Erkan Şimşek

“İşte bu yüzden, sen de hoş karşıla bu garip hayaleti. Yerde ve gökte daha öyle şeyler var ki Horatio, senin felsefen rüyada bile göremez onları.”  — Hamlet    I. perde, V. sahne.

On yedinci yüzyılın sahnelenmemiş tiyatro oyunlarının izini süren Yahudi filozofla, savaşın bitişiyle sahneyi terk eden Nazilerin gözde hukukçusunun üç kitapla bir mektuba saklanmış hikâyesidir.* Ezoterik diyologlarını Hamlet üzerinden gerçekleştiren iki “düşman”: Nasyonal sosyalizmden kaçarken bir sınır kasabasında intihar eden mesihçi marksist edebiyat eleştirmeni Walter Benjamin ve Hitler yanlısı siyaset teorisyeni dâhi Carl Schmitt. İlk kitap 1921’de Schmitt’in yazdığı Diktatörlük. Burada diktatörlüğün Romalı köklerine dek giderek bu kurumun siyasalı yeniden etkinleştirme kudretine değinir Schmitt. Kriz dönemlerinin yöneticiliğini üstlenen, geçici/ sınırlı yetkilerle donatılmış, adeta cumhuriyetçi bir konum olarak tariflediği “komiseryal diktatörlük” ile Leninist proletarya diktatörlüğünü örnek verdiği “egemen diktatörlük” arasında bir ayrım yapar. Egemenin yasa koyucu mutlaklığından ziyade onun hukuku askıya alma istisnasına odaklanır. Böylece devlet felsefesi araştırmalarının merkezine, olağandışı/ kuraldışı/ olağanüstü hâlde “karar alma” sorununu yerleştirir. İşte tüm bu karar alma mekanizmalarına, istisna ve norm ilişkilerine, egemenliğin imkân ve sınırlarına dair tartışmalara kaynaklık eden, on yedinci yüzyılın Barok çağ dinamikleridir. Schmitt de buradan hareketle Barok dönemi, modernliğin siyasal uzamının kurucu unsuru olarak kabul eder. 1925 yılı geldiğinde Weimar Almanya’sının alametifarikası girer devreye: Karşıt siyasal konumlardan birbirlerinin sıkı okurları olan entelektüeller kuşağı. Benjamin de bu kuşağın bir üyesi olarak, özellikle Diktatörlük’teki kavram ve kabullerden hareketle geliştirmiştir Frankfurt Üniversitesi tarafından reddedilen doçentlik tezini. Alman Yasoyununun Kökeni başlıklı bu çalışma, 1928’de kitap hâlinde yayımlandıktan iki yıl sonra, Benjamin onu bir mektupla birlikte Schmitt’e gönderir. Kitapta, Schmitt’in devlet felsefesi bağlamında işlediği karar kriz ilişkisini sanat felsefesi alanına taşırken, Barok yasoyunları kapsamında da egemenliği mutlak otoritenin krizi biçiminde kavramsallaştırmıştır. Schmitt’in kavramlarını tamamen aksi yönde bir siyasal kutba tahvil eden bu okumayı, Tarih Kavramı Üzerine Tezler’i yazarken daha da ileri götürecek ve “kuraldışı”nın işleyişini diktatörlük teorisi bağlamından kurtarıp, bu dinamiği, ezilenler geleneğinin, egemenin sürekliliğini kesintiye uğratan asli unsuru olarak tanıyacaktır. Tüm bu sebeplerle, Benjamin’in mektubu, her ne kadar onun Schmitt’in eserlerine duyduğu minnetten, bu eserlerin onun araştırma yöntemlerini onaylayışından bahsediyorsa da, açıkça bir meydan okumanın belgesidir. Zira ezeli ve ebedi kılınmış bir egemenliğin levhalarıyla örülmüş dünyanın doğallaştırılması hamlesinin tarihselliğini vurgular. Egemenin sürekliliği yanılsamasını pekiştiren ikinci doğanın inşasına adanmış bu teoriyi, bizzat kendi kavramlarıyla yerinden eder.

Mektup, adeta Schmitt’i yasoyunu kitabına yönlendiren bir “oku” buyruğudur. Çivisinden çıkmış dünyanın egemenlikle sabitlendiğini gören zihnin, çiviyi değil, çividen kalan izi arayış teklifidir. İz, kökenden ziyade, kökenin hedeflendiği momentin bilgisini taşır. Benjamin’in Ademî adlandırma kabiliyetini (bir tür halifeliği) anımsatması da, bu izden hareketle felsefi teoriyi tanımlama girişimi biçiminde değerlendirilebilir: Felsefe, fikirlerin adlandırılması etkinliği, adlandırma da sesin, doğa-tarih karşısında bükülmesidir. Alegorik anlatımla, Schmitt’in de Benjamin’in de, sökülmüş bir levhadan kalan boşluğa gözlerini diktiği söylenebilir; ama Schmitt levha üzerine yazılmışı düşünürken, Benjamin yönleri tayin edilmemiş, henüz paylaştırılmamış çıplak bir dünyanın mevcudiyetini hatırlar. Neredeyse Platonik bir hafızanın bilgeliği ile egemenin tarihini yazan tinin karşılaşmasıdır bu mektup ve yazıldığı dönem için öylesine örtük bir başkaldırıdır ki, derin bir manayı düşmanının insafına terk eder. Öyle ki, Benjamin’in dostları Adorno ve Scholem bile bu mektubu saklamış, onu, editörlüğünü yaptıkları Yazışmalar’a dâhil etmekten çekinmişlerdir. Ama Schmitt, Benjamin’i anlar ve tarihin tehditkâr anlamıyla randevusunu, yatışıp ehlileşmiş bir geleceğe erteleyen her tarih-yazıcısı gibi, alacakaranlıkta yanıtlar onu: Hamlet ya da Hekuba: Zamanın Oyuna Baskını eseriyle. Benjamin’e teşekkür ettiği ve ek bir bölümle Yasoyununun Kökeni’ni incelediği bu kitap 1956’da yayınlandığında, Benjamin artık hayatta değildir. Savaş bitmiş; Schmitt Amerikalılar tarafından yakalanıp rejimin meşhur bir figürü olarak yargılanmış, bir süre hapsedilmiş, politikadan ve üniversiteden uzaklaştırılmıştır ama çalışmaları, karşıt siyasal çevreleri de kapsayan tartışma gündemini belirlemeyi sürdürür. Benjamin’in Shakespeare’ini sorunsallaştırarak geliştirdiği Hamlet okuması, onun bu mesafeli ilgiye erişimini açıklayan bir gösterge biçiminde değerlendirilebilir.

