebileceğimiz isimlerden olan Peyami Safa, kaleme aldığı eserlerle “tam bir romancı” olduğunu henüz yaşarken ispatlamış bir romancımız. Öyle ki onun romanları, sayıca çok ve bir hayli değerli olan fikir yazılarını dahi gölgede bırakmış.

Henüz iki yaşındayken babasının ve kardeşinin on ay içinde ölmesi, bunun karşısında annesinin düştüğü bunalım, maddî yetersizliklerden ötürü dokuz yaşında başlayan hayatını kazanmak mecburiyeti, sık sık hastaneye uğramasını icap ettiren hastalığı vs. bahtsızlıklar onu (kendi tabiriyle) kendini anlamaya ve yetiştirmeye mecbur bir küçük insanın tamamıyla hayatî zaruretlerden doğma bir terbiye, psikoloji ve felsefe tecessüsüyle doldurur. Hayat karşısında edindiği tecrübesiyle yetinmeyip bir otodidakt olarak kendini yetiştirerek makûs talihini bir fırsata dönüştüren Safa, hikâye ve roman sanatına adım atarken bir yazarı ayakta tutacak bilgi ve kültür birikimi yanı sıra ihtiyacı olan güvene de sahiptir. Müteakip yıllarda kendi kendine ve mükemmel surette öğrendiği Fransızcası sayesinde Batı edebiyatını yakından takip eden, içinde yaşadığı toplumu inceden inceye gözlemleyen, kültürleri şekillendiren düşünce akımlarını enine boyuna analiz eden ve roman sanatıyla ilgili literatürü tetkik eden müellifin romancılığı yıllar geçtikte olgunlaşmış ve sonuç olarak seçkin bir romancı olarak anılmayı hak etmiştir.

Peyami Safa, bizde romanı sadece telif planında bırakmayıp şekil ve teknik planda da değerlendiren, bu konudaki görüşleriyle dört başı mamur sayılabilecek bir nazariyenin sahibi olan ilk isim olduğundan dolayı yazımıza başlık atarken “romanın ondan sorulacağı” hükmüne vardık. Bu yargımızı destelemesi adına üç başlık altında Peyami Safa’nın öncelikle roman hakkındaki teorik görüşlerinden söz edeceğiz; ardından işin pratik tarafını, yani müellifin roman nazariyesini eserlerinde ne şekilde uyguladığına kısaca temas edeceğiz.

Konu

Roman için “Fert ruhunun olduğu kadar cemiyetin de aynasıdır.” diyen Safa, bireysel bir maceranın ürünü gibi görünen romanlarında bile kendi döneminin revaçta olan konularını romanına dâhil ederek çağdaşları arasında dikkat çekmeyi başarmış, bunu çığırtkanlık yahut kuru bir tarafgirlik perspektifiyle değil de profesyonelce yaparak devrinden sonraki okurun da ilgisini çekmeye muvaffak olmuştur. Toplumsal mevzuları işlerken roman karakterlerinin bireyselliğini göz ardı etmemesi sayesinde popüler olaylara dahi değinse eserleri edebî kıymetinden bir şey kaybetmemiştir. Örneğin alaturka-alafranga kavgasının şiddetlendiği yıllarda neşredilen Fatih-Harbiye adlı romanında, hemen bütün romanlarının sosyal ve düşünce şemasını şekillendiren Doğu-Batı meselesini ve Sözde Kızlar’da İstanbul sosyetesinde yaşanan hayatla Anadolu’da verilen kurtuluş mücadelesi arasındaki tezatı, romandaki kişilerin şahsî hayatları üzerinden anlatır. Bir Tereddüdün Romanı’nda savaş sonrası aydın bunalımını ve bocalamasını ele alırken bunu bir grup aydının inanç buhranları ile şüphe ve tereddütlerini hikâye ederek yapar. Yalnızız’da insan ruhunun gizli kapaklı köşelerine girmesi romanın ferdî, Doğu-Batı sentezi tezini ütopya olarak işlemesi eserin içtimâî tarafını oluşturur.


