Ayşe Eroğlu

Belki de dünyada sadece iki tip insan vardır: Dostoyevski’yi sevenler ve Tolstoy’u sevenler. Klasik Rus ve dünya edebiyatının bu iki “dev” ismi 19. yüzyıldan beri birbirleriyle sürekli kıyaslandı. Kimileri kendini psikolojik ve varoluşçu romanın babası kabul edilen, acılarından, kâbuslarından ve saplantılarından beslenen Dostoyevski’ye yakın hissederken; kimileri kendini tarihi, toplumu, her sınıftan, her katmandan, her cinsiyetten insanı ustalıkla anlatan, Homeros ile başlayan destan geleneğinin son ve en büyük temsilcisi kabul edilen Tolstoy’a yakın hissetti. Bu yazıda Tolstoy’un belki de en özel görüşlerini içerdiği kitabı Hayat Üzerine Düşünceler’i inceleyeceğiz.

Hayat Üzerine Düşünceler, Tolstoy’un hayat, ölüm, aşk temalarını içeren konular çerçevesinde oluşturduğu, hayata dair düşüncelerini ifade etmek için kullandığı metaforları bir araya getirdiği bir yapıt. Bu metaforlardan en önemlisi de değirmen metaforudur. Tolstoy, hayatı, insan tarafından yönlendirilen bir değirmen olarak değerlendirir. Söz gelimi, değirmene ilişkin her türlü işlemin asli maksadı, “öğütme” ıslahıdır. Hayata ilişkin her türlü işlemin asli maksadı “hayatın geliştirilmesi” olmalıdır. Zamanımızda “hayat” kelimesi idrak, ilim, kudret, sevinç, hayret, eğilim gibi hayatın en önemli niteliklerinden hiçbirisini taşımayan şeylere dayandırılır. Bundan anlaşılan şudur ki; Tolstoy’daki değirmen metaforu hayatın maddi manevi bütünlüğünü içerisinde bulundurur. Hayat kavramı içerisinde sadece maddi kazanımlar değil manevi kazanımlar da vardır. Tolstoy’a göre hayat var olmak ve kendini fark etmek anlamında olduğu için kim hayat kelimesini kullanırsa kullansın herkes onda ne anlatılmak istendiğini anlar. Herkesçe bilinen bir kavram olan hayat kelimesini açıklamaya gerek yoktur.

Tolstoy, hayat kelimesinin gerçek anlamı dışında kullanılmasını, çevrenin dışında kalan bir kürenin varlığını kabul etmeye benzeterek eleştirir. Tolstoy, hayatın durdurulamaz süreklilik olduğunu dile getirir. Hayat öyle hareketler bütünüdür ki ona karşı direnmek hayatın zıttı olan ölümü doğurur. Tolstoy’a göre, hayat öyle esaslar üzerine kurulmalı ki insanlar o sayede bütün istek ve ihtiyaçlarını karşılasınlar. Bunun için de bilim öncelikle bu istek ve ihtiyaçların sınırlarını belirlemek, sonra da ihtiyaçların karşılanmasını kolaylaştırmak için çalışır. Tolstoy için hayatın bütünlüğü belli kurallar bütünlüğü içerisinde belirlenir. Böylece insanlar istek ve ihtiyaçları karşılayabilirler.

hayat-uzerine-dusunceler

Hayat Üzerine Düşünceler
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Çev. Ahmet Midhat Rifatof
Kaknüs Yayınları

Tolstoy, insanın sadece kendi menfaati için yaşamasını eleştirir. Ona göre, insanın tek hayat kanunu şahsi iyilik ve menfaatinden feragat etmektir. İnsanın yalnız şahsi menfaati takip etmesi hayatı bütünüyle inkârdır. İnsanın kendi menfaati için çalışması ızdırap verir. Tolstoy, bir insan hayattaysa, yani varsa peşinen sıkıntı ve üzüntüleri kabul etmesi gerektiğini düşünür. Bu ızdıraplar yoksa hayat da yok gibidir. Hayat, zıtlıkların tekâmülleşip biraraya geldiği bir süreçtir. İnsanın kendi menfaatini düşünmüyorsa var olmaması isabetli bir değerlendirmedir. Fakat insan sırf kendi menfaati için de var olmamalıdır. Başka bir ifadeyle kendi ihtiyaç ve isteklerimiz de bir yere kadardır, yoksa bu durum bizi aşırı egoist bir benliğe götürebilir. Burada Tolstoy’un, çok mistik bir bakış açısıyla insanın sadece kendi menfaati için yaşayamayacağını ifade etmesi hakikati dile getirir, ancak insanın kendi menfaatini düşünmesi onun çıkarları için insanları kullanmasına neden olması açısından kötüdür. Bu nedenle kişinin bütünüyle kendinden ödün vermesi her durumda gerçekleştirilecek bir davranış olmamakla birlikte bireyin sadece kendi menfaatini düşünmesi de kabul edilecek bir şey değildir.