Benjamin’in Shakespeare’i bir yasoyunu yazarıdır. Tarihsel bir form olarak sınırlandırılan tragedya nezdinde, belirli bir dünyeviliğin yitiminin alegorik yasıdır bu. Adlandırma kabiliyetinden yoksun kalmış dil, bu yasın ifadesini mitik düzenin sekülerleşmiş zaman rezervleri aracılığıyla türetir. Böylece barok alegorinin biçimlendirdiği ölüm siyaseti, ölümsüzlüğün imkânının koşulunu ortadan kaldırır ve ölümsüz trajik kahraman yerine, ikame edilebilir insan kümelerini geçirir. Eksiltinin dünyayı kırılgan temaslara açık kıldığı, karar alma mekanizmalarının muğlaklaştığı, saraydaki taht oyunlarını konu alan bu sahne düzeninde, kral figürü de –prens Hamlet de- tekelindeki egemenliği yitirmiştir. Kralın yası, barok çağın melankolik panoramasını düzenler. Manzaranın taşlaşmış asli seyir nesnesi ise, yüzer-gezer konumlara tam bir uyum sağlayan entrikacı karakteridir. Kuraldışının ışığını düşürdüğü her tür uzama uygunluğu dolayısıyla da, egemen odur. Hamlet, egemenliğinin sürekliliği yanılsamasınca, içinde bulunduğu zamanın eylemselliğini tayin edebileceğine inansa da; yalnızca entrikacı, kuraldışının “istisna değil bir kural” olduğu bilgisine göre karar almaya muktedirdir. Yasoyunu zamanı “doldurulmamış tarihsel zaman” tanımıyla, işte bu mutlak egemenliğin krizinin potansiyellerini imler. Hamlet ise, yasoyunu ile tragedyanın ayrımını belirginleştiren bir trajik zaman figürü ya da Benjamin’in zaman teorisine göre “doldurulmuş zamanın yalnızca sembolik bir temsilidir.” Böylece, Schmitt’in teorisinde, egemenin kuraldışını ilanının devreye girdiği kırılmaya, ezilenler geleneğinin öznelerini yerleştirmenin zeminini oluşturur Benjamin. Schmitt ise, Hamlet’in Yasoyununun Kökeni’nde yerleştirildiği tarihsel bağlamı yanlışlamaktan öteye geçmez. Felsefi-politik bir konumu sarsmak için çoğunlukla bir edebiyat tarihçisi rolünü üstlenmeyi tercih etmiş, Benjamin’i, Shakespeare’in yaşadığı dönemin koşullarını gözden kaçırmakla itham etmiştir. Hamlet’in Don Kişot gibi Katolik ya da Faust gibi Protestan olmadığını, tam da bir tür ara-yeri teşkil ettiğini ve bu ara-yerin Avrupa’nın yazgısını belirleyen uçurumu imlediğini yazmıştır. İçerdiği bu “zamansal, mekânsal ve eylemsel biriciklik”, Hamlet’in, trajiğin tarihselliğini, Schmitt’in ifadesiyle, “çağının modern trajik özünü” tam da kendi estetik aurası yoluyla deneyimlemesini mümkün kılmıştır. Eserin, “Zamanın Oyuna Baskını” altbaşlığı da, oyuna dâhil edilmiş bu şimdi-zamanının bir ifadesidir. Tıpkı “zaman” gibi, “oyun”u da içine alır Hamlet. Hamlet’in “Çağın kısa ve özlü tarihçesidir onlar.” dediği oyunculardan dinlemeyi arzuladığı Hekuba, bizzat oyun içinde oyunla görünür kılar tragedya ile yasoyunu ayrımını. Schmitt bu ayrımı onaylasa da, açığa çıkardığı mutlak egemenin yokluğu fikrine şiddetle karşı durur. Böylece, Benjamin’i, kendi kaydolduğu zamansallığın dışında tutar, tıpkı bir hayalet gibi.

  • Bu konudaki kapsamlı çalışmalar için bkz. Çelebi, Aykut. “Kuraldışı Durumlarda Karar Vermek”, Defter Dergisi, no.42, 2001; Kardeş, M.Ertan. Schmitt’le Birlikte Schmitt’e Karşı, İletişim Yay., 2015. Yazıda yararlanılan diğer kaynaklar şunlardır: Schmitt, Carl. Hamlet or Hecuba, Plutarch Press, 2006; Benjamin, Walter. The Origin of the German Tragic Drama, Verso, 1998; Schmitt, Carl. Dictatorship, Polity Press, 2014.

*İllüstrasyon çizim:Ümmühan Yılmaz

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 32.sayısında yayınlanmıştır.