Yalnızız
Peyami Safa
Ötüken Neşriyat

“Mesele romanı mutlaka bir görüşün müdafaacısı değil, sadece bazı cemiyet ve ruh problemlerine karşı roman kahramanlarının davranışını aksettiren eserdir.” diyen Safa’nın romanları belirli bir ideolojinin mutlak anlamda ikame edilmesi değil; yabancılaşmaya karşı milliyetçiliği, Batı’ya karşı Doğu’yu, materyalizme karşı spiritüalizmi ve mistisizmi savunma gibi düşünce ve tezler ihtiva etmektedir. Yalnız romanlarının ideolojik ve felsefî yönünü şekillendirirken eserin dinamik yapısına gölge düşürecek niyet ve uygulamalardan itinayla kaçınır. Buna binaen romanlarındaki düşünce unsurunda “ispat” değil, “izah” görülür. Zira tezli/fikir roman kaleme almak, kristalize olmuş bir ideolojik yapının varlığını zorunlu kılmaz.

“Her romanımda kendi hayatımdan parçalar vardır.” diyen Safa, eserlerinde kendi hayatına, gözlemlerine ve tecrübelerine değişen seviyelerde yer verir; Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda ise hemen tamamıyla kendi hayatını anlatır. Fakat bu romanı kendisine fazlaca şöhret kazandırmasına rağmen o, otobiyografik tarzdan yana olmamıştır. Çünkü ona göre “Otobiyografik romanlar yaratma hürriyetimizi kısarlar. Orada biz sayısız imkân ve ihtimallerden bazılarını tercih hürriyetini kaybeder, bir tanesi üzerinde billurlaşmaya mecbur kalırız.” ve bundan dolayı bu tarzda ikinci bir örneği kaleme almamıştır.


Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Peyami Safa
Ötüken Neşriyat

Teknik

Yaptığı işin bilincinde olan her büyük romancı gibi Peyami Safa da romanın bir tekniği, bir tertibi olduğuna inanır. Teknik üzerine benimsediği birkaç prensibi şöyle sıralar: “Tahkiyede daima hayattan kanuna ve izaha, müşahhastan mücerrede, hareketten tasvire ve tahlile doğru gitmek; evvelâ dışarıya, sonra içeriye varmak; yalnız insanın dışında veya yalnız içinde kalmamak; romanın hayatına müdahale etmemek (yani mümkün olduğu kadar objektif olmak), mutlaka yaşanmış mevzuları yazmak.” Elbette bu ilkelere büyük ölçüde bağlı kalarak söylediklerini yazdıklarında tatbik eder.

Romanlarında sembolik unsurlardan yararlanan müellif, ele aldığı konuları metne yedirmekte ustalık gösterir. Söz gelimi Fatih-Harbiye’de Doğu-Batı sorunsalını sembollere yüklenen misyon ve anlamlara yansıtırken somuttan soyuta giden bir yöntem takip etmiştir. Tezatı romana aksettirirken Doğu’yu ve Batı’yı simgeleyen şahıslardan (Faiz Bey-Macit), mekânlardan (Fatih-Beyoğlu), musıkîden (ud-keman) ve hatta hayvanlardan (kedi-köpek) istifade eder. Sözde Kızlar’da Batılı yaşama biçimini İstanbul’un Şişli semtinde, kenar mahalle trajedisiniyse Cerrahpaşa’da yaşatması, aynı sebebe dayanmaktadır.


Fatih Harbiye
Peyami Safa
Ötüken Neşriyat

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda roman bilinç ve bilinçaltı birlikte düşünülerek ilerler. Karakterlerin bilinçaltını okuyucunun görebildiği en mühim yerler ruh çözümlemeleri ve betimlemelerinin yapıldığı kısımlardır. On beş yaşında isimsiz bir çocuk olarak tanıdığımız kahraman anlatıcı, hem anlatıcı (gözleyen) hem de anlatılan (gözlenen) konumundadır. Onun görmediğini ve bilmediğini okuyucu da bilemez ve göremez. Bir Tereddüdün Romanı’nda ise her bölümde değişmek üzere 1. ve 3. şahıs anlatıcıları kullanır ve böylece roman iki bakış açısıyla ilerler.

