Erkan Şimşek

“Bak evladım 2 t ile yazılıyor ve a’nın üzerinde şapka var.“ Yıllar önce bir imza kuyruğunda ismini bir türlü doğru yazamadığını söyleyen gence böyle muzip bir cevap vermişti. Ama aslında bu bir ısrardı. Attilâ İlhan’ın Türkçeye olan sadakatinden kaynaklı bir ısrar. Cemil Meriç, “Kamus namustur.” demişti. İlhan da işte böyle bir aydındı. Türkçesiyle, fikriyle, tavrıyla namuslu bir aydın. 80 yıllık ömrünü şair, romancı, gazeteci, eleştirmen, senarist, çevirmen olarak dolu dolu yaşadı. İzmir, İstanbul, Paris, Ankara derken son durağı İstanbul oldu. Nam-ı diğer Kaptan’dı. Şapkasıyla da edebiyat ve fikir dünyasındaki öncü çizgisiyle de böyleydi.

15 Haziran 1925’te babasının cumhuriyet savcısı olduğu İzmir Menemen’de doğdu. Büyük dedesi Sivas, Gürünlüdür. Gürün’de bir camide bulunan büyük dedesine ait el yazması Kur’an-ı Kerim’de İsmail İlhanî adı ve mührü vardır. İlhan soyadı da buradan gelmektedir.

Kaptan’ın biyografisi, aslında tam olarak 1941’de başlar. 16 yaşında İzmir Birinci Erkek Lisesi’nde (1 yıl sonra okulun ismi İzmir Atatürk Lisesi olacaktır) birinci sınıf öğrencisiyken bir kıza yazdığı mektupta Nazım Hikmet’ten mısralar vardır. Bu mektup tutuklanmasına yeter. Masum talebe mektuplarının okunduğu yıllar. Kaptan yıllar sonra bir şiirinde bu takibat yıllarını “çift gölgeyle yaşıyorum işte gençliğimi” mısrasıyla özetlemiştir. Kaç kuşağın hayatının özetidir bu mısra. 2 ay hapis yatar, eğitim hakkı elinden alınır. Muhtemelen daha bilincinde bile olmadığı bir dönemde solculuktan sabıka yemiştir. Bu sabıka onun bir ömür peşinden gelecektir. Daha doğru bir ifadeyle Kaptan bu sabıkanın peşinden gidecektir.

Babasının 3 yıllık hukuk mücadelesi sonunda yeniden okul yolu görünür. İstanbul Işık Lisesi’nden 1946’da mezun olur. 1946 aynı zamanda Kaptan’ın yakın Türkiye tarihine bir daha çıkmamak üzere girdiği yıldır. CHP’nin meşhur şiir yarışmasında amcasının gönderdiği “Cebbaroğlu Mehemmed” ile aldığı ikinciliktir. Birinci ise “Otuz Beş Yaş” şiiri ile Cahit Sıtkı Tarancı, üçüncü ise “Çakırın Destanı’ndan” ile Fazıl Hüsnü Dağlarca olmuştur. “Cebbaroğlu Mehemmed”, destansı dili, serbest vezin olmasına karşın çok güçlü kafiyeleri ve sürükleyici anlatısı ile büyük bir şairi müjdeler. Halk şiirinin hecesiz fakat yepyeni bir yorumudur bu şiir. 5 yıl önce kendisini hapse attıran rejimden ödül alır. 1948’de ilk şiiri kitabı Duvar’ı yayınlar. Bir yandan da İstanbul Hukuk’ta okumaktadır. Dönemin sol dergilerinde şiirleri yayınlanır.

Kaptan artık uslanmaz bir şair ve aktivisttir. 1949’da Nâzım Hikmet’i kurtarma komitesine katılmak için Paris’e gider. Bir süre orada kalır. Bu dönem Avrupa’yı, Paris’i tanımaya çalışır. Bundan sonraki şiirlerinde ve diğer eserlerinde sık sık göreceğimiz Fransa sembolleri bu dönemin etkisiyledir. Paris yılları ilk ziyaretiyle sınırlı değildir. Yıllar içinde Kaptan artık Paris’i ikinci adresi yapar. Birkaç yıl süren uzun soluklu ziyaretlerdir bunlar. Biraz da kaçıştır tabii. Polisler her daim peşindedir. Sirkeci’deki meşhur Sansaryan Han’da işkenceli sorgulardan geçer.

1953’te gazeteyle tanışır. Vatan gazetesinde sinema yazıları yazar. 1959’da ise ilk senaryosu Yalnızlar Rıhtımı’nı kaleme alır. Lütfi Akad’ın çektiği bu harika filmde Kaptan’ın kardeşi Çolpan İlhan oynar. Sonra yine Paris günleri… 1960’da gittiği Paris’ten 1965’te babasının ölümü dolayısıyla geri döner. İzmir yılları başlar. 1965-1973 arası Demokrat İzmir gazetesinde baş yazar ve genel yayın müdürlüğü yapar.

İlhan gibi entelektüelin hayatında Ankara olmasaydı sanki biraz eksik olurdu. Nitekim Kaptan, meşhur yayıncı Ahmet Küflü’nün davetiyle 1973’te Ankara’ya taşındı; zaten yazarı olduğu Bilgi Yayınevi’nin danışmanı oldu. Kitapları uzun süre Bilgi logosuyla yayınlandı. Türkiye İlhan’ı o Bilgi’ye has ince tasarımlı kitaplarla tanıdı. Ve 1981’de İstanbul’a döndü. Biket İlhan ile 1968’de başlayan evliliği 1983’te sonra erdi. Bir daha evlenmedi. Çocuğu olmadı.

