Şair Mehmet Said Aydın ile son kitabı Sokağın Zoru için buluştuk. Sokağın Zoru, Mehmet Said’in ikinci kitabı. İlk olarak Kusurlu Bahçe ile şiirini kitaplaştıran Aydın, ikinci kitabını da yine 160. Kilometre’den çıkardı. Sokak, şiir, kentler, isyan, coğrafya ve “zor” üzerine konuştuk.

Söyleşi: Erkan Şimşek

Kitaba gelmeden önce şiirin kendisiyle başlamak isterim. Bu sorunun cevabı çok ve hepsi de muhterem ama bir de senden dinleyelim. Bütün bu yeni dünya numaralarına, tasallutlarına rağmen şiir neden ölmüyor? Çabalamadan, varoluşuyla bile nasıl direnebiliyor?
Çok güzel dedin “yeni dünya numaraları, tasallutları” diye. Ve evet, dediğin gibi muhterem cevaplar da verildi, veriliyor. Şiir öldü mü, neden ölmüyor sorusunu ortaya atanların artistik gayretlerini bir kenara bırakırsak, şiir denen şey miadını dolduracak bir şeymiş gibi gelmiyor bana. Söz vardı, olacak ve dolayısıyla şiir de bir şekilde olacak. Twitter mesela, şiirin söz ekonomisinin neredeyse birebir karşılığı olarak görünmüyor mu? Yahut Gezi zamanında duvarların çat diye şiirlere açılması. Herkesin aklına bazı dizeler gelmesi. İkinci Yeni’nin politik iade-i itibarı bir yandan. Siyasetsizlikle suçlanan bir akım, siyasetsizlikle suçlanan bir kuşak tarafından, doğumundan yıllar sonra hatırlandı ve gayet de güzel oldu. Bir de reklam denen şey var; o reklam denen şey de eninde sonunda şiirin matematiğine ihtiyaç duyuyor. Reklam deyince aklımıza sadece televizyonda çıkan otuz saniyelik videolar gelmesin. Reklam denen şey artık her yerde malum, zihnimiz neredeyse etiketler, sloganlar, çıkartmalar, logolarla şekilleniyor. Bahsi geçen şeylerin hepsinin de en az bir cümleye ihtiyacı oluyor. Ve o da gidip, bir şekilde şiirden el alıyor. Dolayısıyla, şiir olur da miadını doldurur ölürse, dilin kendisi de ölmüş demektir sanki. Ömrüm yanılmaya yetmeyecek muhtemelen bu konuda ama çok sonra yanılma ihtimalim var, o da kısmet artık.

Sokaktan devam edelim. Şiir ve sokak kesişince çok güzel oluyor. Cemal Süreya, Orhan Veli için “şiirin elinden tutup sokağa çıkardı” diyor. Attila İlhan şiiri de mesela sokağa tercüman olmuştur. Senin sokağın hangisi? Diyarbakır’ın ve İstanbul’un sokakları bir gün aynı denize çıkacak mı?
“Kasket takmak” da diyor Cemal Süreya, Orhan Veli için. Daha doğrusu “Orhan Veli şiiri” diyor, Garip’i kastediyor. Tomris Uyar’ın meşhur “Yaş ve Şiir Üstüne Söyleşi”sinde Cemal Süreya, Oktay Rifat bahsi açıldığında “Ben kendi adıma Oktay Rifat ile Melih Cevdet’in Türkçe tutumundan etkilendim.” der ve Turgut Uyar’la Edip Cansever hafif sitem ederler. Aslında Uyar ve Cansever’in ilk zamanlar Garip’le olan teması, Süreya’nınkinden daha belirgindir bana kalırsa. Ama Süreya bir kadirbilirlik yapar, dileyen o kısmı reverans olarak da okuyabilir. Demem o ki, bence Cemal Süreya’nın “Orhan Veli şiiri” dediği Garip’e dair yaptığı tespitler bence isabetlidir. Kasket takmak, sokağa çıkarmak dahil. Attilâ İlhan şiirine, Attilâ İlhan’ın kendisinden ötürü mesafem var, ne yalan diyeyim. Ama sokaktan ses eden, orayı tercüme etmeye yeteneği olan şiirleri yok mu, var. Benim sokağım sanırım bu ikisi de değil. Doğası gereği de olmamalı sanki. Gezi bazı algıların değişimine sebep oldu, mesela Diyarbakır’daki Hevsel bahçelerindeki doğa talanı Gezi’ye izafe ediliyor. Oradaki çadır kurma, gençlerin akın etmesi gibi detaylar Gezi analojisi üzerinden kuruluyor. Benim sokağım, ekseri Kızıltepe’deki sokaklar ama bir süredir İstanbul sokakları da. Ankara, Antakya, Eskişehir ilaniye de hariç değil.