Öte yandan, insan bazen yaşadığı olumsuz durumlar karşısında ne yapacağını bilemez ve kendini bir çıkmaz içerisinde bulur. Şahsi benliği insana yaşamayı emrederken akli benliği ise ona yaşamanın imkânsız olduğunu emreder. İnsan benliğinin bu ikileşmesi insana çok büyük ızdıraplar verir. İnsandaki bu ikileşme ve ızdırapların nedeni akıldır. Akıl, insanın hayatını zehirler. Hayat sadece aklın egemenliğinde değildir. Başka bir ifadeyle akıl olduğu kadar duyuların ve ruhun yönlendirmesidir.

Tolstoy’a göre bilim, insan hayatını, doğum ile ölüm arasındaki zaman aralığı olarak değerlendirir. Bunun nedeni de insanın, hayvanların hayatına bakarak bu hayat ile kendindeki akli ve vicdani hayatı birbirine karıştırmasından ileri gelir. Ancak insanın doğum ile başlayarak akli vicdanın uyanmasıyla kesintiye uğradığını sandığı hayat, aslında var değildir. Bu bir şuur yanılgısıdır. Tolstoy, insan hayatının doğum ve ölümle sınırlı hayvani varoluştan ibaret olduğunu iddia eden sözde bilimi eleştirir. Bilime göre kuşlar için ayaklarıyla yürümeyerek kanatlarıyla uçmak ne kadar tabiiyse, akıllı bir varlığın şahsi bir iyilik ve menfaati için yaşaması onun hayatının o kadar tabii gereğidir.

Kişinin kendi kendisine sevgisi ne kadar çoğalırsa, umumun da o kişiye olan karşıtlığı ve düşmanlığı o derece artar. Aynı şekilde, elemlerden ve kederlerden kaçınıldığı oranda onlar da insana musallat olur. Hayatın benim bildiğim gerçek kanunu, birbiriyle boğuşmak değil birbiriyle karşılıklı yardımlaşmada bulunmaktır. “Ben kendi hayatımı ancak kendimde bilirim. Hayatın diğerlerinin menfaatine çalışmaktan ibaret olduğuna ikna olmak -kendim bunu arzu etsem bile- benim için imkânsızdır.” Yukarıda dile getirdiğimiz bu iki ifadeyi Tolstoy eleştirerek bu iki durumun insan ruhunda açılmaz yaralara ve ızdıraplara neden olacağını dile getirir.

Tolstoy ölümün varlığı üzerinde de durur: Ölüm, gözümüzün önünde milyonlarca yaşıtımızı ve benzerlerimizi kırıp geçirmekte iken ölümün yokluğundan nasıl söz edilebilir? İnsan her ne kadar ölümle temasta bulunmadıysa da bir gün onunla buluşacağı kesin ve mukadderdir. İnsanda bir korku varsa, bu korku ölüm korkusu değil, belki hayat korkusudur. Ölüm korkusuna neden olan şey, ölümü boşluk ve karanlıktan ibaret görmektir. Hayat, kâinat ile bir ilişki içinde olmak demektir. Hayatta rastlanan bütün değişim ve dönüşümler, kişi ile kâinat arasında kurulan ilişki nedeniyle ortaya çıkar. Dolayısıyla ölüm de kâinat ile daha yeni bir ilişki içine girmek demektir. Ölümün yok oluş olduğunu düşünenler öldükten sonra bir var oluşun olmadığı düşüncesiyle korkuya kapılırlar. Hayatı böyle bilen bir adamın cismani ölümle hayatın tamamen söneceğine inanması, tabiat kanunlarından tamamen haberdar olan bir kimsenin kendisini leyleklerin getirdiğine inanması gibidir.

Tolstoy, ölümün sadece cismani bir ölüm olarak düşünülmemesi gerektiğini ifade eder. Ölümün yokluk olarak düşünülmesinin yanlış olduğunu dile getirir. Sadece bedenî aşktan değil Tanrı aşkından da söz eder. Aşkı yaşamanın cesur olmakla mümkün olduğundan söz eder. Tolstoy’un bu ifadelerden anlaşılacak olan, hayat ve ölüm kavramlarını tamamen birbirinden ayırmamız mümkün değildir.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 10.sayısında yayınlanmıştır.