Yazar, anlatıcı olarak muhtelif romanlarında çeşitli rol ve işlevlerle karşımıza çıkar. Meselâ Bir Akşamdı romanında anlatıcının varlığını çokça hissederiz; çünkü roman kahramanına soru yöneltir, okuyucuya da soru yöneltir, okuyucunun kanaatine müdahale eder, araya girerek bilgi verir, okuyucuyu ikaz eder, kahramanla alay eder, kahramana yol gösterir, olayların geleceği hakkında işarette bulunur, okuyucunun yanında yer alır ve hakemlik rolü yapar. Bunun aksine Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, klasik roman özelliklerini korumakla beraber anlatıcının 3. şahıs olarak birtakım kısa tanım ve tasvirlerden öteye gitmediği ve roman üzerindeki tasarrufunun asgarî olduğu bir romandır. Yalnızız’da bilinç akışı ve montaj, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda iç konuşma ve geriye dönüş tekniklerini uygulayan Safa’nın romanlarında farklı tekniklerin öne çıktığı müşahede edilebilir.


Matmazel Noraliya’nın Koltuğu
Peyami Safa
Ötüken Neşriyat

Dil ve Üslup

“Bir romancı, kahramanlarını düşündürür, konuşturur veya onların bakışıyla hadiseleri süzerken kendisinin değil, onların kelimelerini kullanmak zorundadır.” diyen yazar, roman kahramanlarını şahsiyet ve kültürlerine göre konuşturmaya dikkat eder. Alafrangaların Fransızca, şarklı tiplerin ise Osmanlıcaya meyilli olduğu romanlarında kendisi, bir anlatıcı olarak orta yolu tutmuştur. Onun; aynı fikir yazıları gibi romanlarının dil açısından en büyük özelliği kelime ve kavram zenginliğidir. Onun hakkında “Türk edebiyatında en fazla farklı kelime kullanan yazar” şeklinde bir rivayet dolaşması (ispatlandığına dair bilgim yok) bundan kaynaklanmaktadır.

Müellifin romanları üzerinde epey dil çalışması olduğu hâlde eserlerine dair hiçbir üslup çalışmasına rastlanmaması, edebiyatımızda üslupbilim (stylistics) çalışmalarına gereken önemin verilmemesi yüzündendir. Kendisi, “Üslûb Çalışmaları III” başlıklı yazısında iyi bir nesrin üslup özelliklerini maddeler hâlinde sıralamıştır:” Tekrarlardan kaçınmak; halk tabirlerinden, atasözlerinden, beylik ifade şekillerinden, basmakalıp üsluptan kaçınmak; adilikten kaçarken yapmacığa düşmemek; kuvveti kendi kendine yeten bir düşünceyi veya ruh hâlini edebî sanatlarla desteklemekten kaçınmak; manayı en sade şekilde ifade ederken basitliğe düşmemek; yazının inceliklerini anlaşılır olmasına feda etmemek; basit manayı karışık ve karışık manayı basit ifade etmekten kaçınmak; manaya en uygun kelimeyi bulmak; kelimelerin sesleriyle manaları arasındaki münasebeti gözden kaçırmamak; mana inceliklerini ahenge feda etmemek; bir cümle yapısıyla o cümleyi yüksek sesle okuyanın teneffüs ritmi arasındaki münasebeti gözden kaçırmamak ve manaya ait derinlikleri bu münasebete feda etmemek.” Tabii ki bu saydıklarını romanlarında uygulamaya özen göstermiştir.

Onun romanlarının üslup özellikleri arasında düşüncesini zahmetsizce aktarmasını (açıklık/clarity), çok iyi hâkim olduğu Türkçeyi doğru kullanmasını (saflık/purity), yapmacıklı ifadelere başvurmamasını (doğallık/natural), edebiyat yapma adına gereksiz sözlere yer vermemesini (vecizlik/precision), bayağı ifadelere ve kaba hayâllere bulaşmamasını (asalet/noblesse), kelimelerin sesleri ve anlamları arasındaki ilişkinin göz önünde tutulmasını (ahenk/harmony), farklı anlatım tarzlarının bir arada kullanılmasını (çeşitlilik/variety) ve anlatılan şeyle anlatılma şeklinin uyumlu olmasını (kolaylık/convenience) hususiyetlerini zikredebiliriz. 

Dipnotlar_____

  1. Peyami Safa’nın muhtelif mecralarda roman sanatı hakkındaki görüşlerini derli toplu bulmak ve bunları eserlerine nasıl yansıttığını detaylı olarak incelemek için bk. Mehmet Tekin, Romancı Yönüyle Peyami Safa, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014.
  2. Peyami Safa, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1970, s. 92-94.

Arka Kapak dergisi 13. sayı