Kaptan İstanbul’a bir daha terk etmemek üzere döndüğünde artık 60’ına yaklaşan olgun bir şair, tesirli bir fikir insanı, romanlarıyla, senaryolarıyla bilinen ve “Hangi?” serileriyle düşünce dünyasına yön veren, tartışmalar başlatan bir yazar olmuştu. 1982-1992 arasında 6 adet dizi yazmış ve televizyonculuğa büyük bir katkı sağlamıştı. Kartallar Yüksek Uçar dizisinde mesela Kaptan, bir Ege kasabasında yükselen aileler üzerinden nefis bir burjuvazi portresi işler. Öndeki nefis oyunculuklar ve aile çatışmalarının arka planında Kaptan’ın kendi dünya görüşünün yansıması vardır.

90’ları ve 2000’leri Cumhuriyet’te köşe yazarı olarak geçiren Kaptan’ın zaten mevcut bilinirliğini ve popülerliğini yaygınlaştıran diğer yayıncılık işi de TRT 2’deki “Attilâ İlhan’la Zaman İçinde Yolculuk” adlı program olmuştur. 2004’e kadar süren program bir kuşağın hafızasında unutulmaz ayrıntılar/bilgiler ile yer etmiştir. Son günlerine kadar entelektüel faaliyetlerine devam eden, kitaplar yazan Attilâ İlhan 10 Ekim 2005’te bir gece vakti İstanbul’da vefat etti. Vefat tarihi 11 Ekim olarak kayda geçti.

Milliyetçi, solcu, eleştirel aydınlanmacı, ulusalcı, Kemalist sıfatlarının hepsini birden bir şekilde üzerinde taşıdı. Ama temelde kim ne dersin solcuydu. 1940’ların ilk yarısı yani 2. Dünya Savaşı yılları dünyada demokratik rejimlerin çöktüğü, faşizmin yükseldiği yıllardı. O dönemde “kalbinde merhamet adlı bir çınar” olan çoğu genç komünizme yöneldi. Genç Attilâ İlhan için de bu böyle oldu. Nazım’ın şiirlerinin tesirini de unutmamak gerek.

Peki İlhan’ı bizim için önemli yapan neydi? Neden, tıpkı Kemal Tahir’de olduğu gibi, bazı solcular ona şüpheyle bakarken sağcıların da sevdiği bir yazar oldu? Aslında bu sorunun cevabı basit. İlhan kendi has analizleri ve sentezleriyle batılı aydın şablonunu, ezberini bozan bir isim oldu. Türkiye’de solculuk ile batıcılığı aynı zannedenlere karşı ilk itirazı yapanlardan biriydi. Bu konuyu sorunsallaştırdı.

Şiirde de polemiklerden geri durmadı. Bugünden bakınca yanıldığı aşikar elbette ama Birinci Yeni akımını da yani Garipçileri de İkinci Yeni akımını da sert bir şekilde eleştirdi. Kaptan’a göre Garipçilerin suçu şiirin gelenekle bağını koparmaktı. Tarihsel birikimi yok sayıp yeni bir şiir inşa etmek Kaptan’a göre affedilir bir durum değildi. İkinci Yenicilerin payına ise Menderesçilik düşmüştü. Açık açık şöyle demişti: “Birinci Yeni (Garip) İnönü Diktası’nın şiiridir, İkinci Yeni ise Menderes Diktası’nın!”

Ulusal değerlerle barışık olmanın solculuğa mâni olmadığını anlatmaya çalıştı. Hangi Batı? kitabıyla mesela milliyetçi cenahın okuma listelerinde her zaman üst sıralarda yer aldı. Klasik kültüre saldıran devlet uygulamalarına cepheden saldırdı, birçok aydınla karşı karşıya geldi. Okullarda Osmanlıca derslerini savundu. Aruzla yazmadı evet ama birçok şiirinde divan edebiyatının sesini, imgelerini kullandı. Halk şiirini de divan şiirini de Türk şiirinin geleneği olarak gördü, sahiplendi. Sanatıyla siyasetini ayırmadı, bu ikisini birbirini destekleyecek şekilde üretti.

Doğrudan parti politikacılığı yapmadı. Örgütlü sola mesafeli durdu, etki ajanı muamelesi yaptığı batıcı aydınlara ise doğrudan savaş açtı. Kemalizmin entelektüel piri olarak konumlandı. Kendini aydınlanma ideolojisini yerlileştirmeye adadı. Kendi tabiriyle Gâzi dediği Atatürk ve İsmet Paşa arasında büyük bir uçurum inşa etmişti. Tek parti yıllarının bütün günahlarını İsmet Paşa’ya yıkmıştı. 40’lar için dümdüz bir şekilde kopkoyu faşizm yılları dedi. Kimi zaman doğruyu teşhis etti kimi zaman kendisi bir “doğru” inşa etti.

Atatürk’ü farklı bir tarihsel/ideolojik pozisyona oturmaya çalışmasıyla Sosyalizm ve Kemalizm arasında güçlü (ama beyhude) bir köprü kurmaya çalıştı. Tabii bu gerçeklikten uzak, bütünüyse kurgusal bir İlhan yorumuydu. 21. yüzyılın demokratik değerlerine tam alışamadı. Türkiye’de Kemalizm dışında kalan devasa kitlelerden evet nefret etmedi ama onları da dert edinmedi. Ancak teslim etmemiz gereken çok önemli bir nokta var: Attilâ İlhan tam bağımsızlık konusunda hassas, Türkiye’nin demografisinden nefret etmeyen, çok güzel şiirler yazan, vatanperver bir şairdi. Öyle yaşadı, öyle öldü. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı