Hazırlayan: Cüneyt Gönen

Kitaplarınızda yüksek dozda bir mizah var. Sanat ve mizahı nasıl konumlandırıyorsunuz?

Mizahın, insan varoluşunun temeline dokunan bir tarafı var muhakkak ki. Bunu da, düşünmekten önce, tecrübe ediyorsunuz; neden böyle oluyor diye kafa yormak sonradan gelen bir şey. Bu konuda çok yaklaşım var, ben şahsen Bergson’un açıklamasına önemli ölçüde katılıyorum: “Gülmek, katılığın cezalandırılmasıdır.” Bir sanat eseri, varolan inançlarınızı pekiştirdiği, sizi onayladığı için değil, daha ziyade şartlanmalarınızı sorgulamanızı sağladığı için değerlidir. Bu yüzden sanat alanında iktidar ve itibar ekseriyetle doğru orantılı değildir. Diyelim, mizah üzerinde tahakküm kurmaya çalışmak ironik biçimde sizi onun malzemesi haline getirir.

Son kitabınız “Kan ve Gül”ün ana karakteri Aziz yıllar geçtikten sonra daha yalnız bir insana dönüşüyor. Yalnızlık sizde ne ifade ediyor?

Yalnızlığın en korkutucu tarafı diğer insanların eksikliği değil bence, kendinizin fazlalığı. Çok kalabalık oluyor insan kendiyle baş başa kalınca.

“Tatlı Rüyalar” için “psiko-absürd romantik komedi”, “Gizli Ajans” içinse “kozmo-absürd romantik komedi” olarak tarif edildi. Alper Kamu’nun maceraları için “Pedo-kriminolojik kara komedi” tanımını yaptınız. “Kan ve Gül” için ne demeli?

“Bir kara deja-vu” uygun olabilir gibi geliyor bana.

‘Oğullar ve Rencide Ruhlar’ın kahramanı beş yaşındaki ‘küçük varoluşçu’ Alper Kamu “Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar” diyor. İnsan beş yaşından sonra neden çürümeye başlıyor?

5 yaş, Oidipus Kompleksi yaşıdır ve Freud’a göre ileride yaşayacağımız bütün ruhsal arazların temeli bu yaşa kadar oluşur. Köprüden önce son çıkış diyebilirsiniz belki 5 yaş için.

Bir yazınızda “11 aylık kızımla birlikte yeni romanım üzerinde çalışıyoruz.” demiştiniz. Sizce bebeklerin zihnindeki süreçten faydalanabilseydik neler başarabilirdik?

Hürriyet gazetesinin bir anketine şakayla karışık öyle bir şeyler yazmıştım yıllar önce, evet. Kızım şimdi 16 yaşında. Sanıyorum bir bebeğin zihninde dönenlerden faydalanma imkanımız olsaydı “nedensellik” denen şeyin doğasının ne kadar kırılgan olduğunu daha iyi görürdük.

Polisiye edebiyat; insan suç ilişkisini yeniden gözden geçirmek adına kullanılabilir bir araç mıdır?

Muhakkak ki, öyledir ve bana sorarsanız hümanist ahlakın serpilip gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Kimilerinin bunun çok kötü bir şey olduğunu düşüneceğini de tahmin edebiliyorum.

” Oğullar ve Rencide Ruhlar” kitabınızda “İnsanlığa dair kavrayışımızı biraz daha ileri götürmeyecekse bir cinayeti çözmenin ne anlamı var ki?” şeklinde bir ifadeniz var. Polisiye edebiyatın amacı sunduğu plot’un ötesinde insanlığı kavramak için bir imkan arayışı mıdır?

Elbette, edebiyat da dâhil tüm sanatlar insan varoluşunu anlama ve belki daha önemlisi anlamlandırma çabasının ya da kaygısının bir ürünüdür.

Günümüzde dedektiflik Agatha Christie’nin Hercule Poirot’sundan farklı olarak teknolojiyle destekleniyor. Yeni tip dedektiflerin yeni tip hikâyeleri dururken sizce neden hâlâ Agatha Christie okunmalı?

Don Kişot ne kadar değirmenlerle ilgili bir hikâyeyse, polisiye edebiyat da o kadar teknolojiyle ilgili olabilir. Hikayelerin bağlamı, yazarın içinde bulunduğu çağ tarafından biçimlendirilir kaçınılmaz olarak ama gücünü aldığı şey bunlardan ziyade evrensel temalarla ilgili olanlardır; Demirel’in de dediği gibi, “binaenaleyh” Agatha Hanım’ın daha uzun süre polisiye okurları tarafından zevkle okunacağını tahmin ediyorum.

Altın Çağ’ın cinayetler kraliçesi Agatha Christie  polisiye romanlarında rasyonaliteden şaşmaz, Hercul Poirot gri hücreleriyle cinayeti çözer ve aklın suç karşısındaki zaferine bizi inandırır. Siz fantastik unsurları polisiyeye yediriyorsunuz, polisiye türünü akıl yürütmenin, rasyonalitenin bir zaferi olarak görmediğinizi mi gösteriyor bu?

Aslında enteresan bir şekilde, polisiye edebiyatın yükselişi gerçekçi edebiyatın zayıfladığı döneme denk gelir. Fantastik unsurlar, rasyonalitenin yadsınması anlamına gelmez, bilakis, rasyonalitenin sınırlarını genişletmeye yarar. Kenan Evren’in de dediği gibi, “netekim” irrasyonalite rasyonalitenin ilgi alanı içindedir.

Katiller hep kötü karakterlerden mi çıkmalıdır? Yoksa iyi bir karakter de karanlık tarafta durabilir mi? Polisiye romanlardaki iyi ve kötü dengesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz bunun dengesini nasıl kuruyorsunuz?

Açıkçası cinayet motifinin katilin kötü bir insan olması şeklinde açıklandığı hiçbir polisiye hatırlamıyorum. Derler ki, polisiyenin ön kabullerinden biri her insanın “doğru koşullar” altında katil olabileceğidir. Ben suçun oluşmasına neden olabilecek bir bağlam yaratmaya çalışıyorum, gerisini karakter yerine getiriyor zaten. Bir de şu var, suç, cinayetle sınırlı bir kavram değil elbette. Mesela, Sherlock Holmes bir hikayesinde kopyacı bir öğrenciyi yakalar.

Sanatın hayatı değil de hayatın sanatı taklit ettiğine inanıyorsunuz. Polisiye romanlar suçlular için bir kılavuz mudur? Veya şöyle soralım polisiye romanlar suç ve suçluyu değiştirir mi?

Kitap okuma oranı, suç oranını yakaladığı gün buna daha sağlıklı bir yanıt verebiliriz sanırım.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 23.sayısında yayınlanmıştır.