Sokağın Zoru’nun serüveni nedir? İki sihirli kelime gibi zira. Şundan sordum. Zor Kürtlerin hayatını da anlatıyor birçok manasıyla.
Evet, birçok manasıyla Kürtlerin serencamını anlatıyor zor. Malum, zor oyunu bozar. Olumlu manasıyla yahut olumsuz. Mustafa Irgat’ın “Sonu Zor”unu da anımsıyorum ister istemez. Çok severim o kitabın adını. Sonradan fark ettim, aslında kitabın adını koyarken aklımın bir yerinde o kitabın adı da varmış.

“Sokağın Zoru”nun serüveni, aslında tanıdık bir serüven. İlk kitap bir şekilde çıkmıştı, ilk kitap olmanın muhtemel ve muhtelif kusurlarını taşıyordu, kendi yolunu bulmuştu. İki sene sonra, arada bir şiir yayımlayarak geçirdiğim zamanın sonunda “ikinci kitap sendromu”yla, “bu defa olmayacak” duygusunu yaşaya yaşaya geçirdim. Benim için tanıdık şeylerden söz ederek, nispeten yenilik de deneyerek çıkmış oldu turuncu turuncu. Bakalım bu yolunu nasıl çizecek, neler görecek.

Zora geri dönersek; zor, kullanışlı kelime. Ben çoğu zaman sokağı ve zoru çok seviyorum.

Kitabın bölümlerinin hikâyesi nedir? 30, hata yapma fırsatı ve o ki felaket. Senin hayatının da bölümleri gibi?
30, çok hayatımla ilgili. Kitap çıktığında artık 20’ler bitmişti. İnsan ağıt falan yakmak istiyor 20’lerin bitişine. Sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Ama büyütmenin de manası yok, onu anlıyorum şimdi. Büyümek diyorlar buna da sanırım.

“hata yapmak fırsatı”, malum imasıyla var zaten. İsmet Özel’in dizesinden mülhemdir adı. “o ki felaket” de, yeni bir şey denediğimi sandığım bölüm. İlk kitapta dört bölüm vardı, bunda da aslında benzer bir tasnif ideolojisi güttüm. İlkinde de gerilimi giderek artsın istemiştim, bunda da benzer bir şey olsun diye gayret ettim. Bölümlerin adlarının birebir benimle alakası ne tam bilmiyorum ama “o ki felaket” bölümü ben değilim, şahidiyim sadece.

Son olarak… Türkiye’de şiir nereye gidecek? İmkânlar, ihtimaller ve yollar nereye çıkacak diye sorsam? Kehanetin zoru diyebiliriz buna.
Şiir yazılacak. Somuta bakma imkânı, deneyler, gelenekten el alma, başka dillerin müdahalesi, gündelik hayatın var olması, şair karikatürünün iyice yer değiştirmesi gibi şeyler olacak bence. Ve gene demeliyim, doğası gereği olacak. Şiir, belki roman karşısında irtifa kaybetmiş gibi görünüyor ama “ölmeyecek”, konuştuğumuz gibi. Ölmesin de, yeteri kadar ölü kaldırmış bir coğrafyanın ahfadıyız.

babilcomdanalabilirsiniz


Sokağın Zoru – 
Mehmet Said Aydın
160. Kilometre Yayınevi